YARGITAY KARARI
DAİRE : 14. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/12550
KARAR NO : 2014/420
KARAR TARİHİ : 09.01.2014
MAHKEMESİ : Pozantı Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 24/04/2013
NUMARASI : 2011/250-2013/137
Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 21.12.2011 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil, kademeli olarak ise tazminat istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 24.04.2013 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
K A R A R
Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tazminat isteğine ilişkindir.
Davalılar vekili, tapu iptali ve tescil isteminin geçerli bir sözleşme olmaması nedeniyle, tazminat isteminin ise zamanaşımı nedeniyle reddini savunmuştur.
Mahkemece, tapu iptali ve tescil davasının harici satış sözleşmesinin geçerli olmaması nedeniyle, tazminat isteminin ise zamanaşımı süresinin dolduğu gerekçesi ile reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.
İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı
verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmesi, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) “delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nın 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.
Yazılı delil veya “delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m. 225 vd.) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.
Bu ilkeler ışığında somut olaya gelince;
Davacı, davalı B. Ç. dünürü olduğunu, kızı Sevilay ile damadı Mehmet’in nişanlı olduğu dönemde dava konusu 104 ada 24 ( imar uygulaması ile 104 ada 61, 62, 63 ve 64 ) parsel sayılı taşınmazın yarı yarıya satın alındığını hisseli olarak tescil edilmesinin mümkün olmaması nedeniyle davalıların murisi H. Ç. adına tescil edildiğini, buna ilişkin 31.08.1998 tarihli belgenin düzenlendiğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil, bu istem kabul edilmediği takdirde taşınmazın rayiç değerinin davalılardan tahsilini istemiştir.
Bu durumda, mahkemece davacının inanç sözleşmesine dayandığının kabulü ile tapu iptali ve tescil isteğinin yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda incelenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken davacının talebi hatalı şekilde nitelendirilerek harici satış sözleşmesinin geçerli olmadığından bahisle tapu iptali ve tescil isteminin reddine karar verilmesi doğru değildir.
Öte yandan, inanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı öngörülmediğinden Borçlar Kanununun 125. maddesi hükmü gereğince zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir. Borçlar Kanununun 128. maddesi gereğince de zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihte başlar. Bu gibi davalarda zamanaşımının başlama tarihi, inanç sözleşmesine dayanan kişinin ferağ verileceği umudunu yitirdiği tarih olarak kabul edilmektedir. Davacı ferağ umudunu kaybettiğini dava açmak suretiyle gösterdiğinden açılan dava zamanaşımı süresi içindedir.
Mahkemece, açıklanan bu hususlar gözardı edilerek yazılı gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın BOZULMASINA, peşin yatırılan temyiz harcının istek halinde yatırana iadesine, 09.01.2014 tarihinde oy birliği ile karar verildi