Yargıtay Kararı 12. Ceza Dairesi 2016/10428 E. 2017/92 K. 10.01.2017 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 12. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2016/10428
KARAR NO : 2017/92
KARAR TARİHİ : 10.01.2017

Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Taksirle öldürme
Hüküm : TCK’nın 85/1, 62, 50/1-a-4, 52/2-4. maddeleri ile 5275 sayılı Kanunun 106/3. maddesi gereğince mahkumiyet

Taksirle öldürme suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafinin ceza miktarına ve sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
1-Sanık hakkında hükmedilen 2 yıl 6 ay hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi esnasında adli para cezasının belirlenmesine esas tam gün sayısının gösterilmemesi suretiyle 5271 sayılı CMK’nın 232/6. maddesine ve TCK’nın 52/3. maddesine aykırı davranılması,
2-Hükmolunan adli para cezası taksitlendirilen sanık hakkında, ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrileceğine ilişkin ihtarın TCK’nın 52/4. maddesi yerine, infaz aşamasına ilişkin 5275 sayılı Kanunun 106/3. maddesi gereğince yapılması suretiyle CMK’nın 232/6. maddesine aykırı davranılması,
3-Hapis cezasının günlüğü 40,00 TL den çevrilmesine rağmen 20,00 TL olarak gösterilmek suretiyle hükümde çelişki yaratılması,
Kanuna aykırı olup, hükmün bu nedenlerle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu konularda, aynı Kanunun 322. maddesi gereğince karar verilmesi mümkün bulunduğundan, aynı maddenin verdiği yetkiye istinaden hüküm fıkrasının 3. bendinin çıkarılarak yerine “Sanığa verilen 2 yıl 6 ay hapis cezasının sanığın kişiliği, sosyal ve ekonomik durumu ve suçun işlenmesindeki özellikler nazara alınarak TCK’nın 50/4. maddesi delaletiyle TCK’nın 50/1-a maddesi gereğince adli para cezasına çevrilmesine; TCK’nın 52/3. maddesi gereğince adli para cezasının belirlenmesine esas tam gün sayısının 910 tam gün olarak belirlenmesine; TCK’nın 52/2. maddesi gereğince sanığın ekonomik ve diğer şahsi halleri göz önünde bulundurularak bir gün karşılığı adli para cezasının takdiren 40 TL olarak hesabıyla 36.400 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına” ibarelerinin eklenmesi ve hükmün 5. bendinin hükümden çıkarılarak yerine “TCK’nın 52/4. maddesi uyarınca taksitlerden birinin süresinde ödenmemesi halinde, geri kalan kısmın tamamının tahsil edileceği ve ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrileceğinin sanığa ihtarına” ibaresinin eklenmesi suretiyle, sair yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün isteme uygun olarak DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 10/01/2017 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

MUHALEFET ŞERHİ:

Sanık … hakkında; Ankara 2. Asliye Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda; 28/04/2016 gün, 2016/25 E-2016/292 K sayılı karar ile Taksirle Öldürme suçundan dolayı TCK’nın 85/1, 62, 50/4, 50/1-a, 52/2-4. maddeleri gereğince 36.400 TL Adli Para Cezasına hükmedilmiştir.
Bu karara karşı sanık müdafi tarafından süresinde açılan temyiz davası üzerine, Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesi tarafından yapılan inceleme sonucunda, 10/01/2017 gün, 2016/10428 E-2017/32 K sayılı karar ile sanık hakkında yerel mahkemece verilen mahkumiyet kararının; yukarıdaki asıl kararda açıklanan hukuka aykırılıkların giderilmesinden sonra DÜZELTİLEREK ONANMASINA, karar verilmiştir.
Yerel mahkemece verilen mahkumiyet kararının Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesi tarafından “DÜZELTİLEREK ONANMASINA” dair karara karşı aşağıda arz ve izah edilecek sebeplerle iştirak edilmemiştir.
Sanık … hakkında; yerel mahkemece hükmedilen 2 Yıl 6 Ay Hapis cezasının günlüğü 20 (Yirmi) TL üzerinden adli para cezasına çevrildiğinin hüküm fıkrasında net bir şekilde belirtilmesine karşın, hapis cezasının günlüğü bozma öncesinde olduğu gibi 40 (Kırk) TL üzerinden adli para cezasına çevrilmiş gibi hesaplanarak sonuç itibariyle 36.400 TL Adli Para Cezasına hükmedilmiştir. Hükmün sadece sanık tarafından temyiz edilmesine karşın Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğu tarafından; hüküm fıkrasındaki hapis cezasının günlüğünün gerçekte 40 TL üzerinden adli para cezasına çevrilmesine karşın, yazım hatasından dolayı hüküm fıkrasına 20. TL olarak yazıldığı kabul edilerek sonuç cezanın doğru olduğundan bahisle; hüküm fıkrasındaki hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi sırasında bir gün hapis cezasının karşılığı olarak 40. TL’nin yerine yazım hatasından dolayı yazılan 20 TL’nin, 40 TL olarak değiştirilerek sonuç itibariyle yerel mahkemece verilen 36.400 TL Adli para cezasının, diğer hukuka aykırılıkların da giderilmesinden sonra DÜZELTİLEREK ONANMASINA karar verilmiştir. Asıl kararda belirtilen diğer hukuka aykırılıklar konusunda Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğu ile aramızda görüş ayrılığı mevcut olmayıp, sanık hakkındaki hapis cezasının günlüğünün 20 TL üzerinden adli para cezasına dönüştürüldüğünün yerel mahkeme tarafından açıkça belirtilmesine karşın 40. TL üzerinden çevrilmiş gibi hesaplanarak sonuç cezanın fazla tayin edilmesi durumunda; sonuç cezanın doğru olduğundan bahisle dosya içeriğine göre hüküm fıkrasına yazım hatasından dolayı yanlış yazıldığı kabul edilen 20. TL’nin, 40. TL olarak değiştirilip değiştirilemeyeceği ve bu tartışmanın sonucuna bağılı olarak 1 gün hapis cezasının 40. TL üzerinden adli para cezasına çevrilmesi sonucunda belirlenen sonuç 36.400. TL Adli Para Cezasının onanması halinde, aleyhe temyizinde olmamasına karşın, kazanılmış hak kuralının ihlal edilip edilmeyeceği hususunda uyuşmazlık doğmuştur.

Uyuşmazlığın çözümü için, öncelikle kararın ne anlama geldiği açıklanarak, somut olayımızda incelemeye konu hükümdeki hatanın yazım, hesap yada uygulama hatalarından hangisine girebileceği tartışılarak, yapılan hatanın sanık lehine kazanılmış hak oluşturup oluşturmayacağının aşağıda ayrıntılı bir şekilde açıklanan ve benzer olaylardaki içtihatlara, kanuni düzenlemelere ve öğretideki görüşlere ayrıntılı bir şekilde yer veren Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 15/03/2016 gün, 2014/482 E-2016/125 K sayılı içtihadı ışığında belirlenmesi gerekmektedir. 15/03/2016 tarihli ilamda;
“Hukukta karar; herhangi bir durum için tartışılarak verilen kesin yargı, hüküm, olarak ifade edilmiştir. Bu tanımdan yola çıkıldığında, yargısal karar; bir yargılama işlemi sonunda belli bir yönteme bağlı olarak verilmiş, kesin yargıyı ifade eden belge olarak tanımlanabilir. Bu durumda kararın en önemli özelliği olarak, “kesinlik” karşımıza çıkmaktadır. Kesinlik kelimesinin sözlük anlamı; bir bilginin, bir kanaatin şüpheye düşmeden onaylanması durumudur.
CMK’nın 223 maddesi “Hüküm fıkrasında, verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir.” hükümlerini içermektedir.
Gerekçeye yer verilmeden sadece kısa karar olarak adlandırılan “hüküm-sonuç” bölümünün açıklanmasından sonra, maddi olayın açıklandığı “sorun” bölümü ile delillerle sonuç arasındaki bağın, yani neden bu sonuca ulaşıldığının anlatıldığı ve hukuki nitelendirmenin yer aldığı “gerekçe” bölümünün hüküm fıkrasına da yer verilmek suretiyle, kısa kararın açıklanmasından itibaren on beş gün içinde yazılması gerekmektedir. Bu şekilde sorun, gerekçe ve hüküm-sonuç bölümünden oluşan karara ise uygulama da gerekçeli karar denilmektedir.
Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairelerin yerleşmiş uygulama ve kabullerine göre, hükmün esasını kısa karar oluşturmaktadır. Tutanağa geçirilmesi ve açıklanması suretiyle hukuken geçerlilik kazanmış kısa kararın/hükmün önemine binaen mahkemelerin kısa karar oluştururken son derece dikkatli ve ciddi davranmaları gerekmektedir.
Uygulamada hükmün kurulması sırasında yapılan hatalar, “uygulama hatası”, “hesaplama hatası”, “yazım hatası” şeklinde tasniflere tâbi tutulmaktadır. Uygulama hatası; yargılama araçlarının belirli biçimde hatalı takdir edilmelerinden kaynaklanan hukuki yanılgılardır. Hesaplama hatası, cezanın artırımı veya eksiltimi sırasında yapılan matematiksel işlem hatalarıdır. Yazım hataları ise, olağan bir dikkat ve özenin gösterilmesi halinde gerçekleşme-yecek olan isim, yaş vb. bilgilerin yanlış yazılmasıdır. Esasen hesaplama ve yazım hataları da uygulama neticesinde ortaya çıkmış hatalar olduğundan sonuç itibarıyla birer uygulama hatasıdır. Kaldı ki bazen yapılan yanlışlığın ne tür bir hata olduğu da tam belirlenememektedir.
Yargı makamlarınca verilen hükümlerin kesin ya da kesinleşmiş olması bireylerin güven içinde yaşamaları için zorunludur. Her yargılamada gerçeğe, adalet ve hakkaniyete ulaşılması çabası bulunsa da ceza muhakemesinin de bir sonu olmalıdır. Aksi halde ceza muhakemesinin amaçları arasında olan toplumsal barış ve güven sağlanamaz; sürekli bir çekişme ve belirsizlik ortamı varlığını korur. (Veli Özer Özbek, İnfaz Hukuku, Ankara 2015, Seçkin Yayıncılık, 7. baskı, s. 70)
Uyuşmazlık konusu ile bağlantılı olarak, ilk derece mahkemelerince verilen ve içerisinde hata barındıran hükümlerin temyiz incelemesine konu edilmesi halinde “aleyhe değiştirmeme zorunluluğu” ya da “aleyhe düzeltme yasağı” kavramlarına değinilerek uyuşmazlık çözüme kavuşturulmalıdır.
Cezayı aleyhe değiştirememe yasağı, hükmün temyiz incelemesine başlarken, bakış açısını belirleyen bir usul kuralı olduğu gibi, bozmadan sonraki aşamada da ceza miktarının sınırını belirleyen bir yargılama ilkesidir. Bu sebeple temyiz incelemesinde öncelikle temyizin lehe veya aleyhe mi olduğu tespit edilip, inceleme buna göre yapılmalı ve sanık lehine tecelli eden bir hatanın doğuracağı hukuki neticeler aleyhte başvuru bulunmadıkça değiştirilmemelidir.

Latince “reformatio in pejus judici appellato non licet” olarak adlandırılan, “bir hükmün aleyhe değiştirilmesi caiz değildir. Şeklinde tercüme edilen, öğreti ve uygulamada ise, “lehe kanun yolu davası üzerine hükmü aleyhe değiştirmeme, aleyhe bozmama zorunluluğu, aleyhe düzeltme yasağı, yaptırım ve sonuçlarını aleyhe kötüleştirememe ya da ağırlaştıramama kuralı, aleyhe bozma yasağı” olarak ifade edilen bu ilkenin amacı; hükmün aleyhine bozulabileceğini düşünen sanığın bazı davalarda istinaf ya da temyiz kanun yoluna başvurmaktan çekinmesinin önüne geçmek ve kanun yoluna başvurma hakkını daha özgürce kullanabilmesini sağlamaktır.
Anılan kural, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326. maddesinin 4. fıkrasında; “Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz” şeklinde kanuni düzenlemeye dönüştürülmüştür.
Bu kuralla ilgili olarak 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 307/4. maddesinde ise; “Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 262. maddede gösterilen kimselerce temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz” düzenlemesine yer verilmiştir.
Ceza Genel Kurulunun 20.06.2006 gün ve 124-165 sayılı kararında; istinaf ve temyiz kanun yolları bakımından pozitif hukukumuzda yer alan “cezanın aleyhe değiştirilmemesi” ilkesinin, ceza muhakemesinin mutlak ve vazgeçilemez değerleri arasında yer alan ve evrensel hukukun benimsediği bir ilke olmadığı, kanunun düzenleniş biçimi ve amacı itibarıyla, asıl ceza yargılamasında verilen kararlara karşı kesin hükme kadar masumiyet karinesinden yararlanma hakkı bulunan sanığın temyiz kanun yoluna başvurudan çekinmemesini temine yönelik bir prensip olduğu açıklanmıştır.
Bu genel açıklamalardan sonra temyiz incelemesi sırasında hükümdeki uygulama, hesaplama ve maddi (yazım) hatalarının aleyhe temyiz olmaması halinde nasıl değerlendirilmesi gerektiği tartışılmalıdır.
Hükümdeki isim, yaş vb. bilgilerin yanlış yazılmasından kaynaklanan maddi (yazım) hataları aleyhte değiştirme yasağı kapsamında olmadığından Yargıtay’ca düzeltilebileceği aşikardır.
Temyiz yargılama makamı olan Yargıtay’ın görevi, kural olarak, denetimini yaptığı hükümde hukuka aykırılık bulunup bulunmamasına göre hükmü bozmak veya onamaktır. Temyiz incelemesi sırasında Yargıtay, temyiz nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlığı çözecek nitelikte bir karar verecektir. Temyiz edilen hükümde hukuka aykırılık bulunmaması halinde hüküm onanacak, hukuka aykırılık bulunması halinde ise CMUK’un 321. maddesine göre hüküm bozulacak ya da bozulan hüküm yerine aynı kanunun 322. maddesine göre Yargıtay’ca davanın esasına hükmedilecektir. Buna göre; Yargıtay temyiz dilekçesinde ileri sürülüp sürülmediğine bakılmaksızın son karara etkili olan tüm kanuna aykırılıkları inceleyip, aykırılık saptaması halinde de bozma kararı verme hak ve yetkisine sahiptir. Bu konuyla ilgili olarak getirilen sınırlamalar, 1412 sayılı CMUK’un 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326. maddesinin son fıkrasında yer alan, “Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz” kuralı ile 05.03.1941 gün ve 50-7 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, katılanın münhasıran kendi şahsi haklarına hasrettiği temyiz istemi üzerine, sanık lehine bozma yapılamamasıdır. Bu iki istisna dışında, Yargıtay’ca incelenen ve kanuna aykırılık taşıdığı belirlenen bir hükmün, temyiz edenin sıfatı nazara alınarak, sanık lehine veya aleyhine bozulmasına bir engel bulunmamaktadır.
Kanun maddesinin yanlış yorumlanmasının söz konusu olduğu, hâkimin takdirine bağlı ve bilinçli uygulamalardaki hata ve aykırılıkların yani uygulama hatalarının aleyhte değiştirme yasağı kapsamında kalacağı, suç tarihi, sanığın ismi, yaşı vb. şekildeki yazım hatalarının ise bu yasak kapsamında değerlendirilemeyeceği konusunda da tereddüt bulunmamaktadır.
Hesap hatalarının ise bu yasak kapsamında kalıp kalmadığı konusunun, hesap hatasının sonuç cezaya etkisi gözetilerek çözümlenmesi gerekmektedir. Çünkü 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’un 326. maddesinin son fıkrası uyarınca sınırlı biçimde uygulanabilecek olan “cezayı aleyhe bozma veya düzeltme yasağı”nın konusunu temel ceza ya da indirim-artırım sırasındaki ara ceza miktarı değil sonuç ceza oluşturmaktadır.
Bu bağlamda, cezanın belirlenmesi aşamasında artırım ya da indirim yapılırken hesap veya yazım hatası yapılıp bir sonraki hesaplamanın yapıldığı ya da sonuç cezanın açıklandığı fıkrada bu hatadan dönülerek doğru sonuca ulaşılmış, dolaysıyla aradaki hesap ya da yazım hatası sonuca etkili olmamış ise, yapılan hesap ya da yazım hatası “cezayı aleyhe bozma veya düzeltme yasağı” kapsamında kalmayacak, aksi halde, yani yapılan hesap ya da yazım hatası, sanığın daha az ceza almasına yol açacak şekilde sonuç cezanın belirlenmesine yol açmış ve hüküm bu sonuç üzerine kurulmuş ise, hatalı da olsa açıklanan ve hükmedilen bu ceza miktarı anılan kurala konu olacaktır. Aleyhe temyiz bulunmadığı halde sonuç cezanın hesap hatası, yazım hatası denilerek düzeltilmesi veya kazanılmış hak saklı tutulmadan bozmaya konu edilmesi 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’un 326/4. maddesindeki amir kurala aykırı olacaktır.
Nitekim Ceza Genel Kurulumuz da çeşitli kararları ile, hesap hatası yapılan hükme ilişkin lehe temyiz davasında aleyhe düzeltmeme zorunluluğuna açıklık getirmiş ve ‘temyiz incelemesinde öncelikle temyizin lehe veya aleyhe mi olduğu tespit edilerek, incelemenin buna göre yapılması gerektiği, sanık lehine tecelli edecek bir hatanın tazammun edeceği hukuki neticelerin aleyhte tevessülatta bulunmadıkça değiştirilemeyeceği’ (31.01.1949 gün ve 171-35),‘ilk hüküm sanık tarafından temyiz edilmeyerek kesinleşmiş olsaydı durum ne olacak idiyse, lehe temyizin bu durumu değiştirmemesi gerektiği’ (19.06.1967 gün ve 114-162, 13.04.1964 gün ve 154-167), ‘hesap hatası sonucunda eksik tayin edilen hapis cezasının ceza miktarı yönünden kazanılmış hak oluşturacağı’ (07.10.2008 gün ve 198-211) vurgulamış, 15.12.2015 gün ve 602-509 sayılı kararında da; TCK’nın 62. maddesi ile cezada indirim yapılırken hapis cezasının “6 yıl 8 ay” yerine “6 yıl” şeklinde belirlenmesi suretiyle sanığın sonuç olarak 6 yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar veren yerel mahkeme hükmünü, sanık müdafiinin temyizi üzerine inceleyen Özel Dairenin, cezanın 6 yıl 8 aya çıkartılması suretiyle düzeltilerek onanmasına ilişkin kararının, 1412 sayılı CMUK’un 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326/son maddesinde tanımlanan aleyhe düzeltme yasağına aykırı olduğu kabul edilmiştir.
Ceza Genel Kurulunun 15.12.2015 gün ve 602-509 sayılı kararında da aynı hususlara vurgu yapılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Mahkemece sanık hakkında taksirle birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçundan hüküm kurulurken 5237 sayılı TCK’nın 89/4 ve 62. maddeleri uyarınca tayin olunan 10 ay hapis cezasının TCK’nın 50/1-a maddesi gereğince adli para cezasına çevrilmesine karar verildikten sonra, aynı Kanunun 52/2. maddesi gereğince gün sayısının bir gün karşılığı olarak takdir edilen 20. Lira ile çarpılması sonucunda “9.000” Lira yerine “7.500” Lira olarak eksik ceza tayin edilmiş olup, yapılan hesap hatasının sanığın daha az ceza almasına yol açacak şekilde sonuç cezanın belirlenmesine yol açtığı gözetildiğinde yerel mahkeme hükmünün yalnız sanık tarafından temyiz edilmesine karşın Özel Dairece cezanın 1412 sayılı CMUK’un 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 321. maddesi uyarınca 9.000 Liraya çıkartılması suretiyle düzeltilerek onanmasının aynı kanunun 326/son maddesinde tanımlanan aleyhe düzeltme yasağına aykırı olduğu kabul edilmelidir.
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun; yerleşik uygulamalar ve doktrindeki görüşler ışığında vardığı sonuç, esasında çok uzun yıllar gerek Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulu, gerekse diğer ceza daireleri tarafından tereddütsüz bir şekilde kabul görerek yerleşik içtihada dönüşmüş, ancak son yıllarda yerleşik uygulamalara aykırı bir şekilde hesap hatalarının aleyhe düzeltme yasağına engel teşkil etmediği yönünde verilen bazı kararlar uygulama birliğinin bozulmasına yol açmakla kalmayıp, yıllardır yerleşen usul kurallarının da temelden sarsılmasına yol açmıştır. Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulu, yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklanan içtihat ile; bir anlamda son yıllarda azda olsa benimsenen hesap hatalarının aleyhe düzeltme yasağına engel teşkil etmeyeceği yönündeki görüşlerin yerleşik uygulamaya dönüşmesini engellemek istemiştir.
Yukarıda açıklamalar ışığında; somut olayımıza baktığımızda;
Yerel mahkeme tarafından hapis cezasının, adli para cezasına dönüştürülmesi sırasında; 1 gün hapis cezasının karşılığı, 20 TL adli para cezası olarak yazılmasına karşın, sonuç cezaya göre 1 gün hapis cezasının 40. TL üzerinden adli para cezasına dönüştürüldüğü anlaşılmıştır. Bozma öncesi hapis cezasının günlüğünün 40 TL üzerinden adli para cezasına dönüştürülmüş olmasına ve yerel mahkemece bozmaya uyulmasına karşın, bozma kararı ile birlikte bozma öncesi yerel mahkemece verilen hüküm tamamen ortadan kalktığından; bozma sonrası yeniden kurulan hükümde hapis cezasının 40. TL üzerinden adli para cezasına dönüştürüldüğü kabul edilemez. Zira incelemeye konu hükmün ne gerekçesinde nede hüküm fıkrasında hapis cezasının 40 TL üzerinden adli para cezasına dönüştürüldüğünden bahsedilmediği gibi adli para cezasına dönüştürülme sırasında asgari haddin aşıldığı dahi belirtilmemiştir. Bu durumda Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğunun incelemeye konu hükümde de hapis cezasının gerçekte 40. TL üzerinden adli para cezasına dönüştürülerek sonuç cezanın buna göre belirlenmesine karşın yazım hatasından dolayı hüküm fıkrasına 1 gün hapis cezasının karşılığı olarak yazılan 20. TL’nin sanık lehine kazanılmış hak oluşturmayacağına dair dolaylı olarak ulaştığı sonucun; bu husustaki kanuni düzenlemelere ve yerleşik uygulamalara aykırı olacağı açıktır. Zira; kesin hükmün bağlayıcı olması nedeniyle bu kararların değiştirilemeyeceği, yerine getirilmesinin geciktirilemeyeceği hususunda gerek uygulamada gerek öğretide herhangi bir duraksama mevcut değildir. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 98. maddesinin 1. fıkrasında; “Mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya çektirilecek cezanın hesabında duraksama olursa, cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği ileri sürülür ya da sonradan yürürlüğe giren kanun, hükümlünün lehinde olursa, duraksamanın giderilmesi veya yerine getirilecek cezanın belirlenmesi için hükmü veren mahkemeden karar istenir” hükmüne yer verilmiştir. Görüleceği üzere infaz sırasında, mahkûmiyet hükmünün yorumunda veya cezanın kısmen veya tamamen yerine getirilip getirilemeyeceği konusunda ya da hükümlü lehine bir kanun yürürlüğe girmesi halinde ancak hükmü veren mahkemeden karar isteneceği belirtilmiş olup kesinleşmiş hükümdeki ceza miktarının hesap hatası yada uygulamayı etkileyecek şekilde yazım hatası (20 TL’nin, 40 TL olarak değiştirilmesi) yapıldığından bahisle ya da başka bir nedene dayalı olarak artırılamayacağı, değiştirilemeyeceği açıktır. Somut olayımızda yerel mahkemenin hapis cezasını, sayın çoğunluğun görüşü doğrultusunda 40 TL üzerinden adli para cezasına dönüştürme ihtimalinin mevcut olduğu gibi gerçekte hüküm fıkrasında yazıldığı gibi 20 TL üzerinden adli para cezasına çevrilmesine karşın sonuç adli para cezasının hesap hatası sonucunda fazla tayin etmesi ihtimali de mevcuttur. Bozma ile hükmün tamamen ortadan kalktığı konusunda herhangi bir duraksamanın bulunmaması nedeniyle; bozmaya uyulmasına rağmen bozma öncesi yerel mahkemece hapis cezasının günlüğünün 40TL üzerinden adli para cezasına dönüştürüldüğü dikkate alınarak incelemeye konu hükümde de aynı miktarın kabul edilmesinin, ceza muhakemesinin temel ilkelerine aykırı olacağı gibi infaz edilecek hükmün yoruma elverişli olmayacak şekilde kesin olması gerektiği hususundaki yıllardır tereddütsüz bir şekilde benimsenen uygulamalara da aykırı olacağı açıktır. Bir tarafta yazılı rakam, diğer tarafta mahkeme heyetinin kayıtlara geçmeyen düşüncesi. Üstelik gerekçede dahi açıklanmayan düşüncenin sanık aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulamaya konulması ileride telafisi imkansız uygulamaların da önünü açacaktır. Örneğin yerel mahkemece 4 yıl olarak belirlenen cezadan, teşebbüs nedeniyle indirim yapılırken 1/4 oranında indirim yapıldığı belirtilerek 3 yıl hapis cezasına hükmedilmesi gerekirken, hesap hatası sonucu 2 yıl hapis cezasına hükmedilip verilen cezanın ertelenmesi durumunda; aleyhe temyiz olmaması halinde temyiz aşamasında, indirim oranının gerçekte ½ olarak belirlendiği mi?.. yoksa ¼ oranında indirim yapılırken hesap hatası sonucu eksik cezaya hükmedildiği mi? kabul edilecek. Bu tartışmanın sonucuna bağlı olarak ya indirim oranının düzeltilmesi sonucuna, yada basit işlem hatasından kaynaklanan 2 yıl hapis cezası aleyhe düzeltme ilkesine aykırı olmadığından bahisle, 3 yıl hapis cezası olarak düzeltilip, 3 yıl hapis cezasının yasal olarak ertelenmesinin mümkün olmaması nedeniyle verilen cezanın ertelenmesine ilişkin fıkranın hüküm fıkrasından çıkarılmasının kabul edilmesi, sonucuna varılır ki !.. her iki durumda da ulaşılan sonuca bütün çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi bizim hukuk sistemimizin de kayıtsız kalması beklenemez. Aksine kabulün, kaos ortamının doğmasına yol açacağı ve böyle bir ortamın hukuk güvenliğini zedeleyeceği tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır.
Öğretide hukuk güvenliği ilkesinin önemi konusunda hiçbir görüş ayrılığının mevcut olmadığı gibi birey hak ve özgürlüklerinin ayrılmaz bir parçası hatta yargılama makamının varlık nedeni olduğu dahi ileri sürülmüştür. Prof. Dr. Ersan Şen; “Hukuka ve hukuk kurallarına güven duygusunu sağlamak ve bu duyguyu korumak için birey, yürürlükteki hukuk sistemi ve hukuk kuralları yoluyla kazandıkları hakların korunacağına ve sahip olduğu hakların kesintiye uğramadan sürekli kullanılabilir halde bulunacağına inanmalıdır. Aksi takdirde, toplumda hukuk güvenliğinin sağlanabilmesi mümkün olamaz. Sahip olduğu hakların korunmasının ve kullanılmasının hukuk düzeni tarafından belirsizlik ve güvensizlik içinde tutulduğunu gören birey, hukuk düzeninin kendisini ve haklarını yeterli şekilde koruduğunu hissedemeyeceğinden, toplum düzeninin iyi ve istikrarlı bir şekilde işlemesinden de bahsedilemeyecektir. Toplum düzenindeki iyilik ve istikrarın sağlanmaması ve korunmaması, beraberinde düzensizliği, güvensizliği ve birçok sorunu ortaya koyacak, kişi hak ve hürriyetlerinin zedelenmesine sebebiyet verecektir” şeklindeki açıklamayla hukuk güvenliği ilkesinin ne derece önemli olduğunu vurgulamak istemiştir.
Bu itibarla, yerel mahkemece hükmedilen 2 yıl 6 ay hapis cezasından ibaret hükmün günlüğü 20 TL üzerinden adli para cezasına çevrilmesi sonucunda; 18.200 TL adli para cezasına hükmedilmesi gerekirken, 36.400 TL adli para cezasına hükmedildiğinden bahisle yerel mahkemece verilen mahkumiyet hükmünün BOZULMASINA, Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesi tarafından belirtilen diğer hukuka aykırılıklarla birlikte 36.400 TL olarak belirlenen sonuç adli para cezasının 18.200 TL adli para cezası olarak düzeltilerek onanmasına karar verilmesi gerekirken, Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin sayın çoğunluğu tarafından; sonuç cezadan yola çıkılarak, hapis cezasının adli para cezasına dönüştürülmesi sırasında günlük 20 TL olarak belirtilen miktarın 40 TL olarak değiştirilerek sonuç 36.400 TL adli para cezasının diğer hukuka aykırılıklarla birlikte DÜZELTİLEREK ONANMASINA, dair kararına yukarıda arz ve izah edilen nedenlerle iştirak edilmemiştir.