Yargıtay Kararı 14. Hukuk Dairesi 2014/1970 E. 2014/6244 K. 13.05.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 14. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/1970
KARAR NO : 2014/6244
KARAR TARİHİ : 13.05.2014

KARAR NO: 2014/6244 Y A R G I T A Y İ L A M I
MAHKEMESİ : Ankara 10. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 26/03/2013
NUMARASI : 2012/246-2013/164

Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 30.04.2012 gününde verilen dilekçe ile inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil ikinci kademede tazminat istenmesi üzerine yapılan muhakeme sonunda; davanın reddine dair verilen 26.03.2013 günlü hükmün Yargıtayca duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili ile duruşmasız temyizi davalı vekili tarafından istenilmekle tayin olunan 13.05.2014 günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Av. D. Ç.ile karşı taraf davalı vekili Av. C. S. geldi, Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen tarafların sözlü açıklamaları dinlendi. Duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Bilahare dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
_ K A R A R _
Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil, ikinci kademede tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmü, taraf vekilleri temyiz etmiştir.
İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.
İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmesi, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış “delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nın 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.
Yazılı delil veya “delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.
İnanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanunu’nun 125. maddesi hükmü gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir.
Bu ilkeler ışığında somut olaya gelince;
1- Yapılan yargılamaya, toplanan deliller ve dosya içeriğine göre; BK’nın 128. maddesi uyarınca zamanaşımı alacağın muaccel hale geldiği tarihten başlayacağından ve inanç sözleşmesi alacaklısının ferağ umudunu yitirdiği tarihin dava konusu taşınmazların ferağının verilmeyeceğinin anlaşıldığı (davaya konu olayda davalının davacı tarafa gönderdiği 13.04.2012 tarihli ihtarnameye verilen cevabın davacıya ulaştığı) tarih olduğundan davalı vekilinin zamanaşımı nedeniyle davanın reddi gerektiğine ilişkin temyiz itirazı yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.
2- Davacı tarafın temyiz itirazlarına gelince;
Somut uyuşmazlıkta, davacının inanç ilişkisinin ispatına dayanak olarak sunduğu 27.04.1992 tarihli “yazılı beyanımdır” başlıklı belgedeki imzanın davalının eli ürünü olduğunu iddia ettiği, davalı ise savunmasında belge altındaki imzanın kendisine ait olmadığını, kabul anlamına gelmemek üzere imzanın kendisine ait olsa bile belgenin kardeşi davacı tarafından doldurulmuş olabileceğini, karbon üstü nüshasının da davacı tarafça sunulması gerektiğini belirttiği görülmektedir.
Mahkemece belgedeki imzanın davalının eli ürünü olup olmadığı hususunda yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda, 01.03.2013 tarihli grafoloji ve sahtecilik uzmanı bilirkişi tarafından düzenlenen raporda 27.04.1992 tarihli çizgisiz beyaz dosya kağıdı üzerine daktilo makinesi ile yazılmış karbonlu alt nüsha olan belgedeki imzanın davalı S.. K..’ın eli ürünü olmadığı belirtilmiştir.
Davacı tarafça bilirkişi raporuna itiraz edilmesine ve Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasının talep edilmesine rağmen mahkemece davacı tarafın itirazları değerlendirilmeksizin grafoloji ve sahtecilik uzmanı bilirkişiden alınan rapora itibar edilerek hüküm kurulduğu görülmüştür.
Grafoloji ve sahtecilik uzmanı bilirkişi imza incelemesi yönünden tek yetkili bilirkişi olmadığı gibi verdiği raporun da mahkemeyi kesin olarak bağlayacağı düşünülemez.
Hal böyle olunca; belgedeki kullanılan imzanın sahte olduğu iddiasının başka bir ifadeyle imzanın davalının eli ürünü olup olmadığı hususunun 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanununun 21. maddesi uyarınca imza incelemesi yönünden en yetkili İstanbul Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesinden rapor alınmak suretiyle saptanması gerekir.
Eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazının reddine, (2) numaralı bent uyarınca davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan temyiz harcının istek halinde yatıranlara iadesine, 1.100 TL Yargıtay duruşma vekalet ücretinin davalı S.. K.. mirasçılarından alınarak davacıya verilmesine, peşin yatırılan harcın istek halinde davacı tarafa iadesine, 13.05.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.