Yargıtay Kararı 13. Hukuk Dairesi 2010/6034 E. 2010/14026 K. 27.10.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 13. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2010/6034
KARAR NO : 2010/14026
KARAR TARİHİ : 27.10.2010

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.
K A R A R
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre yerinde olmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, 27.10.2010 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

MUHALEFET ŞERHİ

Davacı, akrabası olan davalıya 21 parseldeki taşınmazını satması için süresiz vekaletname verdiğini, davalının taşınmazı sattığı halde kendisinden gizlediğini, satış bedelini de ödemediğini ileri sürerek, taşınmazın rayiç değerinden şimdilik 8000 TL nin tahsine karar verilmesini istemiştir.
Davalı, zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmesini dilemiştir.
Mahkemece, zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar vermiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir. Yukarıda da kısaca özetlendiği gibi dava, davacı vekilin davalı adına yaptığı işlemler nedeniyle hesap vermesine ilişkin olup, uyuşmazlık zamanaşımı süresinin ne zaman ve hangi tarihte işlemeye başlayacağı noktasında toplanmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki, sözleşmeden doğan alacaklarda zamanaşımının alacağın muaccel olduğu tarihten başlayacağı tartışmasızdır. BK.nun 74.maddesi gereğince, borcun yerine getirilmesi bir süreye bağlanmamışsa, borcun doğumu ile alacak muaccel olur, yine BK.nun 128.maddesi gereğince de zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihte başlar. Ne var ki, vadeye tabi olmayan iade borçlarında (vedia, vekalet gibi) borcun ne zaman doğacağı ihtilaflıdır. Bu konuda gerek yargı, gerekse doktrinde görüş birliği yoktur. Bir görüşe göre gerek vedia da ve gerekse vekalette zamanaşımı tevdi tarihinden başlar. Bir diğer görüşe göre ise, vekalet ilişkisinin sona erdiği tarihten başlamalıdır. (Turgut Uygur Açıklamalı İçtihatlı Borçlar Kanunu 4.cilt Sh.4157) Turgut Uygur sözü edilen eserinde 30.4.1940 gün, 31/47 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına da atıfta bulunarak ikinci görüşü yani zamanaşımının vekalet ilişkisinin sona erdiği tarihten başlaması gerektiğini belirtmiştir. Eraslan Özkaya tarafından da, zamanaşımı başlangıç tarihinin vekalet sözleşmesinin son bulma tarihin olduğu hususunda baskın görüş bulunduğu kabul edilmiştir. (Eraslan Özkaya Vekalet Sözleşmesi ve Kötüye Kullanılması Sh. 543). Diğer taraftan Prof. Dr. Haluk Tandoğan Borçlar Hukuku (Özel Borç İlişkileri) isimli kitabının II. Cildinin 508. Sayfasında İsviçre Fedaral Mahkemesi kararına da atıfta bulunmak suretiyle vekalet sözleşmelerinde taraflar arasında vekalet ilişkisi devam ettiği sürece vekilin kendisine tevdi edilen kıymetleri saklamak ve idare etmek yükümlülüğü bulunduğundan zamanaşımı süresinin işlemesinden söz edilemeyeceğine vurgu yapmıştır. Yine sayın çoğunluk tarafından, vekilin temsil ettiği paraya tahsil tarihinden itibaren faiz yürütüldüğüne göre, zamanaşımı başlangıcının da işlem tarihi olması gerektiği sonucuna varılmış ise de, vekilin bir yükümlülüğü de derhal hesap verme borcu olup, vekil derhal hesap verme borcu ve sorumluluğu nedeni ile tahsil ettiği tarih itibariyle temerrüt halindedir. Bu nedenledir ki, vekilin üzerinde kalan parasını müvekkiline faizi ile geri verme borcu, para borçlarına sözleşmesiz faiz yürütülmeyeceği kuralının bir istisnasıdır. (Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 20.3.1962 tarih ve 1961/7258 E., 2904 K. Sayılı kararı)
Taraflar arasındaki ilişkinin vekalet sözleşmesine dayandığı açıktır. Vekalet sözleşmesinin en önemli unsurları arasında; vekilin talimata uygun hareket etme borcu, özen borcu ve hesap verme borcu gelmektedir. BK.nun 392.maddesi hükmü gereğince, vekil, talep üzerine yaptığı işin hesabını vermeye ve müvekkili nam ve hesabına edindiği herşeyi iade etmeye, iade edinceye kadarda almış olduğu şeyleri saklamaya zorunludur. Bu nedenle de vekilin aldıklarını geri verme borcunda zamanaşımı vekalet sözleşmesi sürdükçe işlemez. Bir başka deyişle iade borcunda muacceliyet vekilin hesap vermesi ile veya sözleşme ilişkisinin bitmesi ile başlar. Bu ilkeler Yargıtay 3. Hukuk Dairesi’nin 11.6.2009 tarih ve 2009/7997-10103 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir. Yine, Yargıtay 15. Hukuk dairesinin yerleşik içtihatlarında da (15. H.D. 17.3.1976 tarih E.5464 K.1210, 1.12.1977 tarih, E.1984 K.2162) yüklenicinin sorumluluğunda zamanaşımı başlangıcının eserin teslim alma tarihi olduğu benimsenmiştir.
Gerçekten de, vekalet ilişkisi aynı zamanda aşırı güvene dayalı bir sözleşme ilişkisi olup, müvekkil vekiline güven duymak zorundadır. Vekil edenden ikide bir hesap istenmesi taraflar arasındaki güven ilişkisini zedeler. Kaldı ki tarafların akraba oldukları anlaşılmaktadır. Aralarında vekaletten de öte güven ilişkisine dayalı sıkı bir bağ mevcuttur. Hem bu ilişki hem de vekaleten özünü oluşturan güven ilişkisi birlikte değerlendirildiğinde zaman aşımı süresinin dolduğundan söz edilemez. Diğer taraftan zaman aşımı borcu söndüren bir savunma değil, bir ödemezlik def’i dir. Tereddüt olduğu hallerde zamanaşımı kurallarının daima alacaklı lehine yorumlanması gerekir. Kaldı ki somut olayda davalının satış işlemini gizlediği iddiası üzerinde de durulmamıştır. Hal böyle olunca mahkemece davalının zamanaşımı savunması dikkate alınmayıp, işin esasına girilmesi gerekirdi. Bu nedenlerle kararın bozulması gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan, sayın çoğunluğun kararına katılmıyoruz.