Yargıtay Kararı 14. Hukuk Dairesi 2016/8783 E. 2018/7765 K. 14.11.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 14. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/8783
KARAR NO : 2018/7765
KARAR TARİHİ : 14.11.2018

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 22.12.2014 gününde verilen dilekçe ile temliken tescil veya tazminat talebi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın teminat istemi yönünden kabulüne dair verilen 17.11.2015 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davalılar tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
K A R A R
Dava temliken tescil veya yapı bedelinin tazmini olmazsa malzemelerin sökülüp iadesi istemine ilişkindir.
Davacı 14337 parselin davalı … adına olduğunu, diğer davalı …’ın da …’nin eşi olduğunu, …’ın taşınmaza bina yapması için rıza göstermesi nedeniyle iyiniyetli olarak bina inşaa ettiğini, temliken tescil hukuki nedenine dayalı … iptali ve tescil veya yapı bedelinin tazmini olmazsa malzemelerin sökülüp tarafına iadesini talep etmiştir.
Davalılar davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacının … iptali ve tescil talebinin reddine, yapı bedelinin tahsiline ilişkin talebin kısmen kabulüne yapının ruhsatsız olduğu gerekçesiyle mahkemece takdir edilen 10.000,00TL’nin davalılardan tahsiline karar vermiştir.
Hükmü, davalılar temyiz etmiştir.
1)Taraf sıfatı, bir başka deyişle husumet ehliyeti; davaya konu hak ile kişiler arasındaki ilişkiyi ifade eder. Sıfat, bir maddi hukuk ilişkisinde tarafların o hak ile ilişkisinin olup olmadığının belirlenmesi anlamına gelir. Davacı sıfatı, davaya konu hakkın sahibini, davalı sıfatı ise davaya konu hakkın yükümlüsünü belirler. Uygulamada davacı sıfatı, aktif husumeti, davalı sıfatı ise pasif husumeti karşılayacak şekilde kabul edilmektedir. Dava konusu şey üzerinde kim ya da kimler hak sahibi ise, davayı bu kişi veya kişilerin açması ve kime karşı hukuki koruma isteniyor ise o kişi veya kişilere davanın yöneltilmesi gerekir. Bir kimsenin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının tayininde olduğu gibi maddi hukuka göre belirlenir. Taraf sıfatı bu anlamda, defi değil itiraz niteliğinde olup; taraflarca süreye ve davanın aşamasına bakılmaksızın her zaman ileri sürülebileceği gibi taraflar ileri sürmemiş olsalar bile mahkemece re’sen nazara alınmalıdır.
Somut olayda, dava konusu 14337 parsel sayılı taşınmazın davalı … adına kayıtlı olduğu … kaydından anlaşılmaktadır. Davalı … dava konusu taşınmazda paydaş olmadığından pasif husumet ehliyeti bulunmamaktadır. Bu nedenle, davalı … hakkındaki davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle reddi gerekirken, kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiştir.
2)Türk Medeni Kanununun 684 ve 718. maddeleri hükümleri gereğince yapı, üzerinde bulunduğu taşınmazın mütemmim cüzü (tamamlayıcı parçası) haline gelir ve o taşınmazın mülkiyetine tabi olur. Ancak, yasa koyucu somut olaydaki taşınmazın durumunu genel hükümlere bırakmamış, bu konumdaki taşınmazların maliki ile yapıyı yapan kişi arasındaki ilişkiyi Türk Medeni Kanununun 722, 723. ve 724. maddelerinde özel olarak düzenlemiştir. Uyuşmazlığın bu kapsamda değerlendirilmesi gerekecektir.
Bir kimsenin kendi malzemesi ile başkasının tapulu taşınmazına sürekli, esaslı ve mütemmim cüzü (tamamlayıcı parçası) niteliğinde yapı yapması halinde diğer koşullar da mevcutsa malzeme sahibi yapının bulunduğu alan ile yapının kullanılması için zorunlu arazi parçasının tescilini mülkiyet hakkı sahibinden isteyebilir.
Türk Medeni Kanununun 724. maddesinde yapı sahibine tanınan bu hak, kişisel hak niteliğinde olup, bina sahibi ve onun külli halefleri tarafından, inşaat yapılırken taşınmazın maliki kim ise ona ya da onun külli haleflerine karşı ileri sürülebilir. Hemen belirtmek gerekir ki, taşınmaza sonradan malik olan kişiye karşı da bu kişisel hak ancak yapı sahibini bu haktan mahrum bırakmak amacıyla arsa sahibi ile el ve işbirliği içinde olduğu iddiası ileri sürülebilir. Malzeme sahibinin Türk Medeni Kanununun 724. maddesine dayanarak tescil talebinde bulunabilmesi bazı koşulların varlığına bağlıdır;
a) Birinci koşul, malzeme sahibinin iyiniyetli olmasıdır;
Türk Medeni Kanununun 724. maddesi hükmünden açıkça anlaşıldığı üzere, taşınmaz mülkiyetinin yapı sahibine verilebilmesi için öncelikli koşul iyiniyettir. Öngörülen iyiniyetin Türk Medeni Kanununun 3. maddesinde hükme bağlanan sübjektif iyiniyet olduğunda da kuşku yoktur. Bu kural, malzeme sahibinin, elattığı taşınmazın başkasının mülkü olduğunu bilmemesini veya beklenen tüm dikkat ve özeni göstermesine karşılık bilebilecek durumda olmamasını ya da yapıyı yapmakta haklı bir sebebinin bulunmasını ifade eder. Malzeme sahibinin tescil istemi ile açtığı davada iyiniyetin varlığı iddia ve savunmaya bakılmaksızın mahkemece re’sen araştırılmalıdır. Ne var ki, 14.02.1951 tarihli ve 17/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği gibi olay ve karinelerden, durumun özelliklerine göre kendisinden beklenen dikkat ve özeni göstermemiş olduğu açık bulunan malzeme sahibinin temliken tescil talebinde bulunması mümkün değildir. Çünkü bu gibi durumlarda kötüniyet karşı tarafın ispatı gerekmeden belirlenmiş olur. Ayrıca iyiniyet inşaatın başladığı andan tamamlandığı ana kadar devam etmelidir.
b) İkinci koşul ise yapı kıymetinin taşınmazın değerinden açıkça fazla olmasıdır; bu koşul dava tarihine ve objektif esaslara göre saptanmalı, fazlalık ilk bakışta da kolayca anlaşılmalıdır. İnşaatın kapsadığı alanın ifrazı kabil ise arsa değeri yalnız bu kısma göre, aksi halde tamamının değerine göre bulunmalıdır. Bazı Yargıtay kararlarında vurgulandığı üzere, inşaatın kaldırılmasının arazi ve malzemeye vereceği zarar, kaldırılmasıyla malzeme sahibinin elde edeceği yarardan daha fazla ise inşaatın kaldırılması fahiş bir zarara yol açar.
c) Üçüncü koşul, yapıyı yapanın (malzeme sahibinin), taşınmaz malikine uygun bir bedel ödemesidir. Uygun bedel genellikle yapı için gerekli olan arsa miktarının dava tarihindeki gerçek değeri olarak kabul edilmekte ise de, büyük bir taşınmazın bir kısmının devri gerektiğinde geri kalan kısmın bedelinde noksanlıklar meydana gelecekse, bunlar taşınmaza bağlı öteki zararlar da göz önünde bulundurularak hak ve yarar dengesi kurulması suretiyle hesaplattırılmalı, iptale konu zemin bedeli arsa sahibine ödenmek üzere depo ettirilmeli, önceden ödenmiş bedel var ise bu miktar ödenecek bedelden mahsup edilmelidir.
Yukarıda değinilen üç koşulun yanı sıra, yapının bulunduğu arazi parçası davalıya ait taşınmazın bir kısmını kapsıyor ise tescile konu olacak yer, inşaat alanı ile zorunlu kullanım alanını kapsayacağından mahkemece iptal ve tescile karar verebilmek için bu kısmın ana taşınmazdan ifrazının da mümkün olması gereklidir.
Somut olayda; davacının kayıt malikinin açık muvafakati alınmaksızın kayıt maliki adına olan taşınmazda yaptığı yapıdan dolayı temliken tescil talep edilemez. Bu durumda davacı, taşınmaz malikinin davalı … olduğunu bildiği ve yapıyı yapmasında haklı bir nedeni bulunmadığı anlaşılmakla, davacı bakımından TMK’nin 3. maddesinde hükme bağlanan sübjektif iyiniyetin gerçekleşmediği görülmektedir. Ancak bu bina taşınmaza değer kattığından davacı yararına sadece TMK’nin 723/son maddesi uyarınca malzemenin arazi maliki için taşıdığı en az değerine ilişkin bir tazminata hükmedilmelidir.
Diğer yandan; HMK’nin 266. maddesi gereğince mahkemece, çözümü hukuk dışında özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişi görüşüne başvurulması gerekir. Sadece hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişi incelemesi yaptırılmasına gerek bulunmamaktadır. Hukuki konularda bilirkişiye başvurmak nasıl hatalı ise çözümü özel ve teknik bilgiyi gerektiren konularda hakim bilirkişiye başvurmadan kendi bilgisine veya genel olarak dosyadaki bilgilere dayanarak karar vermesi de o derece hatalıdır. Bu nedenle Hakimin hukuki konular dışında kendi özel bilgisiyle bilirkişi yerine geçerek karar vermesi doğru değildir.
Açıklanan ilkeler doğrultusunda; 02.10.2015 tarihli İnşaat bilirkişisi tarafından hazırlanan raporda müdahaleye konu taşınmazda, davacı tarafından inşa edilen yapının asgari levazım bedelinin hesaplanmadığı, mahkemece tazminat miktarının binanın ruhsatsız olması nedeniyle bilirkişi raporunda bina için belirlenen miktardan tenkisat yapılarak belirlendiği anlaşılmış olup, mahkemece usulüne uygun bilirkişi incelemesi yaptırılarak bir karar verilmesi gerekirken, bilirkişi yerine geçerek hakimin uzmanlık alanında bulunmayan bir konuda re’sen tazminat miktarından tenkisat yapılarak yerinde olmayan gerekçe ile yazılı şekilde karar verilmesi de doğru görülmemiştir.
Mahkemece, belirtilen hususlar gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalıların temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istek halinde yatıranlara iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,
14.11.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.