Yargıtay Kararı 14. Hukuk Dairesi 2014/8323 E. 2014/13044 K. 18.11.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 14. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/8323
KARAR NO : 2014/13044
KARAR TARİHİ : 18.11.2014

MAHKEMESİ : Torbalı 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 18/03/2014
NUMARASI : 2013/466-2014/122

Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 11.10.2012 gününde verilen dilekçe ile inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan muhakeme sonunda; davanın reddine dair verilen 18.03.2014 günlü hükmün Yargıtayca, duruşmalı olarak incelenmesi davacı K.. A.. vekili tarafından istenilmekle, tayin olunan 18.11.2014 günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Av. H.. D.. ile karşı taraftan davalı vekili Av. M.. M.. geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen tarafların sözlü açıklamaları dinlendi. Duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Bilahare dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

_K A R A R_

Dava, inanç sözleşmesine dayalı olarak tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir.
İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.
İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmesi, 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) “delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nın 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.
Yazılı delil veya “delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.
İnanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanununun 125. maddesi hükmü gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir.
Diğer taraftan HMK’nın 33. maddesince dava konusuna ilişkin olayları anlatmak davanın taraflarına, o olaylara uygun yasa hükümlerini bulup uygulamak ise hakime ait bir görevdir. 04.06.1958 tarih 15/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında vurgulandığı üzere hakim davada sadece tarafların ileri sürdükleri maddi vakıalar ve neticei taleplerle bağlıdır. Onların tavsifleri ile bağlı olmadığından önüne gelen davada iddia ve müdafaadaki neticei talepleri karara bağlamak hakimin görevidir.
Bu ilkeler ışığında somut olaya gelince; dava dilekçesi ve yargılama aşamalarındaki ileri sürülüş biçimine göre davacı tarafın talebi inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir. Davacı tarafça da inanç sözleşmesinin kanıtı olarak davalının imzası bulunan “Belgedir” başlıklı belgeye dayanılmıştır. Mahkemece bu doğrultuda araştırma ve gerekli değerlendirme yapılarak sonucuna uygun bir hüküm kurulması gerekir.
Davanın hukuki sebebinin hatalı olarak harici satın alma nedenine dayalı tapu iptali ve tescil olarak nitelendirilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre tarafların diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin yatırılan temyiz harcının istek halinde yatıranlara iadesine, 1.100 TL Yargıtay duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacı K.. A..’a verilmesine, 18.11.2014 gününde oybirliği ile karar verildi.