Yargıtay Kararı 14. Hukuk Dairesi 2013/16877 E. 2014/4036 K. 25.03.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 14. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/16877
KARAR NO : 2014/4036
KARAR TARİHİ : 25.03.2014

MAHKEMESİ : Şile Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 06/03/2013
NUMARASI : 2009/109-2013/87

Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 01.04.2009 gününde verilen dilekçe ile elatmanın önlenmesiyle ecrimisil, birleştirilen davada ise temliken tescil istenmesi üzerine yapılan muhakeme sonunda; asıl ve birleştirilen davanın reddine dair verilen 06.03.2013 günlü hükmün Yargıtayca duruşmalı olarak incelenmesi davacı-davalı M.. A.. vekili ile duruşmasız olarak davalı-davacı vekili tarafından istenilmekle tayin olunan 25.03.2014 günü için yapılan tebligat üzerine taraflardan gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

_ K A R A R _

Davacı Mehmet, murisi tarafından vasiyet edilen 600 parsel sayılı taşınmazda davalı Mustafa’nın fuzuli şagil olduğunu ileri sürerek, elatmanın önlenmesiyle taşınmazdan tahliyesini ve 5.000 TL ecrimisilin davalıdan alınmasını istemiştir.
Davalı Mustafa, taşınmazın sözlü olarak tarafına bırakıldığından vasiyet edildiğini de düşünerek bina yaptığını, TMK’nın 724. maddesine dayanarak dava açtığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Aynı mahkemenin birleştirilen 2009/181 Esas 2010/9 Karar sayılı davasında davacı Mustafa, murisi tarafından kendisine vasiyet edildiğini düşündüğü 600 parsel sayılı taşınmaza 15-20 yıl önce iyiniyetle bina yaptığını, bina değerinin zemin değerinden fazla olduğunu ileri sürerek davalı Mehmet adına kayıtlı 600 sayılı parselin tapu kaydının iptaliyle adına tescilini istemiştir.
Davalı Mehmet, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, asıl ve birleştirilen davaların kanıtlanamadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.
Hükmü, taraflar vekilleri temyiz etmiştir.
Asıl dava, mülkiyet hakkına dayalı elatmanın önlenmesi ve ecrimisil; birleştirilen dava ise temliken tescil istemlerine ilişkindir.
TMK’nın 684 ve 718. maddeleri hükümleri gereğince yapı, üzerinde bulunduğu taşınmazın mütemmim cüzü (tamamlayıcı parçası) haline gelir ve o taşınmazın mülkiyetine tabi olur. Ancak, yasa koyucu somut olaydaki taşınmazların durumunu genel hükümlere bırakmamış, bu konumdaki taşınmazların maliki ile yapıyı yapan kişi arasındaki ilişkiyi TMK’nın 722, 723. ve 724. maddelerinde özel olarak düzenlemiştir. Uyuşmazlığın bu kapsamda değerlendirilmesi gerekecektir.
Bir kimsenin kendi malzemesi ile başkasının tapulu taşınmazına sürekli, esaslı ve mütemmim cüzü (tamamlayıcı parçası) niteliğinde yapı yapması halinde diğer koşullar da mevcutsa malzeme sahibi yapının bulunduğu alan ile yapının kullanılması için zorunlu arazi parçasının tescilini mülkiyet hakkı sahibinden isteyebilir.
TMK’nın 724. maddesinde yapı sahibine tanınan bu hak, kişisel hak niteliğinde olup, bina sahibi ve onun külli halefleri tarafından, inşaat yapılırken taşınmazın maliki kim ise ona ya da onun külli haleflerine karşı ileri sürülebilir. Hemen belirtmek gerekir ki, taşınmaza sonradan malik olan kişiye karşı da bu kişisel hak ancak yapı sahibini bu haktan mahrum bırakmak amacıyla arsa sahibi ile el ve işbirliği içinde olduğu iddiası ileri sürülebilir.
Malzeme sahibinin TMK’nın 724. maddesine dayanarak tescil talebinde bulunabilmesi bazı koşulların varlığına bağlıdır;
a) Birinci koşul, malzeme sahibinin iyiniyetli olmasıdır;
TMK’nın 724. maddesi hükmünden açıkça anlaşıldığı üzere, taşınmaz mülkiyetinin yapı sahibine verilebilmesi için öncelikli koşul iyiniyettir. Öngörülen iyiniyetin TMK’nın 3. maddesinde hükme bağlanan sübjektif iyiniyet olduğunda da kuşku yoktur. Bu kural, malzeme sahibinin, elattığı taşınmazın başkasının mülkü olduğunu bilmemesini veya beklenen tüm dikkat ve özeni göstermesine karşılık bilebilecek durumda olmamasını ya da yapıyı yapmakta haklı bir sebebinin bulunmasını ifade eder.
Malzeme sahibinin tescil istemi ile açtığı davada iyiniyetin varlığı iddia ve savunmaya bakılmaksızın mahkemece re’sen araştırılmalıdır. Ne var ki, 14.02.1951 tarihli ve 17/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği gibi olay ve karinelerden, durumun özelliklerine göre kendisinden beklenen dikkat ve özeni göstermemiş olduğu açık bulunan malzeme sahibinin temliken tescil talebinde bulunması mümkün değildir. Çünkü bu gibi durumlarda kötüniyet karşı tarafın ispatı gerekmeden belirlenmiş olur. Ayrıca iyiniyet inşaatın başladığı andan tamamlandığı ana kadar devam etmelidir.
b) İkinci koşul ise yapı kıymetinin taşınmazın değerinden açıkça fazla olmasıdır;
Bu koşul dava tarihine ve objektif esaslara göre saptanmalı, fazlalık ilk bakışta da kolayca anlaşılmalıdır. İnşaatın kapsadığı alanın ifrazı kabil ise arsa değeri yalnız bu kısma göre, aksi halde tamamının değerine göre bulunmalıdır. Bazı Yargıtay kararlarında vurgulandığı üzere, inşaatın kaldırılmasının arazi ve malzemeye vereceği zarar, kaldırılmasıyla malzeme sahibinin elde edeceği yarardan daha fazla ise inşaatın kaldırılması fahiş bir zarara yol açar.
c) Üçüncü koşul, yapıyı yapanın (malzeme sahibinin), taşınmaz malikine uygun bir bedel ödemesidir.
Uygun bedel genellikle yapı için gerekli olan arsa miktarının dava tarihindeki gerçek değeri olarak kabul edilmekte ise de, büyük bir taşınmazın bir kısmının devri gerektiğinde geri kalan kısmın bedelinde noksanlıklar meydana gelecekse, bunlar taşınmaza bağlı öteki zararlar da göz önünde bulundurularak hak ve yarar dengesi kurulması suretiyle hesaplattırılmalı, iptale konu zemin bedeli arsa sahibine ödenmek üzere depo ettirilmeli, önceden ödenmiş bedel var ise bu miktar ödenecek bedelden mahsup edilmelidir.
Yukarıda değinilen üç koşulun yanı sıra, yapının bulunduğu arazi parçası davalıya ait taşınmazın bir kısmını kapsıyor ise tescile konu olacak yer, inşaat alanı ile zorunlu kullanım alanını kapsayacağından mahkemece iptal ve tescile karar verebilmek için bu kısmın ana taşınmazdan ifrazının da mümkün olması gereklidir.
Somut uyuşmazlıkta, dava konusu 6.. parsel sayılı taşınmaz tapuda davacı M.. A.. adına kayıtlıdır. Davacı mülkiyet hakkına dayanarak elatmanın önlenmesi, davalı ise birleştirilen davada temliken tescil isteminde bulunmuştur.
Mahkeme kararlarının asgari olarak iki tarafın iddia ve savunmalarının özetlerini, mahkemece incelenen maddi ve hukuki olay ve meselelerin özünü, mahkemeyi sonucuna götüren gerekçenin ne olduğu hususlarını ihtiva etmeleri zorunlu bulunmaktadır (HMK madde 297). Yine, Anayasa’nın 141. maddesinin 3. fıkrası hükmü de tüm mahkeme kararlarının gerekçeli olmasını amir bulunmaktadır. Kararlara konulması gereken gerekçeler sayesinde taraflar hükmün hangi maddi ve hukuki sebebe dayandırıldığını anlayabilecekleri gibi, karar aleyhine kanun yoluna başvurulduğunda da Yargıtay incelemesi sırasında ancak bu gerekçe sayesinde kararın usul ve yasaya uygun olup olmadığı saptanabilir. Diğer bir deyişle, Yargıtay denetimi ancak bir kararın gerekçe taşıması halinde mümkün olabilir. Temyiz konusu yapılan dört sayfalık mahkeme kararında ise sadece davaya konu olaylardan bahsedilmektedir. Mahkeme kararı gerekçe ihtiva etmemekte sadece “Mahkememizce toplanan deliller, tarafların beyanları, alınan bilirkişi raporu diğer tutanaklar ve tüm dosya kapsamından davacının ve birleştirilen dosya davacısının davalarının ispat olunamaması nedeniyle reddine dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir” şeklinde kaleme alınmış bulunmaktadır. Bu şekilde hüküm kurulması usule ve yasaya aykırı olup Yargıtay denetimi olanağını da ortadan kaldıracağından yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle taraflar vekillerinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair hususların şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin yatırılan harcın istek halinde yatırana iadesine, 25.03.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.