Yargıtay Kararı 14. Hukuk Dairesi 2019/1786 E. 2020/1653 K. 11.02.2020 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 14. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2019/1786
KARAR NO : 2020/1653
KARAR TARİHİ : 11.02.2020

MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi

Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 26.01.2015 gününde verilen dilekçe ile ortaklığın giderilmesi talebi üzerine bozma ilamına uyularak yapılan duruşma sonunda; davanın kabulüne dair verilen 29.03.2018 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davalı … vekili ve davacı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
K A R A R
Dava, ortaklığın giderilmesi istemine ilişkindir.
Davacı vekili, dava konusu 771 ada 9 parsel sayılı taşınmaz üzerindeki ortaklığın aynen taksim mümkün olmazsa ortaklığın satış yoluyla giderilmesini istemiştir.
Mahkemece, davanın kabulüne dava konusu taşınmaz üzerindeki ortaklığın satış yoluyla giderilmesine dair verilen ilk kararın taraflarca temyiz edilmesi üzerine, Dairemizin 22.12.2014 tarih, 2014/10914 Esas, 2014/14643 Karar sayılı ilamıyla, “…Dava konusu 771 ada 9 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydında 375/1390 payın malikin adının “…” nüfus kaydında ise “…” olduğu, yine taşınmazın tapu kaydında 30/1390 payın malikin adının “… oğlu …” nüfus kaydında ise “… İlçesine kayıtlı … ve … oğlu 01.07.1933 doğumlu ölü …” ile “… Mahallesine kayıtlı … ve … oğlu 01.07.1933 doğumlu …” adında kişilerin mevcut olduğu anlaşıldığından tapu pay malikleri … ve …’ın gerçek kimlik bilgilerinin araştırılarak tespiti; öncelikle tapudaki kimlik bilgilerinin idari yoldan nüfus kayıtlarına uygun hale getirilmesi, bunun mümkün olmaması halinde ise tapu kaydındaki kimlik bilgilerinin düzeltilmesi için dava açmak üzere davacı vekiline yetki ve uygun bir süre verilerek tapu kaydının nüfus kayıtlarına uygun hale getirilmesi sağlandıktan sonra davanın esası hakkında karar verilmesi gerekir. Eksik araştırma ve inceleme ile infazda tereddüt oluşturacak biçimde yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.” gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda; davanın kabulüne dava konusu taşınmaz üzerindeki ortaklığın satış yoluyla giderilmesine karar verilmiştir.
Hükmü, davalı … vekili ve davacı vekili temyiz etmiştir.
Davalı … vekili ve davacı vekili talebi yönünden yapılan incelemede;
Mahkeme kararı, hükmü temyiz eden davalı … Başkanlığına 22.05.2018 tarihinde; davacı vekiline 22.05.2018 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş olup, adı geçen taraflar 8 günlük yasal süre geçirildikten sonra temyiz isteminde bulunmuşlardır. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 432/4. maddesi ve 01.06.1990 tarihli ve 3/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gereğince süresi geçirilen temyiz istemlerinin reddi gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı … vekili ve davacı vekilinin temyiz dilekçesinin süreden REDDİNE, peşin yatırılan harcın istek halinde yatıranlara iadesine, 11.02.2020 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
K A R Ş I O Y
Temyiz eden davalı … vekili ve davacı vekilinin, kanunun öngördüğü 8 günlük temyiz süresini geçirdiği gerekçesiyle, sayın çoğunluğun kararıyla temyiz talebinin reddine karar verilmiştir.
Burdur Sulh Hukuk Mahkemesinin temyize konu 29.03.2018 tarihli kararında, ortaklığın giderilmesine karar verilmiş, gerekçeli kararda “Kararın tebliğden itibaren 2 haftalık süre içerisinde istinaf yolu açık olmak üzere.” ibaresine yer verildiği görülmüştür.
Medenî yargıda süre, davayla ilgili bir işlemin yapılması amacıyla, mahkeme veya ilgililer için, kanun tarafından veya kanunun verdiği yetkiye dayanarak hâkim veya ilgili şahıs tarafından tayin olunan belirli bir zaman dilimi, şeklinde tarif edilebilir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun, “Sürelerin belirlenmesi” kenar başlıklı 90. maddesine göre; süreler, kanunda belirtilir veya hâkim tarafından tespit edilir. Kanunda belirtilen istisnai durumlar dışında, hâkim kanundaki süreleri artıramaz veya eksiltemez. Hâkim, kendisinin tespit ettiği süreleri, haklı sebeplerle artırabilir veya eksiltebilir; gerekli gördüğü takdirde, bu konudaki kararından önce tarafları da dinler.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının;
1- “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilerek, hak arama hürriyeti teminat altına alınmıştır.
2- “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” kenar başlıklı 40. maddesinin ikinci fıkrasında, Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu ifade edilmiştir.
Hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde, Anayasanın 40. maddesi uyarınca diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bağlamda Anayasanın, devletin işlemlerinde ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmesi gerektiğini ifade eden 40. maddesinin de adil yargılanma hakkının kapsamının belirlenmesinde gözetilmesi gerektiği açıktır.
Kanun koyucu, devlet organlarının tesis ettiği işlemlere karşı başvurulacak kanun yolunu ve hangi mercilere başvurulacacağını ve başvuru süresi bakımından tarafların doğru bilgi sahibi olmalarını sağlayarak, dağınık mevzuat karşısında hangi yola müracaat edileceğini bilmeyen yahut tereddüt eden bireylerin hak arama özgürlüğünü etkin ve sağlıklı bir şekilde kullanmalarını amaçlamıştır.
Bu hükümden anlaşılacağı üzere, kanun yollarına ilişkin Hukuk Muhakemeleri Kanununun 345 ve 361. maddelerinde düzenlenen süreler hâkim tarafından değil, kanun tarafından tayin edilen kesin ve hak düşürücü süreler olmalarına rağmen, mahkeme kararında bu sürelerin ve başvurulacak merciin belirtilmesi gerekmektedir.
Mahkemelerin bunları salt göstermeleri yetmez; aynı zamanda doğru olarak göstermeleri de anayasal gerekliliktir.
Güçler ayrılığının bulunduğu hukuk sistemimizde yargının da yasama ve yürütme kadar devleti temsil ettiği gözden uzak tutulmamalıdır. Yargı organları süreleri keyfi olarak değiştiremezler ve kanunla belirlenen süreleri yanlış göstermeleri diğer bireyler bakımından emsal teşkil etmez ise de dava ile ilgili olan herkes egemenliği kullanan yetkili organlardan biri olan mahkemelerin kararlarına itimat etmek ve kararda gösterilen sürelere riayet etmek konusunda haklı bir beklentiye sahiptirler.
Öte yandan, Anayasanın 138/4. maddesi uyarınca, “yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” Mahkeme kararlarının bağlayıcılığı olarak bilinen bu ilke karşısında da mahkeme kararında yazılı olan süreye riayet eden bireylerin hak kaybına uğramaması gerekir.
Adil yargılanma hakkının en temel unsurlarından biri olan mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir…
Dava açma sürelerini düzenleyen son derece karışık ve dağınık olan bir mevzuatın aşırı şekilci ve katı yorumu, mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir. Özellikle başvuru mercii ve süresi doğru gösterilmeyen işlemlerle ilgili davalarda mahkemelerin usul kurallarını yorumlarken mahkemeye erişim hakkının özünü zedeleyecek şekilde katı yorumdan kaçınmaları gerekir.
Yukarıda açıklanan karşı oy gerekçesi doğrultusunda, davalı … vekili ve davacı vekili tarafından hükmün süresi içerisinde temyiz edildiği kabul edilerek, bu taraflar yönünden de esastan temyiz incelemesi yapılması gerektiği düşüncesine sahip olduğumuzdan, sayın çoğunluğun kararına iştirak edemiyoruz.