Yargıtay Kararı 14. Hukuk Dairesi 2011/14855 E. 2012/3658 K. 13.03.2012 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 14. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2011/14855
KARAR NO : 2012/3658
KARAR TARİHİ : 13.03.2012

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 02.01.2008 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil, olmazsa tazminat istenmesi üzerine yapılan muhakeme sonunda; tapu iptali ve tescil talebinin kabulüne dair verilen 15.03.2011 günlü hükmün Yargıtayca, duruşmalı olarak incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, tayin olunan 13.03.2012 günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalı vekili Av. … n ile karşı taraftan davacı vekili Av. … geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelenlerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Bilahare dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

K A R A R
Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil, ikinci kademedeki istek yapılan ödemeler ile iyileştirme giderlerinin tahsili istemleriyle açılmıştır.
Davalı, davacı ile inanç ilişkisi kurmadığını, taşınmazı malikinden tapuda kendisinin satın aldığını, açılan davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, dava kabul edilmiştir.
Hükmü, davalı temyiz etmiştir.
İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.
İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmesi, 5.2.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nun 202.maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.
Yazılı delille veya yazılı delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.
İnanç sözleşmesine ilişkin bu genel açıklamalardan sonra somut olaya gelince;
Taraflar arasında, 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği gibi yazılı bir sözleşme bulunmamaktadır. Bundan ayrı, iddianın tanıkla ispatına olanak sağlayacak yazılı delil başlangıcı gibi bir delil de yoktur.
İddiayı yasanın aradığı anlamda kanıtlayacak bir delil olmamakla birlikte, davalı aleyhine aynı yer Asliye Ceza Mahkemesinin 2008/389 esasında kayıtlı kamu davasının açıldığı, yapılan yargılama sonucu davalının
cezalandırılmasına karar verildiği görülmektedir. Borçlar Kanununun 53. maddesi hükmüne göre, ceza mahkemesinin beraata ilişkin kararı hukuk hakimini bağlayıcı değilse de, oluşa ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hakimini bağlayacağından, bu davanın sonucu eldeki davayı doğrudan etkileyecektir. Ancak, ceza mahkemesinin mahkumiyete ilişkin kararının kesinleşip kesinleşmediği dosya kapsamından anlaşılamamıştır.
Mahkemece yapılması gereken iş, asliye ceza mahkemesince davalıyı cezalandıran hükmün kesinleşip kesinleşmediğini araştırmak, kesinleşmiş bir ceza mahkemesi kararı varsa bunu Borçlar Kanununun 53.maddesi çerçevesinde değerlendirmek ve istemi buna göre sonuçlandırmak olmalıdır.
Değinilen yönün göz ardı edilmesi doğru olmadığından, karar bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 900,00 TL Yargıtay duruşma vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, peşin yatırılan harcın istek halinde iadesine, 13.02.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.