Yargıtay Kararı 13. Hukuk Dairesi 2013/29158 E. 2014/11956 K. 16.04.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 13. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/29158
KARAR NO : 2014/11956
KARAR TARİHİ : 16.04.2014

MAHKEMESİ 5. Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.
Davacı, vasisi olduğu… akıl sağlığının yerinde olmadığını, Sulh Hukuk Mahkemesi kararı ile vesayet altına alındığını, kardeşi E..‘in davalıya 14.08.1990 tarihinde ve 21.09.1987 tarihinde elden banka havalesi ile borç verdiği gibi 1998 yılının mayıs ayında muhtelif tarihlerde toplam 2750 TL borç verdiğini, bu borcu davalının 1.06.1998 tarihli taahhütname ile kabul edip ödeme taahhüdünde bulunduğunu, davalının ödeme yapmadığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000 TL alacağının alınma tarihlerinden faizi ile tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, davacının 14.08.1990 ve 21.09.1987 tarihlerinde davalıya borç olarak verdiği alacağının davalının zamanaşımı defi dikkate alınarak reddine, taahhütname belgesine dayalı olarak talep edilen alacağı yönünden davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına gore davacının sair temyiz itirazlarının reddi gerekir .
2-Davacı, davalıya karz ilişkisine dayalı para verildiğini, geri ödenmediğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. Davalı, mahçur E.. den borç aldığını ancak ödeme yaptığını, bu konuda E.. kendisini 18.03.2007 tarihli
Belge ile ibra ettiğini savunmuştur. Mahkemece, davalının delil olarak sunduğu 18.03.2007 tarihli ibraname doğrultusunda, ibranamenin alındığı tarih itibariyle ..kısıtlı olmadığı kabul edilerek ibranameden dolayı borcun sona erdiği gerekçeleri ile davanın reddine karar verilmiştir.Davacının akli maluliyeti nedeniyle vesayet altına alınarak, ağbisi Y.. M..un E.. M.. vasi olarak atandığı, … 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2009/2240 esas, 2010/354 karar sayılı ve 16.02.2010 tarihli kararından anlaşılmaktadır. Davacı, davalının mahcurdan aldığı borcu ödemediğini, davalının ibraz ettiği ibranamenin de ehliyetsizlik nedeni ile geçerli olmadığını iddia etmiştir.Davacı tarafından ileri sürülen ehliyetsizlik iddiası kamu düzeni ile ilgili bulunduğundan mahkemece resen göz önüne alınması gerekli bir kural olduğundan öncelikli bu hususun araştırılması zorunludur.Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.
Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)
Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu
sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir. Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilip mahcur E.. davalıya verdiği ibraname tarihinde “Kronik Şizofreni “hastası olup olmadığı, hukuki ehliyeti haiz olup olmadığı hususlarının açıklığa Kavuşturulması için Yargıtay ve taraf denetimine elverişli, konusunda uzman bilirkişilerden rapor alınarak hasıl olacak sonuca göre hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
SONUÇ: Yukarıda 1 numaralı bentte açıklanan nedenlerle; davacının sair temyiz itirazlarının reddine, 2 numaralı bent uyarınca Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan 24.30 TL harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 16.4.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.