YARGITAY KARARI
DAİRE : 14. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2007/2527
KARAR NO : 2007/6456
KARAR TARİHİ : 29.05.2007
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 26.04.2005 gününde verilen dilekçe ile inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan muhakeme sonunda; davanın reddine dair verilen 02.11.2006 günlü hükmün Yargıtayca, duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, tayin olunan 29.05.2007 günü yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı ve vekili ile Karşı taraftan davalı ve vekili gelmediler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Bilahare dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
K A R A R
Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı, dava konusu 164 parsel sayılı taşınmazın ileride mülkiyeti kendisine devredilmek üzere davalı adına alındığını üzerine yine kendi parasıyla davalıya ev yaptırdığını ileri sürerek tapu iptali ve tescil isteminde bulunmuştur.
Davalı davanın reddini savunmuş, mahkemece davanın reddine dair verilen karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Bilindiği gibi, inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı işlemin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın inanılan tarafından kullanılma, yönetilme ve inanana iade şartlarını içeren borçlandırıcı bir işlemdir.
İnanç sözleşmesi 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da inanılana bir hakkın kullanılmasında davranışlarını, inananın tespit ettiği amaca uydurmak borcunu yükler şeklinde tanımlanmış, böylece inanan inanılan namına yapılacak bir işlemden sonra, taşınmazın mülkiyetini ona (inanana) geçirme yükümlülüğü altına girdiği belirtilmiştir. Bu
yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilecektir.
İnanç sözleşmesi anılan İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delil ile kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı taraf elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, makine ile yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış, parmak izli veya mühürlü senetler gibi.) yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa HUMK.nun 292.maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delil ile ispat edilebilir.
Yazılı delille veya yazılı delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HUMK.m.236) yemin (HUMK.m.344) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.
Eldeki davada davacımız davalı ile aralarında bulunan inanç ilişkisini kanıtlamak için davalının el yazısını içerir harcamaların dökümünü gösteren defter sunmuş ve bu defterin davalı tarafından kendisine verildiğini beyan etmiştir. Davalı herne kadar defteri davacıya kendisinin vermediğini savunmuş ise de, defter içindeki ifadelerden alınan notların doğrudan davacı için yazıldığı anlaşıldığından ve defterin ne şekilde davacıya geçtiği davalı tarafından inandırıcı bir şekilde açıklanmadığından bu savunmaya itibar edilmemiştir. Davacının dayandığı bu belge içerisinde davalının çok detaylı bir şekilde yaptığı inşaat yapımı harcamalarını kendi el yazısı ile kaleme aldığı görülmektedir. Bu belge artık yukarıda sözü edilen ilkeler uyarınca inançlı işlem açısından yazılı delil başlangıcı oluşturmaktadır. Davacı yan ayrıca tanıklarıyla da iddiasını doğrulamıştır. Mahkemece tüm bu olgular birlikte gözetildiğinde davanın kabulü gerekirken reddi doğru görülmemiştir.
Kabule göre de, yerel mahkeme davanın reddine karar verirken hiçbir gerekçe göstermemiştir.
Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 388/3.maddesi uyarınca yerel mahkeme kararı “iki tarafın iddia ve savunmaların özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar itilaflı konular hakkında toplanan deliller, delillerin
tartışması red ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen vakıalarda bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepler” şeklinde gösterilen gerekçeyi içermek zorundadır. Yine Anayasanın 141 nci maddesinin 3 ncü fıkrası hükmü de mahkeme kararlarının gerekçeli olması gerektiğini düzenlemektedir. Dolayısıyla gerekçe, bir hükmün olmazsa olmaz koşuludur. Ayrıca da, mahkeme kararlarının kamusal anlamda güvencesidir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 6.maddesinde ifadesini bulan adil yargılanma hakkı artık bireylerin temel hak ve özgürlükleri arasında kabul edilmektedir. Anılan maddenin 1.bendinde mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının bir unsuru olarak kabul edilmiştir. Hal böyle olunca da, yerel mahkeme kararının gerekçe içermemesi ayrıca doğru değildir.
SONUÇ: Yukarıda yazılı nedenlerle davacının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, 29.5.2007 tarihinde oybirliği ile karar verildi.