Yargıtay Kararı 13. Hukuk Dairesi 2014/14507 E. 2014/17812 K. 05.06.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 13. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/14507
KARAR NO : 2014/17812
KARAR TARİHİ : 05.06.2014

MAHKEMESİ : İstanbul Anadolu 10. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 26/12/2013
NUMARASI : 2006/24-2013/380

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR
Davacı vekili, davacının % 54 hissedarı bulunduğu gayrimenkul üzerinde hazine ile çıkan ihtilafın çözümü için davalının vekil tayin edildiğini, taraflar arasında 10/01/2001 tarihli protokol başlıklı sözleşmenin imzalandığını, davalı avukatça tahsil edilen 136.000-TL’den 33.000-TL’nin davacıya ödendiğini, ibranamenin de davalının baskısı ile düzenlendiğini ileri sürerek ödenmeyen paradan şimdilik 20.000-TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, davacının aktif husumet yokluğu nedeni ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, vekalet sözleşmesinden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir. Mahkemece, vekilin temsil sıfatı olup taraf sıfatı bulunmadığı, işlemlerden doğan hak ve borçların vekile değil asile ait olduğu, davacı olarak yer alan M.. Ç..’ın F. K. vekili olup aktif husumet ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle davanın aktif husumet yokluğu nedeni ile reddine karar verilmiştir.
Husumet konusu, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 187. maddesinde (HMK m. 116) yer alan ilk itirazlardan olmadığından davanın her aşamasında ileri sürülebilir. Taraflarca ileri sürülmese dahi gerek mahkemece, gerekse Yargıtay’ca tarafların bu yönde bir savunmasının olup olmadığına bakılmaksızın kendiliğinden gözetilir. Dava ehliyeti, kişinin bizzat veya vekili aracılığıyla bir davayı davacı veya davalı olarak takip etme ve usuli işlemleri yapabilme ehliyetidir. Dava ehliyeti, medeni hakları kullanma ehliyetinin usul hukukunda büründüğü şekildir; dolayısıyla, medeni hakları kullanma ehliyetine ( fiil ehliyetine ) sahip gerçek ve tüzel kişiler dava ehliyetine de sahiptirler.
Taraf sıfatına gelince; bir hakkı dava etme yetkisi ( dava hakkı ) kural olarak o hakkın sahibine aittir. Bir hakkın sahibinin kim olduğu, dolayısıyla o hakkı dava etme yetkisinin kime ait olduğu, (o davada davacı sıfatının kime ait olacağı) tamamen maddi hukuk kurallarına göre belirlenir. Ancak, bir davanın davacısının o dava yönünden davacı sıfatına sahip bulunmadığının belirlenmesi halinde, mahkeme dava konusu hakkın mevcut olup olmadığını inceleyemeyeceği ve sıfat yokluğundan davanın reddine karar vermek zorunda olduğu için, taraf sıfatı usul hukukunun da düzenleme alanındadır.
Eş söyleyişle, sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde, taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir (Bkz. Baki Kuru- Ramazan Arslan- Ejder Yılmaz, Medeni Usul Hukuku, 7. baskı, Ankara 1995, s. 231).
Bu nedenle davanın tarafları, taraf ehliyetine sahip olmalıdır. Yani bir davada taraf olabilmek için, ya hakiki şahıs; ya da hükmi şahıs olmak gerekir. Zira taraf ehliyeti, medeni hukukun haklardan istifade ehliyetine tekabül eder (Bkz. Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, C. I-II, 7. Baskı, İstanbul 2000, s. 288 ).
Öte yandan, HMK.’nun “Tarafta iradi değişiklik” başlıklı 124. maddesinde, bir davada taraf değişikliğinin, ancak karşı tarafın açık rızası ile olanaklı olduğu bildirildikten sonra, ancak, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği isteminin, karşı tarafın rızası aranmaksızın hakim tarafından kabul edileceği, dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hakimin karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği istemini kabul edebileceği açıklanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; dava dilekçesi içeriğinde bahsedilen dava ve ücret sözleşmesinin tarafının F. K. olduğu hiç bir kuşkuya yer vermeyecek şekilde açıktır ve bunun delilleri dosyaya davacı vekilince ibraz edilmiş ancak maddi bir hata sonucu davacının kimliği dava dilekçesine yanlış yazılmıştır. Dava dilekçesinde davacı olarak gösterilen M.. Ç..’ın F. K. adına Hınıs Noterliği’nin 02/10/2000 tarihli vekaletnamesine dayalı olarak vekil sıfatı ile hareket ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim davalıda bu hususu bilmektedir ve mahkemeye sunulan ilk cevap dilekçesinde davacı olarak ”F. K.” ismini göstermiştir. Yine, davacı vekili Av…..’da F. K.a ait vekaletnameyi ibraz ederek davayı açmış ve takip etmiştir. Bu durumda dava dilekçesinde davacı isminin yanlış yazılması kabul edilebilir bir yanılgıya dayalıdır ve davacı isminin dava dilekçesi içeriğine göre düzeltilmesi HUMK’nun 80. maddesi uyarınca hasım değiştirme olarak kabul edilemez. Hal böyle olunca, mahkemece karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği istemi kabul edilerek işin esasına girilmesi ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde davanın husumetten reddine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 5.6.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.