Yargıtay Kararı 13. Hukuk Dairesi 2014/986 E. 2014/12727 K. 21.04.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 13. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/986
KARAR NO : 2014/12727
KARAR TARİHİ : 21.04.2014

MAHKEMESİ : Adana 7. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 13/03/2013
NUMARASI : 2012/374-2013/120

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde taraflar avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.
KARAR
Davacı, avukat olduğunu, davalının vekili sıfatıyla dava dışı bir şahıstan olan alacağın tahsili için icra takibi yaptığını, takibin kesinleşmesini müteakip davalının haricen alacağını tahsil ederek kendisini haksız şekilde azlettiğini ve vekalet ücretini ödemediğini, alacağının tahsili için davalı aleyhine icra takibi başlattığını, itiraz üzerine takibin durduğunu ancak yapılan itirazın haksız olduğunu ileri sürerek, davalının yaptığı itirazın iptali ile, icra takibinin kaldığı yerden devamına, % 40 dan aşağı olmamak üzere kötü niyet tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı; davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne, 7.255,00 TL asıl alacak hakkındaki itirazın iptaline, takibin devamına, fazlaya ilişkin talebin reddine, asıl alacak likit kabul edilmekle % 40 oranında icra inkar tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm taraflarca temyiz edilmiştir.
1–Avukatın, vekil olarak borçları Borçlar Kanununun 389 ve devamı maddelerinde gösterilmiş olup, vekil, adı geçen Kanunun 390. maddesine göre müvekkiline karşı vekaleti sadakat ve özenle ifa etmekte yükümlüdür. Vekil, sadakat borcu gereği olarak müvekkilinin yararına olacak davranışlarda bulunmak, ona zarar verecek davranışlardan
Kaçınmak zorunluluğundadır. “Özen borcu” ile ilgili Avukatlık Kanununun 34. maddesinde mevcut olan, “Avukatlar, yüklendikleri görevleri, bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık ünvanının gerektirdiği saygı ve güvene yakışır bir şekilde hareket etmekle yükümlüdürler.” Şeklindeki hüküm ise, avukatlık mesleğinin bir kamu hizmeti olması nedeniyle, Borçlar Kanununun 390. maddesinde düzenlenen vekilin özen borcuna göre çok daha kapsamlı ve özel bir düzenlemedir. Buna göre avukat, üzerine aldığı işi özenle ve müvekkili yararına yürütüp sonuçlandırmakla görevli olduğu gibi, müvekkilinin kendisi hakkındaki güveninin sarsılmasına neden olacak tutum ve davranışlardan da titizlikle kaçınmak zorundadır. Aksi halde avukatına güveni kalmayan müvekkilin avukatını azletmesi halinde azlin haklı olduğunun kabulü gerekir. Gerçekten de avukat, görevini yerine getirirken gerekli özen ve dikkati göstermemiş, sadakatle vekaleti ifa etmemiş ise, müvekkilinin vekilini azli haklıdır. Avukatlık Kanununun, 174. maddesinde, “Avukatın azli halinde ücretin tamamı verilir. Şu kadar ki, avukat kusur veya ihmalinden dolayı azledilmiş ise ücretin ödenmesi gerekmez.” Hükmü mevcut olup, bu hükme göre azil işleminin haklı nedene dayandığının kanıtlanması halinde müvekkil avukata vekalet ücreti ödemekle yükümlü değildir.
Bu açıklamalardan sonra dava konusu olaya bakılacak olursa; taraflar arasındaki vekalet ilişkisinin, 22.11.2011 tarihli azille sona erdiği anlaşılmaktadır. Davacı avukat, azlin haksız olduğunu ileri sürerken davalı ise, davacının görevini sadakat ve özenle yerine getirmediğini, takip ettiği davada keşif saatinde hazır olmadığını, keşif yerine keşif bittikten sonra geldiğini savunarak azlin haklı olduğunu savunmuştur. O halde taraflar arasındaki öncelikli uyuşmazlık, azlin haklı olup olmadığı ile ilgili olup, ancak bunun sonucuna göre davalının vekalet ücreti ödemekle yükümlü olup olmadığına karar verilebilecektir. Mahkemece, davalının yargılama sırasında ileri sürdüğü azil nedenleri üzerinde durulmadığı gibi, hükme esas alınan bilirkişi raporunda da, davalının somut olarak bildirdiği azil nedenleri incelenip değerlendirilmeden, 22.11.2011 tarihli azil ihtarında azil sebeplerinin ortaya konulmadığı, davalı tarafından dava aşamasında bu sebeplerin ileri sürüldüğü” gerekçesiyle de azlin haksız olduğu sonucuna varıldığı belirtilmiştir.
Oysa ki vekalet sözleşmesine ilişkin genel düzenlemeleri içeren Borçlar Kanunu’nun 386. ve sonraki maddelerinde, müvekkilin azil iradesini bildirirken azil sebeplerini de aynı anda ve bütünüyle bildirmekle yükümlü olduğu yönünde herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. Yine özel kanun niteliği taşıyan Avukatlık Kanununda da, bu yönde herhangi bir
sınırlama mevcut değildir. O halde davalı müvekkilin, azil iradesinin bildirimine ilişkin ihtarnamesinde açıkladığı azil sebepleriyle bağlı bulunmadığı, görülmekte olan davada yeni ve başkaca azil sebepleri bildirebileceği, azlin haklı olduğu yönündeki savunmasını da bu sebeplere dayandırabileceği kabul edilmelidir. Aksinin kabulü, Anayasa’da düzenlenip güvence altına alınmış olan savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır. (Bkz. HGK’nun T. 11.10.2006, E.2006/13-610, K.2006/639 sayılı kararı). O halde mahkemece, davalının savunmasında bildirmiş olduğu azil nedenleri ile ilgili ayrı ayrı inceleme ve değerlendirme yapılmak suretiyle, azlin haklı olup olmadığı irdelenerek, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanlış değerlendirmelerle yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
2-Bozma nedenine göre, tarafların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir.
SONUÇ : Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün, temyiz eden davalı yararına BOZULMASINA, 2. bent gereğince tarafların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, 21.04.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.