Yargıtay Kararı 12. Ceza Dairesi 2021/5892 E. 2023/1062 K. 03.04.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 12. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2021/5892
KARAR NO : 2023/1062
KARAR TARİHİ : 03.04.2023

MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SAYISI : 2017/4279 E., 2019/108 K.
DAVA : Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat
HÜKÜM : Davanın kısmen kabulü kararı

Davalı vekilinin temyiz istemi yönünden; Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen hükmün, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 24.11.2016 tarihli ve 6763 sayılı Kanun’un 42 nci maddesi ile değişik 362 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca kesin olduğu belirlenmiştir.

Davacı vekilinin temyiz istemi yönünden; İlk Derece Mahkemesi kararına yönelik istinaf incelemesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen hükmün; 6100 sayılı Kanun’un 361 inci maddesinin birinci fıkrası gereği hükmün temyiz edilebilir olduğu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 142 nci maddesinin sekizinci fıkrası gereği temyiz edenin hükmü temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, 291 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz isteminin süresinde olduğu, 294 üncü maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz dilekçesinde temyiz sebeplerine yer verildiği, 298 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz isteminin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı yapılan ön inceleme neticesinde tespit edilmekle;
Davanın niteliğine göre, davacı vekilinin duruşmalı inceleme isteminin, 5271 sayılı Kanun’un 299 uncu maddesi gereğince reddine karar verilerek yapılan incelemede gereği düşünüldü:

I. HUKUKÎ SÜREÇ
1. Davacı vekili 07.03.2017 tarihli dava dilekçesinde özetle; Kara Kuvvetleri Komutanlığında piyade üsteğmen olarak görev yapan davacının kamuoyunda İzmir casusluk ve gizli belge bulundurulması davası olarak adlandırılan soruşturma nedeni ile, ailesi ile birlikte oturduğu evde 12.07.2012 tarihinde hukuka uygun olmayan bir arama yapıldığını, el konan elektronik cihazların imajlarının alınmadığını ve bunların arama yapan görevliler tarafından götürüldüğünü, haksız arama ve el koymanın söz konusu olduğunu, yargılama sonucunda İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/100 Esas, 2016/37 Karar sayılı ve 26.02.2016 tarihli karar ile beraat ettiğini, soruşturma ve kovuşturma aşamasında bir avukatın hukuki yardımına ihtiyaç duyduğunu ve avukata ücret ödediğini, dava nedeni ile müvekkili ve ailesinin İzmir’e gitmek durumunda kaldıklarını ve yol masrafı yaptıklarını, gidiş, geliş, iaşe ve konaklama masrafı yapıldığını, ayrıca ruh sağlığı bozulduğu için TSK’da görev yapamaz hale geldiğini ve adi malul olarak TSK’dan ayrıldığını, yargılama olmasa idi en az Albay rütbesine kadar TSK’da görev yapacak olduğunu, bu nedenle Albaylıktan emekli olana kadar elde edeceği maaş farkından, emekli ikramiyesi farkından, OYAK emeklilik yardımı ve OYAK konut ön biriktirim yardımı farkından mahrum kaldığını, ayrıca davacının açılan dava nedeni ile manevi yönden büyük zarara uğradığını, oldukça yıprandığını ve hayatının çekilmez bir hal aldığını, arkadaş ve yakın çevresi tarafından dışlandığını, toplum önünde küçük düştüğünü, onurunun kırıldığını ve duyduğu acıların arttığını, basın yayın organları tarafından linç edilmesi sonucu meslek ve aile yaşantısının zedelendiğini, hakkında “ahlaksız ve casus” algısı oluşturulduğunu, toplumda nefret uyandıran bir davada haksız olarak 4 yıl süre ile yargılanması nedeni ile TSK’da görev yapamayacak hale geldiğini ve adi malul olarak emekli edildiğini, FETÖ üyesi yargı mensupları tarafından sahte delillerle kurgulanan bir kumpasa maruz kaldığını belirterek 1.000,00 TL maddi tazminatın yasal faizi ile birlikte ve ayrıca 1.000.000,00 TL manevi tazminatın da 13.04.2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiş, İlk Derece Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sırasında 17.10.2017 tarihli ıslah dilekçesi ile maddi tazminat talebini ıslah ederek 10.698,46 TL’ye yükselttiği, 10.000,00 TL’si için 04.08.2014, kalan miktar için de 26.02.2016 tarihinden itibaren faiz yürütülmesini talep etmiştir.

2. Davalı vekili 24.03.2017 tarihli cevap dilekçesinde özetle; dava şartlarının oluşmadığını, talep edilen tazminat miktarlarının fahiş olduğunu, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

3. Ankara Batı 3. Ağır Ceza Mahkemesinin, 17.10.2017 tarihli ve 2017/78 Esas, 2017/311 Karar sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

4. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 12. Ceza Dairesinin, 15.01.2019 tarihli ve 2017/4279 Esas, 2019/108 Karar sayılı kararı ile İlk Derece Mahkemesince kurulan hükme yönelik davacı vekili ve davalı vekillerinin istinaf başvurularının kabulüne karar verilerek 5271 sayılı Kanun’un 280 inci maddesinin birinci fıkrasının (g) bendi uyarınca duruşmalı yapılan inceleme neticesinde aynı Kanun’un 280 inci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılması ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

5. Dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca tanzim olunan, 16.09.2021 tarihli, davalı vekilinin temyiz talebinin kesinlikten reddi ile davacı vekilinin temyiz talebinin reddi ile hükmün onanması görüşünü içerir Tebliğname ile Daireye tevdi olunmuştur.
II. TEMYİZ SEBEPLERİ
A. Davalı vekilinin temyiz sebepleri
Davanın reddi gerektiğine,
ilişkindir.

B. Davacı vekilinin temyiz sebepleri
1.Davacının ödemiş olduğu vekâlet ücretinin tamamının maddi tazminat kapsamında ödenmesi gerektiğine,

2.Davacının yargılama sebebiyle yapmış olduğu yol masraflarının maddi tazminat kapsamında ödenmesi gerektiğine,

3.Manevi tazminat talebinin kabul edilmesi gerektiğine,
ilişkindir.

III. DAVA KONUSU
Temyizin kapsamına göre;

A. İlk Derece Mahkemesinin Kabulü:
Davacı hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma ve açıklanması yasaklanan gizli bilgileri temin etme suçu kapsamında soruşturma yapıldığı, hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/ 640 sor. nolu ve 2013/6 sor. nolu iddianameleri ile kamu davaları açıldığı, İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonunda 26.02.2016 tarihli ve 2014/100 E. 2016/37 K. sayılı kararla davacının beraatine karar verildiği ve beraat kararının 21.10.2016 tarihinde kesinleştiği, beraat kararının kesinleştiğinin davacıya tebliğ edilmemiş olduğu, bu nedenle beraat kararının kesinleşme tarihi nazara alındığında davanın 5271 sayılı kanun’un 142 nci maddesine göre yasal süresinde açıldığı ve davacının, dava tarihi itibariyle oturduğu yerin mahkemenin yetki alanında bulunduğu anlaşılmıştır.

Davacının dava dilekçesinde Cumhuriyet Savcıları ile Hakimlerin delillerin sahte olduğunu bilmelerine rağmen İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/100 Esasında kayıtlı davayı açarak ve yargılama yaparak haksız ve hukuka aykırı davranmaları nedeniyle 5271 sayılı Kanun’un 141 inci maddesinin üçüncü fıkrasına dayalı olarak maddi ve manevi tazminat talep ettiği, İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/100-2016/37 E.K. Sayılı kararının gerekçesinin incelenmesinde, Cumhuriyet Savcıları ve Hakimler tarafından gerekli dikkat ve özenin gösterilmediği, bu özensiz davranış nedeniyle davacı hakkında haksız bir davanın açıldığı, bu nedenle doğan zararın giderilmesinde Devletin kusursuz sorumluluğu söz konusu olup yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda oluşan zararların tazminat hukukunun genel ilkeleri çerçevesinde Devlet tarafından karşılanması gerektiği, davacının bu nedenle 5271 sayılı Kanun’un 141 inci maddesinin üçüncü fıkrası gereğince devletten maddi ve manevi zararını isteyebileceği kanaatine varılmıştır.
Davacının, dava dilekçesinde belirttiği maddi tazminata konu taleplerin incelenmesi:
a- Davacının, soruşturma ve kovuşturma sırasında kendisini vekille temsil ettirdiği ve bunun için ödediği vekâlet ücretinin tazminine ilişkin talebin değerlendirilmesinde:

İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/100-2016/37 E.K. sayılı ilamının incelenmesinde davacının kendisini vekille temsil ettirdiği, mahkemenin kararında 3.800,00 TL vekâlet ücretine hükmettiği, davacıya düşen miktarın 1.900,00 TL olduğu, davacı vekilinin 04.08.2014 tarihli ve 10.000,00 TL miktarlı serbest meslek makbuzunu ibraz ettiği, davacı tarafın avukatına haksız davada temsil edilmesi için 10.000 TL vekalet ücreti ödediğinin ispat edildiği, bu miktardan mahkemenin hükmettiği miktar mahsup edildiğinde 8100 TL miktarın maddi tazminat olarak davacıya verilmesi gerektiği;

b- Davacı ve ailesinin dava nedeniyle İzmir’e gidiş-dönüş yol giderleri ve konaklama giderlerinin tazminine ilişkin talebin değerlendirilmesinde: davacının, hangi tarihte İzmir’e gidip geldiğini ve ne miktarda yol ve konaklama giderleri yaptığını ve bunları ödediğini ispatla yükümlü olduğu, ancak davacı tarafın bu hususları ispata yönelik herhangi bir delil veya ödeme belgesi ibraz etmediği, her ne kadar uçak firmalarından gelen belgelere göre davacının İzmir’e gidiş-dönüşüne ilişkin kayıtlar varsa da davacının o tarihlerde dava ve duruşma nedeniyle İzmir’e gittiğine dair de herhangi bir duruşma tutanağı veya belge ibraz etmediği, yine İzmir Ege Ordusu Orduevleri Müdürlüğünden gelen cevabi yazıda davacının 2012-2013 ve 2014 yıllarında İzmir Orduevleri Müdürlüğü bünyesinde konaklama yapmadığının bildirildiği, davacının haksız dava nedeniyle yol ve konaklama gideri yaptığını ve dolayısıyla bu talebine ilişkin zararını ispat edemediği, yine ailesi tarafından yapılmış giderlerin de davacının kendi malvarlığında doğrudan oluşan zarar kapsamında olmadığı değerlendirilmekle bu yöndeki talebinin maddi tazminat hesabında gözetilemeyeceği;

c- Davacının haksız dava nedeniyle ruh sağlığını kaybettiğini ve bu nedenle adi malul olarak emekliye ayrılması nedeniyle uğradığı zararların tazminine ilişkin talebin değerlendirilmesinde: Davacının, haksız dava nedeniyle manevi yönden zarar gördüğü sabit ise de malulen emekli olmasına yol açan hastalığının, hakkında açılan haksız davanın doğrudan sonucu olduğuna dair herhangi bir rapor veya delilin ibraz edilmediği, davacının haksız dava nedeniyle malulen emekli olduğu hususunun ispatlanamadığı değerlendirilmekle bu yöndeki talebinin de maddi tazminat hesabında gözetilemeyeceği kanaatine varılmış, her ne kadar bilirkişi, raporunda yol giderlrine ilişkin maddi tazminat hesabı yapmışsa da yukarıda belirtilen gerekçelerle bilirkişi raporundaki bu hususa itibar edilmeyerek davacının vekalet ücreti ile ilgili maddi tazminat talebi kabul edilmiş olup davacı vekili maddi tazminat talebinin ıslah ettiğinden maddi tazminat talebinin kısmen kabulü ile 8.100,00 TL maddi tazminatın ödeme tarihi olan 04.08.2014 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan alınmasına;

Davacının manevi tazminat talebinin değerlendirilmesinde; Davacının hakkında haksız ve hukuka aykırı soruşturma yapılması ve dava açılması yine iddianamede isnat edilen eylemler nedeniyle manevi yönden de zarar gördüğünün sabit olduğu, buna göre davacının sosyal ve ekonomik durumu, iddianamelerde davacıya isnat olunan eylemlerin ve suçların niteliği, hakkında soruşturma ve yargılama yapılmasına neden olan olayın cereyan tarzı ile kusur durumu, davacı ve çevresinin kültürel ve sosyal yapısı, faize hükmedilmesi nedeniyle tazminat davasının kesinleştiği tarihe kadar davacının elde edeceği parasal değer, hak ve nesafet kuralları birlikte dikkate alınmak suretiyle manevi tazminat talebinin de kısmen kabulüne karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmakla 40.000,00 TL manevi tazminatın haksız davanın kesinleştiği tarih olan 21.10.2016 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan alınmasına, fazlaya ilişkin taleblerin reddine karar verilmiştir.

B. Bölge Adliye Mahkemesinin Kabulü
Maddi tazminat talebi yönünden yapılan değerlendirmede; maddi tazminatın belirlenmesinde, elde edilmesi mutlak, objektif, somut, daha önce kazanıldığı veya sahip olunduğu halde soruşturma veya yargılama nedeni ile kaybedilen gelirler veya hakların nazara alınabileceği, davacının sanık sıfatı ile yargılandığı dava sırasında kendisi ve ailesinin duruşmaları takip etmek için yapmış olduğu gidiş – geliş, iaşe ve konaklama giderlerinin davacı hakkında görülen kamu davasına bağlı olarak kendi malvarlığında doğrudan oluşan zarar kapsamında olmadığının, bu nedenle de 5271 sayılı Kanun’un 141 inci ve devamı maddeleri kapsamında maddi zarar hesabına dahil edilemeyeceği cihetle, İlk Derece Mahkemesinin bu yöndeki kabulünün sonucu itibarı ile doğru ve isabetli olduğu değerlendirilmiştir. Ancak öte yandan, davacı vekili davacının avukatlık ücreti olarak 10.000,00 TL ödeme yaptığını, bunun tahsilini talep etmiş ise de; dosyada yargılama sırasında anılan soruşturmaya ve açılan kamu davasına ilişkin 04.08.2014 tarihli ve 10.000,00 TL bedelli serbest meslek makbuzu ibraz edilmiştir. Tazminat davasının dayanağı olan İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/100 Esas, 2016/37 Karar sayılı ve 26.02.2016 karar tarihli dosyasında, kendisini dosyaya vekâletname sunan bir müdafii aracılığı ile temsil ettiren ve beraat eden davacı (sanık) yararına, beraat kararının verildiği tarihte geçerli Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca 3.600,00 TL maktu vekalet ücreti takdiri gerektiği, buna göre aynı avukat ile temsil edilse bile beraat eden birden çok sanık olması durumunda her bir sanık yararına ayrı maktu vekalet ücreti tayini gerektiği, fakat mahkemece davacının (sanık) başka bir sanıkla birlikte ve ancak aynı avukat ile temsil edildiğinden bahisle sadece 3.800,00 TL vekalet ücretine hükmedildiği, bu hususun ise temyiz konusu yapılmadığı, öte yandan ait olduğu davada hüküm altına alınması gereken vekalet ücretinin yargılama gideri kapsamında olup bu hakkın asıl davadan bağımsız olarak dava konusu yapılamayacağı ve bu kapsamda asıl ceza davasında ödenmeyen vekalet ücretinin maddi tazminat kapsamına dahil edilmesinin mümkün bulunmadığı cihetle; İlk Derece Mahkemesi tarafından, davacı vekili tarafından sunulan 04.08.2014 tarihli ve 10.000,00 TL bedelli serbest meslek makbuzunda yer alan miktardan, beraat kararının verildiği tarihte hükmolunması gereken 3.600,00 TL vekâlet ücretinin mahsubu ile kalan 6.400,00 TL’sinin davacı yararına maddi tazminat olarak hüküm altına alınması gerekirken, serbest meslek makbuzunda yer alan miktarın, hükmedilmesi gereken vekâlet ücreti düşülmeksizin, davacı payına düşen kısmın mahsubu ile (1.900,00 TL) davacı yararına 8.100,00 TL maddi tazminata hükmolunması doğru ve isabetli bulunmamıştır.

Manevi tazminat talebi yönünden yapılan değerlendirmede ise; Davacı ve vekili manevi tazminat talebini, kamuoyunda “İzmir Casusluk ve Fuhuş davası” olarak adlandırılan kamu davası nedeni ile davacının manevi yönden büyük zarara uğramasına, oldukça yıpranmasına ve hayatının çekilmez bir hal almasına, arkadaş ve yakın çevresi tarafından dışlanmasına, toplum önünde küçük düşmesine, onurunun kırılmasına ve duyduğu acıların artmasına, basın yayın organları tarafından linç edilmesi sonucu meslek ve aile yaşantısının zedelenmesine, hakkında “ahlaksız ve casus” algısı oluşturulmasına, toplumda nefret uyandıran bir davada haksız olarak 4 yıl süre ile yargılanması nedeni ile TSK’da görev yapamayacak hale gelmesine ve adi malul olarak emekli edilmesine, FETÖ üyesi yargı mensupları tarafından sahte delillerle kurgulanan bir kumpasa maruz kalmasına dayandırmıştır. Anılan soruşturma ve kamu davası nedeni ile davacı hakkında bir gözaltı veya tutuklama işlemi yoktur. Yine CMK’nın 141/1. maddesinde tazminat isteme koşulları açıklanmış olup, aynı maddede bir kimse hakkında beraat ettiği suçlar nedeni ile sadece kamu davası açılmış olmasına dayalı olarak tazminat isteminde bulunabilme hakkı düzenlenmemiştir. CMK’nın 141/3. maddesinde ise “Birinci fıkrada yazan haller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk halleri de dahil olmak üzere hakimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir.” denmektedir. Davacı ve vekili, İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/100 Esas, 2016/37 Karar sayılı dosyasında, soruşturmayı ve kovuşturmayı yürüten hakim ve Cumhuriyet savcılarının davacı hakkında kasıtlı olarak sahte deliller ürettiklerini ve haksız işlemler yaptıklarını ileri sürmüşlerdir. İlgili davada soruşturmayı ve kovuşturmayı yürüten hakim ve Cumhuriyet savcıları hakkında kamuoyunda haksız ve kasıtlı işlemler yaptıkları konusunda bir algı ve kabul, yaygın bir şayia bulunduğu da doğrudur ve ancak az önce açıklanan CMK’nın 141/3. maddesine göre, bu madde uyarınca tazminata hükmedebilmek için hakim veya Cumhuriyet savcısının icrai olarak görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ve bu suretle de görevi kötüye kullandıklarının bir yargı kararı ile tespit edilmiş olması gereklidir. Oysa gerek işbu davanın açıldığı ve gerekse Dairemiz tarafından hüküm kurulduğu aşamaya kadar bu konuda ortaya çıkmış ve kesin hüküm halini almış herhangi bir yargı kararı bulunmamaktadır. Böyle bir yargı kararının ortaya çıkması halinde, CMK’nın 142/1. maddesinde belirtilen süreler dahilinde davacı tarafından manevi tazminat istemine dayalı bir dava açılması ise mümkün görülmüştür. Bunlardan ayrı olarak, CMK’nın 141/1-i. maddesinde “Hakkındaki arama kararı ölçüsüz şekilde gerçekleştirilen” kişilerin tazminat isteyebilecekleri belirtilmiş olup, dava konusu olayda davacının, aramanın ölçüsüz gerçekleştirildiğine dair bir iddiası yoktur ve esasen arama kararının haksız olduğunu iddia etmektedir. Davacı vekilinin haksız olduğunu iddia ettiği arama kararı nedeniyle idare mahkemesinde dava açma hakkına sahip olduğu cihetle, haksız arama nedeni ile manevi tazminat isteminin kabul edilemeyeceği, ayrıca haksız el koyma nedeni ile manevi tazminat koşullarının oluşmayacağı, yine davacının sanık olarak yargılanıp beraat ettiği ve tazminat davasının dayanağı olan İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/100 Esas, 2016/37 Karar sayılı ve 26/02/2016 tarihli, 21/10/2016 tarihinde kesinleşen kararı havi dosyasındaki sanık sayısı, suçların çokluğu, kamu davasının karmaşıklığı ve benzeri hususlar uyarınca kamu davasının 4,5 yıl gibi bir sürede kesin şekilde sonuca bağlanmış olması karşısında, davacı hakkında mağduriyete neden olacak şekilde uzun bir yargılamanın varlığından söz edilemeyeceği, bu nedenle kamu davasının uzun süre devam etmesine dayalı manevi tazminat isteminin kabul edilemeyeceği sonucuna varılmıştır. Dolayısı ile işbu tazminat davasında manevi tazminat istemi koşulları bulunmadığı halde İlk Derece Mahkemesi tarafından davacı yararına manevi tazminata hükmedilmiş olması da doğru ve isabetli bulunmamış, bu açıklamalar ışığında Dairemizce, gerek maddi ve gerekse manevi tazminat talebi yönünden doğru ve isabetli olmayıp yasaya uygun bulunmayan İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılması, maddi tazminat talebinin vekalet ücreti yönünden kısmen kabulü, manevi tazminat talebinin de tamamen reddi gerektiği vicdani kanaatına varılarak yeni bir hüküm kurulmuştur.

IV. GEREKÇE
Tazminat talebinin esasını oluşturan İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/100 Esas, 2016/37 Karar sayılı ceza dava dosyasında davacının devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etme, suç işlemek amacı ile kurulan örgüte üye olmak ve kişisel verileri kaydetmek suçlarından yargılandığı, yapılan yargılama üzerine 26.02.2016 tarihinde beraatine hükmedildiği, beraat hükmünün 21.10.2016 tarihinde kesinleştiği ve davanın 5271 sayılı Kanunun 142 nci maddesinin birinci fıkrasında belirlenen süre içerisinde yetkili ve görevli mahkemede açıldığı anlaşılmıştır.

A. Davalı Vekilinin Temyiz İstemi Yönünden;
Davalı vekilinin temyizinin katılma yolu ile yapılmadığı dikkate alınarak İlk Derece Mahkemesi kararına yönelik istinaf incelemesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen hükmün; karar tarihi itibarıyla temyiz kesinlik sınırının 58.800,00 TL olması, İlk Derece Mahkemesi tarafından hükmedilen 8.100,00 TL maddi ve 40.000,00 TL manevi tazminatın Bölge Adliye Mahkemesince ortadan kaldırılarak 6.400,00 TL maddi tazminatın ödenmesine karar verilmesi nedeniyle toplam tazminat miktarının 6.400,00 TL olduğu, 6100 sayılı Kanun’un, 24.11.2016 tarihli ve 6763 sayılı Kanun’un 42 nci maddesi ile değişik 362 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca davalı açısından kesin olduğu anlaşıldığından, temyiz isteminin reddine karar verilmesi gerektiği belirlenmiştir.

B. Davacı Vekilinin Temyiz İstemi Yönünden;
B.1. Davacının Ödemiş Olduğu Vekâlet Ücretinin Tamamının Maddi Tazminat Kapsamında Ödenmesi Gerektiğine İlişkin Temyiz Sebebi Yönünden;
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 29.05.1957 tarihli, 1957/4 Esas ve 1957/16 Karar sayılı içtihadı birleştirme kararında da açıklandığı üzere , vekâlet ücreti yargılama giderlerindendir. Buna göre karşı tarafa yüklenmesi gereken vekâlet ücretinin bağımsız bir varlığı olamayacağından ayrı bir dava konusu da yapılamayacaktır. Davacının, kendi vekili ile yaptığı ve sadece tarafları bağlayan ücret sözleşmesi niteliğindeki vekâlet akdi uyarınca ödenmesi kararlaştırılan bedelin koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davasında zarar kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilmelidir.

Anılan içtihadı birleştirme kararı ve yerleşik Yargıtay uygulamaları nazara alındığında, tazminat talebinin dayanağı olan ceza dava dosyasında beraat etmiş olması nedeniyle davacı lehine maktu vekâlet ücretine hükmolunması gerektiği, maktu vekâlet ücretini aşan ve serbest meslek makbuzu ile ispatlanan kısmın ise davacı ile avukatı arasındaki hukuki ilişkiye dayandığı, bu nedenle koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davasında zarar kapsamına dahil edilmesi hukuka aykırı olsa da temyiz eden sıfatına göre bozma nedeni yapılmamıştır.

B.2. Davacının Yargılama Sebebiyle Yapmış Olduğu Yol Masraflarının Maddi Tazminat Kapsamında Ödenmesi Gerektiğine İlişkin Temyiz Sebebi Yönünden;
Davacının yol masrafları sebepleriyle uğradığı maddi tazminat talebinin 5271 sayılı Kanun’un 141 inci ve devamı maddeleri gereğince hesaplanması gereken maddi zarar kapsamında olmadığından bu hususlara ilişkin olarak maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesinde hukuka aykırılık bulunmamıştır.

B.3. Manevi Tazminat Talebinin Kabul Edilmesi Gerektiğine İlişkin Temyiz Sebebi Yönünden;
Davacının talep konusunun yargılamada görev alan hakim ve Cumhuriyet savcılarının haksız fiil niteliğindeki eylemlerine dayandığı anlaşılmakla; 5271 sayılı Kanunun 141 inci maddesinin üçüncü fıkrasının 18.06.2014 tarihinde düzenlenmesi nedeniyle hangi mevzuatın uygulanacağı konusunda izahat yapmak gerekmiştir.

Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun (1086 sayılı Kanun) 573 ve devamı maddelerinde, “hakim ve icra reisi” aleyhine 573 üncü maddede düzenlenen yedi bent ile sınırlı olmak üzere tazminat davası açılabileceği, 25.03.1931 gün ve 19/35 sayılı İçtihatı Birleştirme Kararı ile ceza hakimlerinin de hakim kavramı içinde olduğu, mülga 1086 sayılı Kanunun 573 ve devamı maddelerinin, hakim ve icra reisi ile ceza hakimlerinin yargısal faaliyet nedeni ile oluşan zararlardan dolayı sınırlı sorumluluk halleri getirerek koruma sağladığı, Cumhuriyet savcılarının ise başlık ve madde metni dikkate alındığında 1086 sayılı Kanunun 573 ve devamı koruması içine alınmadığı, Cumhuriyet savcıları aleyhine genel hükümler çerçevesinde tazminat davası açılabileceği içtihatlar ile kabul edilmekteydi.

09.02.2011 gün ve 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 14.maddesi ile mülga 1086 sayılı Kanunun 573 üncü maddesinde değişiklik yapılmış, hâkimlerin yargılama faaliyetlerinden dolayı Devlet aleyhine tazminat davası açılabileceği düzenleme altına alınmış, 24.02.1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanununa 93 üncü maddeden sonra gelmek üzere 93/A maddesi eklenmiş; Cumhuriyet savcıları da Devlet koruması altına alınmış, hakim ve cumhuriyet savcıları aleyhine kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk sebeplerine dayanılarak da olsa tazminat davası açılamayacağı düzenlenmiştir.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 46 ncı maddesi gereğince hâkimlerin yargılama faaliyetinden dolayı Devlet aleyhine tazminat davası açılabilecektir. Madde gerekçesinde “Hükümde geçen “hâkim” kavramının genel anlamda kullanıldığı, buna yargı yetkisini kullanan tüm hâkimlerin dahil olduğu, ilk derece mahkemesi hâkimleri, bölge adliye mahkemesi hâkimleri, Yargıtay, Danıştay başkan ve üyeleri keza ceza mahkemesi hâkimlerinin de buraya dahil” olduğu ifade edilmiştir.

6100 sayılı Kanunun 47 nci maddesine göre, aynı Kanunun 46 ncı maddesine istinaden Devlet aleyhine açılan tazminat davası, ilk derece ve bölge adliye mahkemesi hâkimlerinin fiil ve kararlarından dolayı, Yargıtay ilgili hukuk dairesinde açılacak ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla görülecektir.

Bu arada, 21.02.2014 gün ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 24.02.1983 tarihli ve 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 93/A maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Böylelikle “hukuk hâkimleri” dışındaki hâkimler ve cumhuriyet savcıları aleyhine açılacak tazminat davalarında görevli mahkemenin neresi olduğu sorunu ortaya çıkmıştır.

5271 sayılı Kanunun “Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat” başlıklı 141 inci maddesinde suç soruşturması veya kovuşturması sırasında, 141 inci maddenin birinci fıkrasında düzenlenen haller nedeni ile zarar gördüğünü iddia eden kişilerin maddî ve manevî her türlü zararlarını Devletten isteyebilecekleri, 142 nci maddesinde ise koruma tedbirleri nedeni ile tazminat isteminin, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanacağı düzenlenmiştir.

18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Türk Ceza Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunla 5271 sayılı Kanunun 141 inci maddesine; “(3) Birinci fıkrada yazan hâller dışında, suç soruşturması veya kovuşturması sırasında kişisel kusur, haksız fiil veya diğer sorumluluk hâlleri de dâhil olmak üzere hâkimler ve Cumhuriyet savcılarının verdikleri kararlar veya yaptıkları işlemler nedeniyle tazminat davaları ancak Devlet aleyhine açılabilir. (4) Devlet, ödediği tazminattan dolayı görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan hâkimler ve Cumhuriyet savcılarına bir yıl içinde rücu eder.” şeklinde üçüncü ve dördüncü fıkralar eklenmiştir.

Bu düzenlemeler ışığında davacının talebine konu hakim ve Cumhuriyet savcılarının hukuki sorumlulukları nedeniyle talebe konu eylemlerin 18.06.2014 tarihinden önce olduğu dikkate alındığında eylem tarihinde yürürlükte bulunan 1086 veya 6100 sayılı Kanunlar uyarınca tazminat isteme koşullarının ilgili maddelere göre değerlendirilmesi gerektiği, davacının beraatine yönelik İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2014/100 Esas, 2016/37 sayılı karar gerekçesinde tespit edilen hususlar doğrultusunda tazminat koşullarının oluştuğu, ayrıca ilgili hakim ve Cumhuriyet savcılarının görevinin gereklerine aykırı hareket ettiklerinin kesin bir hükümle tespit edilmiş olması gerekmediği dikkate alındığında, davacının hakim ve Cumhuriyet savcılarının hukuki sorumluluklarına yönelik talebinin kabulü ile makul bir tazminata hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi hukuka aykırı bulunmuş, davacı vekilinin temyiz sebepleri bu itibarla yerinde görülmüştür.

V. KARAR
A. Davalı Vekilinin Temyiz İstemi Yönünden
Gerekçe bölümünde (A) bendinde açıklanan nedenle Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 12. Ceza Dairesinin, 15.01.2019 tarihli ve 2017/4279 Esas, 2019/108 Karar sayılı kararına yönelik davalı vekilinin temyiz isteminin, 5271 sayılı Kanun’un 298 nci maddesinin birinci fıkrası gereği, Tebliğname’ye uygun olarak, oy birliğiyle REDDİNE,

B. Davacı Vekilinin Temyiz İstemi Yönünden
Gerekçe bölümünün (B.3.) paragrafında açıklanan nedenle davacı vekilinin temyiz istemi yerinde görüldüğünden Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 12. Ceza Dairesinin, 15.01.2019 tarihli ve 2017/4279 Esas, 2019/108 Karar sayılı kararının 5271 sayılı Kanun’un 302 nci maddesinin ikinci fıkrası gereği, Tebliğname’ye aykırı olarak, oy birliğiyle BOZULMASINA,

Dava dosyasının, 5271 sayılı Kanun’un 304 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi uyarınca Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 12. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 03.04.2023 tarihinde karar verildi.