YARGITAY KARARI
DAİRE : 14. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2010/15002
KARAR NO : 2011/1072
KARAR TARİHİ : 02.02.2011
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 11.03.2010 gününde verilen dilekçe ile ipoteğin kaldırılması istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 11.10.2010 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili ile davalı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
K A R A R
Dava, ipoteğin ehliyetsizlik nedeniyle terkini istemine ilişkindir.
Davalı banka, davacının ipotek aktinin kurulmasından çok sonra vesayet altına alındığını, aktin sıhhatini etkileyecek bir neden bulunmadığını, eldeki davanın açılmasının hakkın kötüye kullanılması olduğunu, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece dava reddedilmiştir.
Hükmü taraflar temyiz etmiştir.
1-Gerçekten, taraflar arasındaki ipotek akti 07.08.2008 tarihinde tesis edilmiş, 02.02.2010 tarihinde şizofreni hastası olması nedeniyle davacıya mahkeme hükmü ile vasi tayin edilmiştir. Ne var ki, dosyada yer alan bazı sağlık kurulu raporlarından davacıya kronik şizofreni hastalığı tesisi konulduğu anlaşılmaktadır. Bu raporlar vasi tayini kararından çok önceki tarihleri içermektedir. Kuşkusuz şizofreni hastalığının ehliyete etkisini tayin hukuki değil tıbbi uzmanlığı gerektiren bir iştir.
Hal böyle olunca; davacının sözleşme yapma ehliyeti bulunup bulunmadığı hususu üzerinde yöntemince ve önemle durulması gerekmektedir.
Davranışlarının eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirme ve ayırtedebilme kudreti bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile edinme ve borç altına girme ehliyetinin varlığından söz edilemez. Ayırt etme gücü Türk Medeni Kanununun 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksunluk…” olarak tarif edilmiş, bu tarif içinde de ayırt etme gücünü ortadan kaldıran nedenlerden bazılarına değinilmiştir.
Türk Medeni Kanununun 15. maddesinde ise; kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere ayırt etme gücü bulunmayanların fiillerinin hukuki sonuç doğurmayacağı hükme bağlanmıştır. Bu gibi durumlarda karşı tarafın iyiniyetli olmasının veya olmamasının bir önemi yoktur. Görülüyor ki; Türk Medeni Kanunu’nun koyduğu hükümlerle ayırt etme gücünün önemine değinilmiş, şahıs ve malvarlığı hukuku açısından doğurduğu sonuçların büyük önem taşıdığını vurgulamıştır.
Bütün bu anlatılanların sonucuna göre eldeki davada öncelikle sözleşmenin vaat borçlusu olan davalının ayırt etme gücü olup olmadığının, başka bir anlatımla bu durumundan ötürü sözleşmenin kendisini bağlayıp bağlamayacağı hususu üzerinde durulması bir zorunluluktur.
Mahkemece yapılması gereken iş, açıldığı bildirilen vasi tayinine ilişkin davanın akıbetini mahkemesinden sormak, hükme bağlanmışsa davalıyı tayin edilecek vasi temsil edeceğinden davayı ona bildirmek, bundan sonra da tarafların gösterecekleri tüm delilleri toplamak, bildirilirse tanıklardan davalının durumunu saptamak, varsa davalıya ait doktor raporları, hasta müşahade kağıtları, film ve grafileri ilgili yerlerden getirterek, sözleşme yapma ehliyetinin tespiti özel ve teknik bilgiyi gerektirdiğinden uzman hekimden, gerek görülürse de Adli Tıp Kurumundan rapor almak, davalının ayırt etme gücü olup olmadığı incelendikten sonra çekişmenin esası hakkında bir hüküm kurmak olmalıdır.
Bütün bu yönlerin gözardı edilmesi doğru olmadığından karar bozulmalıdır.
2-Yukarıdaki bozma nedenine göre davalı bankanın temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesi gerekmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın BOZULMASINA, 2. bent uyarınca davalı bankanın temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin yatırılan harcın istek halinde yatıranlara iadesine, 02.02.2011 tarihinde oybirliği ile karar verildi.