Yargıtay Kararı 12. Ceza Dairesi 2016/10463 E. 2017/2568 K. 30.03.2017 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 12. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2016/10463
KARAR NO : 2017/2568
KARAR TARİHİ : 30.03.2017

Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : 2863 sayılı Kanuna aykırılık
Hüküm : 5271 sayılı CMK’nın 223/2-a maddesi uyarınca Beraat

2863 sayılı Kanuna aykırılık suçundan sanığın beraatine ilişkin hüküm, katılan vekili ile şikayetçi vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Suçtan zarar gören … adına yapılan temyiz istemi davaya katılma talebi olarak değerlendirilmiş olup, şikayetçi kurumun, 5271 sayılı CMK’nın 237/2. maddesi uyarınca kamu davasına katılan sıfatı ile kabulüne karar verilerek yapılan incelemede;
1- Katılan Kültür ve Turizm Bakanlığı vekilinin temyiz isteminin incelenmesinde;
17/08/2011 tarih ve 28028 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 648 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca, doğal sit alanlarında izinsiz gerçekleştirilen müdahaleler nedeniyle açılan davalara katılma hakkının …’na ait olması karşısında, mahkemece katılan olarak kabul edilen Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın, sanık hakkında tesis edilen hükmü temyiz etme hak ve yetkisi bulunmadığı anlaşılmakla, katılan Kültür ve Turizm Bakanlığı vekilinin temyiz isteminin, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 317. maddesi uyarınca isteme aykırı olarak REDDİNE,
2- Katılan … vekilinin temyiz isteminin incelenmesine gelince;
2863 sayılı Kanunun 7. maddesinde 6498 sayılı Kanun ile getirilen değişikliğin amacının, korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlığı ya da sit alanı olarak tescil kararlarının, ilgililerince öğrenilmesini sağlamak olduğu, başka bir deyişle, tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları yönünden tebliğ; sit alanları yönünden Resmi Gazete’de yayım ve internet üzerinden duyuru kurallarının, kişilerin, sahip oldukları veya kullandıkları taşınmazların durumunu bilmelerini ve ona göre hareket etmelerini sağlama amacı taşıdığı, belirtilen kuralların, 2863 sayılı Kanunun 65. maddesinde düzenlenen suçun oluşumu için şekil şartı niteliği bulunmayıp, aksi yöndeki kabulün, 6498 sayılı Kanunun amacına da ters düşeceği;
Dolayısıyla, sözü edilen değişiklik öncesinde yapılan tescil işlemleri bakımından, tek yapı ölçeğindeki kültür ve tabiat varlıkları ile korunma alanlarına ilişkin olarak, taşınmaza ait tapu kaydının beyanlar hanesinde tescil şerhi bulunup bulunmadığına; sit alanları, tabiat varlıkları ve tek yapı ölçeğinde tescil edilen taşınmazlar da dâhil olmak üzere malikleri idarece tespit edilemeyen

taşınmazlara ilişkin olarak, şerhin varlığına veya tescil kararının mahallinde mutat vasıtalarla ilan edilip edilmediğine bakılması gerektiği;
Diğer yandan, taşınmaz bir varlığın korunması gerekli kültür ve tabiat varlığı olarak tescil edilmesinin ya da bir bölgenin, doğal, tarihi ve kültürel özellikleri nedeniyle sit alanı olarak belirlenmesinin, taşınmazın veya bölgenin özel bir statüye tabi tutulması gerektiği ve taşınmaz üzerinde ya da bölge içerisinde keyfi uygulamalarda bulunulamayacağı anlamına geldiği, bu bakımdan kural olarak, 6498 sayılı Kanun değişikliği sonrası tebliğ – yayım – internette duyuru; anılan değişiklik öncesi ise şerh – ilan yöntemleri ile taşınmazın ya da bölgenin tescilinden ilgililerin haberdar olmalarının sağlanacağı;
Bununla birlikte, Türk Medeni Kanunu’nda yer alan “iyi niyet” kuralının genel bir hukuk ilkesi olarak kabul edilip, 2863 sayılı Kanunun 65. maddesinde düzenlenen suç tiplerine yönelik sübut değerlendirmesinde de dikkate alınmasının zorunlu olduğu, başka bir deyişle, 6498 sayılı Kanun değişikliği öncesinde yapılan tescil işlemleri yönünden, taşınmaza ait tapu kaydının beyanlar hanesinde şerh bulunmayıp, tescil kararı mahallinde mutat vasıtalarla ilan edilmemiş olsa dahi, failin, taşınmazın ya da bölgenin tescilinden haberdar olduğuna dair beyanının göz ardı edilemeyeceği, zira, maliki olduğu veya kullandığı taşınmazın korunması gerekli nitelik taşıdığını ya da sit özelliğiyle bölgesel bazda koruma altına alınan bir alanda bulunduğunu bilen kişinin, taşınmaz üzerinde dilediği zaman dilediği şekil ve kapsamda uygulama yapamayacağını, taşınmazın ya da bölgenin özel statüsünün mümkün kıldığı ölçüde, kamu kurumlarınca yürütülecek izin prosedürü çerçevesinde inşai ve fiziki müdahalelerde bulunabileceğini de bilmesi gerektiği, yapı ya da bölge bazında tescil kararından haberdar olduğu halde, ilgili kurumlara başvurarak, gerçekleştirmeyi düşündüğü inşai uygulamaya yönelik izin almayıp keyfi hareket eden kişinin iyi niyetinden söz edilemeyeceği, dolayısıyla, taşınmazın ya da bölgenin niteliğini bilerek izinsiz inşai ve fiziki müdahalede bulunan ya da başlangıçta bilmeyip, kamu görevlilerince düzenlenen zabıt ve tutanaklar ile durumu öğrendiği halde müdahalesine devam eden failin, hukuki koruma altına alınamayacağı;
Ayrıca, hukuka aykırı zeminde gerçekleştirilen fiiller bakımından da failin iyi niyetinden bahsetmenin mümkün bulunmadığı, başka bir deyişle, Dairemizce incelenen dosyalarda sıkça karşılaşıldığı gibi, hazineye ait veya devletin hüküm ve tasarrufundaki taşınmazlar üzerinde inşai ve fiziki müdahale yapılması durumunda, tescil kararının mahallinde mutat vasıtalarla ilan edilip edilmemesinin sonuca etkili olmayacağı, zira bu halde failin, maliki olmadığı veya hukuka uygun şekilde yararlanma hakkını elde etmediği taşınmaza müdahalede bulunduğunu ve fiilinin hukuki korumadan yoksun olduğunu bildiğinin kabulü gerektiği, hukuka aykırı zeminde gerçekleştirilen inşai ve fiziki müdahaleler yönünden ilan kuralı aranmasının, hayatın olağan akışına ve mantık ilkelerine de uygun düşmediği;
Bu kapsamda somut olay değerlendirildiğinde; sanığın, İstanbul III Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 15/11/1995 tarih ve 7755 sayılı kararı ile tescilli doğal sit alanı içerisindeki taşınmaz üzerine 80 m uzunluğunda, 60 cm yüksekliğinde duvar inşa ettiğinin iddia olunduğu, sanığın kovuşturma aşamasında yaptığı savunmada, ilkbaharda meydana gelen sel felaketi nedeniyle yıkılan duvarı, belediyeden aldığı izinle yeniden inşa ettiğini söylediği, dosya kapsamında mevcut Beykoz Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğü’nün 17/07/2013 tarihli yazısı ile, İstanbul İmar Yönetmeliği’nin 8.16. maddesi gereği kadastral sınırlar içerisinde kalmak şartıyla, yol cephesinden 1.00 m, yan bahçelerde h: 1.50 m’yi geçmeyecek şekilde bahçe duvarı yapılmasında ya da bu ölçülere uygun olan duvarın ve tel çitin tamir edilmesinde sakınca bulunmadığının sanığa bildirildiği anlaşılmakla; suça konu taşınmaza ait tapu kaydı getirtilip olay yerinde keşif yapılarak, taşınmazın hukuki durumunun ve sit alanı sınırları içerisinde kalıp kalmadığının, sanık tarafından inşa edilen duvarın özelliklerinin ve Beykoz Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğü’nün 17/07/2013 tarihli yazısı ile verilen izne uygun olarak yapılıp yapılmadığının belirlenmesi, böylece suçun unsurları bütünüyle ortaya konulduktan sonra ulaşılacak kanaate göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerektiği gözetilmeksizin, 6498 sayılı Kanun değişikliğine şekli bir anlam yüklenmek suretiyle, işin esasına ilişkin değerlendirme yapılmadan beraat hükmü tesisi,
Kanuna aykırı olup, katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince beraate ilişkin hükmün isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 30/03/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.