Yargıtay Kararı 13. Hukuk Dairesi 2013/32927 E. 2014/37183 K. 25.11.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 13. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/32927
KARAR NO : 2014/37183
KARAR TARİHİ : 25.11.2014

MAHKEMESİ : İstanbul 9. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 30/05/2013
NUMARASI : 2007/477-2013/237

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün davalı avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davacı vekili avukat A.. M.. K.. geldi, karşı taraftan gelen olmadığından onun yokluğunda duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatın sözlü açıklaması dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı, Amerika’da yaşamakta olup, Türkiye’ye ancak bazı yıllarda tatilde gelebildiğini, babası ve annesinin 1983 yılında vefat etmeleri üzerine, çok sayıda taşınmazın diğer iki kardeşi ile birlikte kendilerine miras olarak kaldığını, davalı avukatın bir kısım davalarda kendisini avukat olarak temsil etiğini, taşınmazlarının satılması için de davalıya 11.7.2001 tarihli vekaletname verdiğini, ancak davalının gerçekte çok daha yüksek bedellerle satış yaptığı halde, kendisine düşük bedeller ödediğini, bu nedenle davalıyı 3.7.2007 tarihinde azledip, 117.2007 tarihli ihtarla da hesap istediğini, davalının, 3.9.2007 tarihinde göndermiş olduğu mektubunda, satış bedellerini açıklayıp, her bir vekalet hizmeti için %20 ücret kesintisi yaptığını bildirdiğini, oysa ki bildirilen satış bedellerinin, gerçek değerlerinin çok altında olduğu gibi, %20 üzerinden bir ücret anlaşmasının da bulunmadığını, taşınmazların gerçek satış bedelleri üzerinden davalının kendisine 1.140.000 Dolar borcu bulunduğunu, bu miktarın dava tarihi itibariyle karşılığının 2.434.783,86 TL olduğunu ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, şimdilik 250.000,00 TL alacağının, taşınmazların satış tarihlerinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davanın zamanaşımına uğradığını, davalı ile sözlü olarak %20 üzerinden vekalet ücreti konusunda anlaştıklarını, bir kısım tapu iptal ve izaleyi şüyu davaları açıp takip ettiğini, vekalet görevinin başladığı 1986 yılından 2001 yılına kadar hiçbir ücret ve masraf almadığını, satışların rayiç bedeller üzerinden yapılıp, toplam 866.000 Dolar satış bedeli tahsil ettiğini, anlaşmaları %20 olmasına rağmen, %15 vekalet ücreti keserek, bakiye tutar olan 738.000 Doları davacının Banka hesabına yatırdığını, herhangi bir borcunun bulunmadığını savunarak, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, “17.10.2011 tarihli bilirkişi raporu, ek rapor ve tüm dosya kapsamına göre, davalı avukatın gerek takip ettiği davalar, gerekse taşınmazların satılması konusunda verilen talimatlar doğrultusunda hareket ettiği, azil işleminin haksız bir azil olduğu, olayda vekalet görevinin kötüye kullanılması değil, vekalet görevinin gereği gibi yerine getirilmemesinin söz konusu olduğu, davalı avukatın verdiği hukuki yardımlar nedeniyle tahakkuk eden ücretlerinin tazminat alacağından indirilmesi gerektiği, taşınmazların gerçek değerlerinin tespit ettirildikten sonra satılması gerektiği, sonuç olarak taşınmazların satış tarihindeki değerlerinden, yapılan ödemelerin mahsubundan sonra kalan 947.879,31 TL’nin davalıdan tahsili gerektiği” belirtilerek, davanın kısmen kabulüne, 947.879,31 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiş olup, hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dava, taraflar arasındaki vekalet ilişkisinden kaynaklanmakta olup, davalı avukatın 3.7.2007 tarihli azilname ile azledildiği anlaşılmaktadır. Avukatın, vekil olarak borçları Borçlar Kanunu’nun 389 ve devamı maddelerinde gösterilmiş olup, vekil, adı geçen Kanunun 390. maddesine göre müvekkiline karşı vekaleti sadakat ve özenle ifa etmekte yükümlüdür. Vekil, sadakat borcunun gereği olarak müvekkilinin yararına olacak davranışlarda bulunmak, ona zarar verecek davranışlardan kaçınmak zorunluluğundadır. Buna göre avukat, üzerine aldığı işi özenle ve müvekkili yararına yürütüp sonuçlandırmakla görevli olduğu gibi, müvekkilinin kendisi hakkındaki güveninin sarsılmasına neden olacak tutum ve davranışlardan da titizlikle kaçınmak zorundadır. Aksi halde avukatına güveni kalmayan müvekkilin avukatını azletmesi halinde azlin haklı olduğunun kabulü gerekir. Gerçekten de avukat, görevini yerine getirirken gerekli özen ve dikkati göstermemiş, sadakatle vekaleti ifa etmemiş ise, müvekkilinin vekilini azli haklıdır.
Somut olayda mahkemece, “davalı avukatın gerek takip ettiği davalar gerekse taşınmazların satılması konusunda
verilen talimatlar doğrultusunda hareket ettiği, dolayısıyla da davacı tarafından yapılan azil işleminin haksız bir azil olduğu” kabul edilmiş, bununla birlikte “davalı avukatın eylemlerinin, vekalet görevinin kötüye kullanılması değil, vekalet görevinin gereği gibi yerine getirilmemesi şeklinde gerçekleştiği” belirtilmiştir. Oysa ki vekalet ilişkisi güvene dayanan bir sözleşme ilişkisi olduğundan, sadece vekaletin kötüye kullanılması durumunda değil, vekalet görevinin gereği gibi yerine getirilmemesi durumunda da müvekkilin vekilini azli, haklı bir azil olarak kabul edilir. Bu itibarla mahkemece bir yandan, “azlin haksız olduğu” kabul edilirken, diğer yandan, “haklı azil” sonucunu doğuracak olan, vekalet görevinin gereği gibi yerine getirilmediği” kabul edilmek suretiyle, “azlin haklı olup olmadığı” konusunda çelişki doğuracak şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırıdır.
Öte yandan yine mahkemece kararın gerekçe kısmında, “davalı avukatın verdiği hukuki yardımlar nedeniyle tahakkuk eden ücretlerinin, tazminat alacağından indirilmesi gerektiği” kabul edilmiş olmasına rağmen, kararın “hüküm” bölümünde, herhangi bir ücret alacağı mahsubu yapılmadan, taşınmazların gerçek satış değerlerine göre davacıya ödenmesi gereken miktara hükmedilmiş olduğu, dolayısıyla kararın bu yönden de çelişkili olduğu görülmektedir.
O halde mahkemece, gerek “azlin haklı olup olmadığı”, gerekse “davalı avukatın verdiği hukuki yardımlar nedeniyle tahakkuk eden ücretlerinin, tazminat alacağından indirilmesinin gerekip gerekmediği” konularında çelişki doğuracak şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup mahkemece, ilk karar ile bağlı kalınmadan, ancak değinilen hususlardaki çelişki giderilecek şekilde yeniden karar verilmesi ve bunun sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi, bozmayı gerektirir.
2-Bozma nedenine göre davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün BOZULMASINA, 2.bent gereğince davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, 1100,00 TL duruşma avukatlık parasının davacıdan alınarak davalıya ödenmesine, peşin alınan 16.187,40 TL. temyiz harcının istek halinde iadesine, 25.11.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.