Yargıtay Kararı 12. Ceza Dairesi 2017/1238 E. 2017/2538 K. 29.03.2017 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 12. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2017/1238
KARAR NO : 2017/2538
KARAR TARİHİ : 29.03.2017

Mahkemesi :Sulh Ceza Mahkemesi

Taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma suçundan şüpheliler Hacı Zeki Uzun ve … haklarıında yapılan soruşturma evresi sonucunda İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 01/03/2016 tarihli ve 2014/23475 soruşturma, 2016/11389 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itirazın reddine ilişkin İzmir 7. Sulh Ceza Hakimliğinin 22/04/2016 tarihli ve 2016/1427 değişik iş sayılı kararını kapsayan dosya incelendi.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160. maddesinde yer alan “Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.” şeklindeki düzenleme karşısında, Cumhuriyet savcısının soruşturma yapmak zorunda olduğu, soruşturma dosyası kapsamına göre Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 04/01/2016 tarihli ve 24 karar sayılı raporunda küretaj işlemi sonrası ortaya çıkan tabloların bu tür işlemlerden sonra her türlü özene rağmen oluşabilen her hangi bir tıbbi kusur ya da ihmal izafe edilemeyen ‘’komplikasyon’’ olarak nitelendirildiği, kişiye konulan tanı ve yapılan işlemlerin tıp biliminin genel kabul görmüş ilke ve kurallarına uygun olduğu, kişinin tedavisinde görev alan sağlık çalışanlarına atfı kabil kusur tespit edilmediğinin belirtildiği, her ne kadar Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 04/01/2016 tarihli ve 24 karar sayılı raporunda şüpheli doktorun kusuru bulunmadığının bildirildiği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği anlaşılmışsa da, Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 05/09/2013 tarihli ve 2012/19402, esas, 2013/19286 karar sayılı ilâmında da belirtildiği üzere taksirle işlenen suçlardan dolayı kusurluluk değerlendirmesi ancak mahkeme hakimi tarafından yapılabileceği, kusurun belirlenmesi normatif bir değerlendirmeyle mümkün olmakla birlikte, konunun teknik bilgiyi gerektirmesi, hakimin hukuk bilgisiyle sorunu çözemeyeceği durumlarda, bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiğinde dahi, bilirkişinin inceleme yetkisi kusurlulukla ilgili olmayıp, işin tekniği ve norma aykırı davranışın belirlenmesi ile sınırlı olacağı, bilirkişi raporlarının mahkemeyi bağlayıcı değil, delilleri değerlendirme vasıtalarından biri olduğu, mahkemelerin gerekçelerini açıklamak suretiyle bilirkişi raporlarına itibar edip etmeme hususunda takdir ve değerlendirme hakkına haiz bulunduğu, bilirkişi tarafından münhasıran hakimin yetkisinde bulunan kusurluluk konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmaması gerekmekle birlikte, bu yöndeki bir değerlendirmenin de hakimi bağlayıcı bir yönünün bulunmadığı, somut olayda müştekinin 19/07/2012 tarihli ilk küretaj işleminden sonra pataloji raporunu şüpheli …’ya göstermesine rağmen gerekli işlemlerin yapılmasında gecikildiği, bu gecikmenin müştekinin tekrar çocuk sahibi olması hususunda bir etkisi bulunup bulunmadığının ve pataloji raporunda ikinci kez küretaj işleminin gerektiğinin doktor tarafından anlaşılıp anlaşılamayacağı hususlarında 2. İhtisas Kurulu’ndan alınan raporunda uyuşmazlığa ışık tutacak nitelikte bulunmadığı ve Adlî Tıp Genel Kurulu’ndan rapor alınması gerektiği gibi, 5271 sayılı Kanun’un 67. maddesinin beşinci fıkrası gereğince ilgililerin itirazlarının bildirilmesi için istemde bulunabilmelerini sağlamak üzere söz konusu Adli Tıp Raporunun tebliğ edilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği, müştekinin yaralanması konusunda Yüksek Sağlık Şurası da dahil olmak üzere üniversitelerin tıp fakülteleri veya eğitim veren devlet hastanelerinden de görüş alınarak soruşturmanın buna göre sonuçlandırılması gerektiği gözetilemeden, yapılan eksik soruşturma sonucu verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet bulunmadığı, gerekçeleriyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararların bozulması Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün 23/12/2016 gün ve 94660652-105-35-14276-2016 sayılı yazılı istemlerine müsteniden, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 11/01/2017 gün ve 2016/402295 sayılı tebliğnamesi ile ihbar ve talep edilmekle;
Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Tüm dosya kapsamının incelenmesinden olayda kusuru bulunanların tespiti amacıyla yazılan yazılar sonucunda Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 04/01/2016 tarihli ve 24 karar sayılı raporunda, “İntrauterin embriyonun canlılığını kaybetmesine rağmen olayın bir kanama ve düşük ile sonuçlanmaması durumu missed abortus olarak tanımlandığı, gebelik ürününün uzun süre atılmadan içerde kalması durumunda anne adayının hayatını tehdit edebilecek durumlar oluşturabildiği, bu nedenle missed abortus oluşan gebelerde tıbbi tahliye uygulandığı, tahliye işlemi esnasında embriyomum bazen içerde kalabildiği, bu nedenle tekrardan küretaj işlemi uygulanmak zorunda kalınabildiği, aynı zamanda küretaj işlemi sonrasında rahimde yapışıklıklar (Asherman Sendromu) oluşabildiği, bu yapışıklıklara bağlı sekonder infertilite gelişebildiğinin tıbben bilindiği, kişide küretaj işlemi sonrası ortaya çıkan tabloların bu tür işlemlerden sonra her türlü özene rağmen oluşabilen her hangi bir tıbbi kusur ya da ihmal izafe edilemeyen “komplikasyon” olarak nitelendirildiği, kişiye konulan tanı ve yapılan işlemlerin tıp biliminin genel kabul görmüş ilke ve kurallarına uygun olduğu, kişinin tedavisinde görev alan sağlık çalışanlarına atfı kabil kusur tespit edilmediği oy birliği ile mütalaa olunduğu, bu sebeple İzmir 7. Sulh Ceza Hakimliğinin 22/04/2016 tarihli ve 2016/1427 değişik iş sayılı kararında usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından; bu karara yönelik kanun yararına bozma talebinin REDDİNE, dosyanın gereği için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 29.03.2016 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

MUHALEFET ŞERHİ;

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160. maddesinde yer alan “Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.” şeklindeki düzenleme karşısında, Cumhuriyet savcısının soruşturma yapmak zorunda olduğu, soruşturma dosyası kapsamına göre Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 04/01/2016 tarihli ve 24 karar sayılı raporunda küretaj işlemi sonrası ortaya çıkan tabloların bu tür işlemlerden sonra her türlü özene rağmen oluşabilen her hangi bir tıbbi kusur ya da ihmal izafe edilemeyen ‘’komplikasyon’’ olarak nitelendirildiği, kişiye konulan tanı ve yapılan işlemlerin tıp biliminin genel kabul görmüş ilke ve kurallarına uygun olduğu, kişinin tedavisinde görev alan sağlık çalışanlarına atfı kabil kusur tespit edilmediğinin belirtildiği, her ne kadar Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulunun 04/01/2016 tarihli ve 24 karar sayılı raporunda şüpheli doktorun kusuru bulunmadığının bildirildiği gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği anlaşılmışsa da, taksirle işlenen suçlardan dolayı kusurluluk değerlendirmesi ancak mahkeme hakimi tarafından yapılabileceği, kusurun belirlenmesi normatif bir değerlendirmeyle mümkün olmakla birlikte, konunun teknik bilgiyi gerektirmesi, hakimin hukuk bilgisiyle sorunu çözemeyeceği durumlarda, bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiğinde dahi, bilirkişinin inceleme yetkisi kusurlulukla ilgili olmayıp, işin tekniği ve norma aykırı davranışın belirlenmesi ile sınırlı olacağı, bilirkişi raporlarının mahkemeyi bağlayıcı değil, delilleri değerlendirme vasıtalarından biri olduğu, mahkemelerin gerekçelerini açıklamak suretiyle bilirkişi raporlarına itibar edip etmeme hususunda takdir ve değerlendirme hakkına haiz bulunduğu, bilirkişi tarafından münhasıran hakimin yetkisinde bulunan kusurluluk konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmaması gerekmekle birlikte, bu yöndeki bir değerlendirmenin de hakimi bağlayıcı bir yönünün bulunmadığı, somut olayda müştekinin 19/07/2012 tarihli ilk küretaj işleminden sonra pataloji raporunu şüpheli …’ya göstermesine rağmen gerekli işlemlerin yapılmasında gecikildiği, bu gecikmenin müştekinin tekrar çocuk sahibi olması hususunda bir etkisi bulunup bulunmadığının ve pataloji raporunda ikinci kez küretaj işleminin gerektiğinin doktor tarafından anlaşılıp anlaşılamayacağı hususlarında 2. İhtisas Kurulu’ndan alınan raporunda uyuşmazlığa ışık tutacak nitelikte bulunmadığı ve Adlî Tıp Genel Kurulu’ndan rapor alınması gerektiği gözetilemeden, yapılan eksik soruşturma sonucu verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yapılan itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet bulunmadığı anlaşılmakla, İzmir 7. Sulh Ceza Hakimliğinin 22/04/2016 tarihli ve 2016/1427 değişik iş sayılı kararının CMK’nın 309. Maddesi uyarınca bozulması gerektiği kanaatiyle, sayın çoğunluğun kanun yararına bozma talebinin reddi yönündeki düşüncesine iştirak etmiyoruz.