Yargıtay Kararı 14. Hukuk Dairesi 2011/14705 E. 2011/16228 K. 27.12.2011 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 14. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2011/14705
KARAR NO : 2011/16228
KARAR TARİHİ : 27.12.2011

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 14.10.2009 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde rayiç bedelin tahsili istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 07.07.2011 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacılar vekili, davalılar vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

K A R A R

Dava, 01.09.1998 tarihli taşınmaz satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil, ikinci kademedeki istem ise taşınmazın değerinin tahsili istemlerine ilişkindir.
Davalı … mirasçıları zamanaşımı definde bulunmuş, davanın reddi gerekeceğini savunmuştur.
Davalılardan … ile …, iyiniyetli tapu kayıt maliki olduklarını, davanın reddi gerektiğini bildirmiştir.
Mahkemece, davacıların ilk kademedeki tapu iptali ve tescil istemi kabul edilmiştir.
Hükmü, taraflar temyiz etmiştir.
1-Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerden, 138 sayılı parselin davalıların murisi … tarafından 01.09.1998 tarihli satış vaadi sözleşmesiyle davacıların murisine satışının vaat edildiği, satış vaadi borçlusu Zöhre’nin sözleşmeye rağmen taşınmazı 07.11.2008 tarihinde kızı olan davalı … …’e tapuda sattığı, bu kişinin de 12.10.2009 tarihinde taşınmazı satış yoluyla davalı …’ya temlik ettiği anlaşılmaktadır. Taşınmaz köy yerinde olup, tarla niteliğindedir. Dinlenen tanık sözlerinden de satış vaadine konu taşınmazın davacıların murisine teslim edildiği ve onun tarafından kullanıldığı görülmektedir.
Taşınmaz mal satış vaadi sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanununun 125. maddesi hükmü gereğince on yıllık zamanaşımı süresi uygulanır ve bu süre sözleşmenin ifa olanağının doğması ile işlemeye başlar. Ancak satışı vaat edilen taşınmaz, sözleşme ile veya fiilen satış vaadini kabul eden kişiye yani vaat alacaklısına teslim edilmiş ise on yıllık zamanaşımı süresi geçtikten sonra açılan davalarda zamanaşımı savunması Türk Medeni Kanununun 2. maddesinde yer alan “dürüst davranma kuralı” ile bağdaşmayacağından dinlenmez. Bu sebeple, Zöhre mirasçılarının zamanaşımı savunmalarının dinlenme olanağı yoktur. Diğer taraftan, gerek Türk Medeni Kanununun 3.maddesinde gerekse 14.02.1951 tarihli ve 17/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde açıklandığı üzere, vakıa ve karinelerden dolayı olayda iyiniyet iddiasında bulunamayacak durumu belirlenen bir kimsenin kötüniyetinin ayrıca ispatı gerekmez. Köy yerinde bulunan bir alanda davalı … …’in, annesi olan vaat borçlusu tarafından taşınmazın satış vaadine konu edildiğini bilmemesi düşünülemeyeceğinden …’in, aynı köyden olan ve taşınmazı hiç kullanmayan satış vaadi borçlularının akrabası da olduğu anlaşılan …’nın da kötüniyetli olduğunun kabulü gerekir. Bütün bunların sonucuna göre davalıların temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.
2-Davacıların temyiz itirazlarına gelince;
Hukukumuzda bir talebin yerinde bulunmaması halinde ikame taleple ikinci bir isteğin mahkeme önüne getirilmesi olanaklıdır. Buna kademeli dava denilmektedir. Kademeli davada davacı, bir talebi yerinde görülmezse aynı hukuki sebebe dayanarak başka bir talep öne sürebilir. Nitekim davacı, ilk kademede mülkiyet aktarımı isteminde bulunmuş, bu isteğin yerinde görülmemesi halinde ikinci kademede Borçlar Kanununun 96.maddesine dayanarak sözleşmenin ademi ifasından kaynaklanan zararının tahsilini istemiştir. Burada iki ayrı dava değil, tek bir hukuki sebepten doğan tek bir dava, ancak iki ayrı talep bulunmaktadır. Dolayısıyla, mahkemenin davacının bir talebi yerinde görmemesi halinde davalılar yararına avukatlık ücreti takdiri gerekmez.
Mahkemece yapılan bu saptama bir yana bırakılarak davalılar yararına avukatlık ücreti takdir etmesi doğru olmayıp, hükmün bozulmasını gerektirir ise de düşülen yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç göstermediğinden, karar HUMK’nun 438/VII. maddesi gereğince düzeltilerek onanmalıdır.
SONUÇ: Yukarıda (1).bentte açıklanan nedenlerle davalıların bütün temyiz itirazlarının reddine, (2).bent uyarınca davacıların temyiz itirazlarının kabulü ile temyiz olunan mahkeme kararı hüküm fıkrasının 6.bendinin bütünüyle hüküm yerinden çıkartılmasına ve hükmün DEĞİŞTİRİLEREK DÜZELTİLMİŞ bu şekli ile ONANMASINA, peşin yatırılan temyiz harcının istek halinde yatıran taraflara iadesine, 27.12.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi.