Yargıtay Kararı 13. Hukuk Dairesi 2008/12610 E. 2009/2788 K. 04.03.2009 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 13. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2008/12610
KARAR NO : 2009/2788
KARAR TARİHİ : 04.03.2009

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.
KARAR
Davacı, davalıdan 1991 tarihinde harici sözleşme ile 90 parselde bulunan hissesini satın aldığını satış bedeli olarak kararlaştırılan 10.000.000 TL’nin 3000.000TL’sini peşin ödediğini,bakiyesini davalıya ulaşamadığı için ödeyemediğini,sözleşmeye konu taşınmazın ortaklığın giderilmesi davası sonucunda 15.07.2005 tarihinde 38.610,00 YTL ye satıldığını ,davalıya ödediği bedelin satış bedeline oranlandığında 1/3 ünü oluşturduğunu ,fazla hakları saklı kalmak kaydıyla satış bedelinin 1/3 oranında davalıdan alacaklı olduğunu ileri sürerek 6000 YTL nin ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, 12.10.2005 tarihinde BK nun 66 ve 125.maddesinde düzenlenen 1 ve 10 yıllık zamanaşımı süresinin geçmiş olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 4.4.2006 tarihli bozma ilamı ile “taşınmazın satışı ile davacıya zilliyetliğin devredilip devredilmediği, zilliyetliğin devredilmesi halinde zamanaşımından söz edilemeyeceği, bu konunun mahkemece araştırılması yönünde kararın bozulmasına karar verilmiş,mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda 20.06.2007 tarihinde davacının taşınmaza zilyet olmadığı sonucuna varılarak bu nedenle davanın zamanaşımından reddine karar verilmiş, … bu kararın davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 24.03.2008 tarihli bozma ilamı ile davacının taşınmaza satış sözleşmesi ile zilliyet olduğunun kabulü gerektiğini, bu durumda zamanaşımının dolmadığını işin esası incelendiğinde davacının harici sözleşme ile davalıya ödediği satış bedelinin ifanın imkansız hale geldiği, taşınmazın satış memurluğunca satıldığı tarihteki ulaştığı değerin denleştirici adalet ilkeleri uyarınca bilirkişiden rapor alınarak sonucuna uygun karar verilmesi yönünden kararın bozulmasına karar verilmiş, Mahkemece bozmaya uyularak bu kez yapılan yargılama sonucunda harici sözleşmeye konu edilen taşınmazın 15.07.2005 tarihinde 38.160 ytl ye satıldığını, davalının ½ hissesine 19.305
2008/12610-2009/2788
YTL düştüğünü,davacının 1991 yılında davalıya satış bedeli olarak ödediği 3000.000 YTL nin satış bedeline oranlandığında % 30 una denk geldiği, 19.305 YTL nin %30 u olan 5792 YTL nin dava tarihinden faizi ile tahsiline karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Hükmüne uyulan Dairemizin 24.03.2008 tarihli bozma ilamında davacının 1991 yılında harici taşınmaz satış sözleşmesi ile davalıya satış bedeli olarak ödediği 3000.000 TL taşınmazın satış memurluğunca satıldığı tarihteki ulaştığı değerin denkleştirici adalet ilkeleri uyarınca hesaplanması yönünde bilirkişiden bu konuda rapor alınması gereğine değinilmiş ve mahkemece de bozma ilamına uyulmasına karar verilmiş ise de mahkemece bu konuda bilirkişi incelemesi yaptırılmaksızın satış dosyasında belirlenen bedelin %30 una tekabül eden 5792 YTL nin davalıdan tahsiline karar verildiği anlaşılmaktadır.
Bozma ilamına uyulmakla taraflar yararına usulü kazanılmış hak oluşur. Mahkemece bozma ilamının gereklerinin yerine getirilmesi gerekir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, tapulu taşınmazın haricen satışından kaynaklanmaktadır. Yasanın aradığı şekil şartlarına uyularak, resmi merciler önünde yapılmış bir satış sözleşmesi olmadığından, yapılan arsa satış işlemi MK. 706, BK. 213 Tapu Kanunun 26. maddesi hükmüne göre geçersizdir. Bu nedenle taraflar ancak verdiklerini isteyebilirler. Bu durumda taraflar arasındaki uyuşmazlığın haksız iktisap kurallarına uygun çözümlenmesi ve tasfiye edilmesi gerekir. Hukuken geçersiz sözleşmeden kaynaklanan bu nitelikteki bir uyuşmazlığın haksız iktisap kurallarına göre çözümlenip tasfiye edilebilmesi için öncelikle haksız iktisabın kapsamını tespitteki ilke ve esaslarını açıklanmasında yarar görülmüştür.
Geçerli bir sebebe dayanmaksızın bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına kayan değerlerin iadesi “denkleştirici adalet” düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi ise, haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği bu kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder.
İlke böyle olmakla beraber iade edilecek zenginleşme miktarının hesaplanmasında öğretide birlik olduğu söylenemez. İade edilecek zenginleşme miktarı konusunda öğretideki bu ayrık düşünceleri kısaca “fakirleşme kadar olmalıdır” veya “fiili değer artışı yani gerçek zenginleşme miktarı ne ise o olmalıdır veyahut ihlal edilen hakkın sahibine bahsettiği yararlanma yetkisi ile bağdaşmayan her türlü zenginleşme miktarı kadar olmalıdır” şeklinde özetlemek mümkündür. Olayı çözümlerken öğretideki bu görüşlerden şüphesiz yararlanılmalıdır.
Bilindiği gibi ülkemizde yaşanan enflasyon uzun yıllardan beri yüksek oranda seyretmekte ve paramızın değeri ( alım gücü ) de bununla ters orantılı olarak devamlı düşmektedir. Belli bir miktar paranın aradan geçen zamana bağlı olarak iade anındaki alım gücünün
2008/12610-2009/2788
farklı ve çok daha az olduğu bir gerçektir.
Bugüne kadar uygulanan kurallara göre geçersiz sözleşme gereğince alıcının akit tarihinde verdiği paranın aynı miktarda iadesine karar verilmesi, gerçek hayatta büyük sıkıntılara tutarsızlıklara adalete karşı var olması gereken güvenin sarsılmasına neden olmuş, kamu vicdanında haklı eleştiri konusu yapılmıştır. Hukuk kuralları, gerçek hayata uygun olduğu toplumun adalet ihtiyacına cevap verebildiği sürece hayatiyetini devam ettirip, saygınlık sağlar ve hukuk kuralı olma özelliğini korur. O nedenle hukuk kuralları, görevli organlarınca değiştirilinceye, bu konuda yeni düzenlemeler yapılıncaya kadar zedelenmeden gercek hayata uygun olarak yorumlanıp uygulanmalıdır. Bu görevin ise yargıya ait olduğunda duraksamaya yer yoktur. Nitekim gerek Yargıtay kararlarında ve gerekse ögretıde bu gorüşe paralel düsunceler bulunmaktadır. Bu düşüncelerin isimleri farklı ise de varılmak istenen sonuç aynıdır. Akit öncesi sorumluluk kurallarının geçersiz sözleşmelerde de uygulanması gerektiği geçersiz sözleşmelerden dolayı olumsuz zararın istenebileceği bu zarar kapsamında kaçırılan fırsat karşılığının da bulunduğu, olumsuz zararın bazı özel durumlarda olumlu zarar kadar dahi olabileceği, MK.nun 2. maddesine göre akdin geçersizliğinin ileri sürülemeyeceği hallerdeki zarar kavramları hep bu zaruretin sonucu ortaya konulan düşünce ve uygulamalardır. Yargının asıl görevi toplumun huzurunu sağlamaktır. Bunun içen de uygulanması gereken kurallar, mevcut yasaların ışığında bu yasa hükümlerine aykırı düşmeyecek şekilde yorumlanıp uygulanmalıdır.
BK.nun 63. ve 64. maddeleri iade borcunun kapsamını fakirleşmenin değil, zenginleşmenin iyi veya kötü niyete dayalı olmasına göre bir ayrım yapmıştır. Haksız zenginleşen, zenginleşmeyi kötü niyetle elden çıkarmış ise elden çıkardığı bu zenginleşmeyi iade tarihinde olması gereken durumuyla ve tam olarak iade etmekle yükümlüdür. İade borcunun kapsamı tayin edilirken olumlu ve olumsuz zenginleşmenin tamamı dikkate alınmalıdır. Değişik bir anlatımla haksız zenginleşen kötü niyetli ise elden çıkardığı, zenginleşmeyi de elde kalan zenginleşme ile birlikte iadeye mecbur tutulmuştur. Hemen belirtelim ki, zenginleşenin iyi niyetli sayılıp sayılmayacağı, zenginleşmeyi iyi veya kötü niyetle mi elden çıkarttığı hususu MK.nun 3. maddesi hükmü uyarınca belirlenecektir.
Haksız zenginleşen elde ettiği yararın geçerli bir sebebe dayanmadığını ve iade ile yükümlü olduğunu biliyor veya bilebilecek durumda ise iyi niyetli sayılmayacaktır. Kural olarak iade alacaklısı iade borçlusu zenginleşenin iyi niyetli olmadığını ispat etmelidir. Ne var ki olayın özellikleri zenginleşenin iyi niyetli olmadığını açıkça gösteriyor ise ayrıca bu yönun ispatına gerek bulunmamalı, iddianın ispat edilmiş oldugu kabul edilmelidir.
Hukuken gecersiz sozleşmeler haksız iktisap kuraları uyarınca tasfiye edilir iken denklestiricı adalet kuralı hiç bir zaman göz ardı edilmemelidir. Bu husus hem hakkaniyetin hem gerçek adaletin bir gereğidir. Bu bakımdan iadeye karar verilirken satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün ilk ödeme tarihindeki alım
2008/12610-2009/2788
gücüne ulaştırılması ve o şekilde iadeye karar verilmesi uygun olacaktır. Aksi takdirde kısmi iade durumu oluşacak, iadesi dışındaki zenginleşme iade borçlusu yedinde haksız zenginleşme olarak kalacak, iade borçlularının iade de direnmelerine neden olacaktır. Ancak burada denkleştirme yapılırken bir hususa daha dikkat edilmelidir. İade alacaklısının geçersiz sözleşmenin ifa edilmiyeceğini öğrendiği tarihte iade kapsamını tesbitte önemli olduğu unutulmamalıdır. Zira geçersiz sözleşmenin artık ifa edilmiyeceğini bile bile haksız zenginleşmenin iadesini istemeyen alacaklı zararının artmasına kendisi sebep olacağından bu artan zararını iade borçlusundan istememelidir.
Bu durum karşısında kural olarak mahkemece yapılacak …, davacının 1991 tarihinde davalıya ödediği, 3000.000 TL’nin taşınmazın satış memurluğunca satıldığı 15.7.2005 tarihindeki (ifanın imkansız hale geldiği tarih) ulaşacağı alım gücünün değerinin ne olabileceğinin az yukarıda açıklanan ilke ve esaslar ışığında ve gerektiğinde uzman bilirkişi kurulundan nedenleri açıklayıcı, taraf ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak davacının da talep miktarı gözetilerek, belirlenecek bu değere hükmetmekten ibarettir.
Mahkemenin bu yönleri göz ardı ederek, yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın davalı yararına BOZULMASINA, 4.3.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.