Yargıtay Kararı 13. Hukuk Dairesi 2009/9644 E. 2010/3170 K. 15.03.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 13. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2009/9644
KARAR NO : 2010/3170
KARAR TARİHİ : 15.03.2010

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün davacılar avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davacılar vekili avukat … ile davalı vekili avukat …’nun gelmiş olmalarıyla duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR
Davacılar, davalı hastanede, davalı doktor tarafından, davacı batuhanın sünnet edildiğini, daha sonra sünnet yerinde sızıntılar olduğunu ve sızıntıların arttığını, yapılan tetkiklerde batuhanın hemofili hastası olduğunun anlaşıldığını, bu konuda gerekli ihtimamın gösterilmediğini, tedavisi aşamasında maddi ve manevi olarak zarar gördüklerini ileri sürerek 8.000,00 TL maddi ve toplam 40.000,00 Tl manevi tazminatın tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, kusurlarının bulunmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemişlerdir.
Mahkemece, adli tıp Kurumundan alınan rapora göre davalı doktorun eyleminin tıp kurallarına uygun olduğu, belirttiğinden bahisle, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
Bir davada dayanılan maddi olguları hukuksal açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini bulmak ve uygulamak HUMK.76. maddesi gereği doğrudan hakimin görevidir.
Davacılar, davalı hastanede, davalı doktor tarafından, davacı batuhanın sünnet edildiğini, daha sonra sünnet yerinde sızıntılar olduğunu ve sızıntıların arttığını, yapılan tetkiklerde batuhanın hemofili hastası olduğunun anlaşıldığını, bu konuda gerekli ihtimamın gösterilmediğini, tedavisi aşamasında maddi ve manevi olarak zarar gördüklerini ileri sürerek maddi ve manevi tazminatın tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davanın temeli vekillik sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır. (BK. 386-390) Vekil vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur. (BK.321/1 md.) O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlar da, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutulmalı, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınılmalı ve en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil (hasta), mesleki bir … gören doktor olan vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, BK.nun 394/1 maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır.
Somut olayda, davacı Batuhan’ın davalı hastanede sünnet edildiği, taburcu edildikten sonra sünnet yerinde sızıntılar oluştuğu, aşamalarda yapılan tetkiklerde , Batuhanın hemofili hastası olduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece alınan Adli Tıp raporunda sünnet öncesi yapılan tetkiklerde kanın pıhtılaşmasının normal seviyelerde olduğunun, tespit edildiği, bu nedenle davalı doktorun, eyleminin tıp kurallarına uygun olduğu belirttiğinden, mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.Şunu belirtmek gerekirki, davalı hastanede yapılan tetkiklerde kanın pıhtılaşmanın normal değerde olduğuna dair rapor düzenlenmişse de Hemofili hastası olan birinin kan pıhtılaşmasının normal değerlerde çıkmasının hayatın olağan akışına ters olduğuda bir gerçektir.Hastane labaratuvarının yanlış tetkik soucu vermesinden de hastane ve doktor sorumlu olacaktır. Öyle olunca Hemofili hastasının kan sonuçlarında pıhtılaşmanın normal sürede olup olmayacağı, bunun değişkenlik gösterip göstermeyeceği ile bu hastalığın sünnet sürecinden sonra çıkıp çıkmayacağının irdelenerek davalıların bu konuda kusurlarının olup olmadığının tespiti için üniversiteden saçilecek, konusunda uzman bilirkişi heyetinden, mahkeme ve yargıtay denetimine uygun rapor alınarak sonuca uygun karar verilmesi gerekirken aksi düşüncelerle yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma gerektirir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, temyiz olunan kararın davacı yararına BOZULMASINA, 750,00 TL duruşma avukatlık parasının davalılardan alınarak davacılara ödenmesine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde iadesine, 15.3.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.