Yargıtay Kararı 12. Ceza Dairesi 2015/698 E. 2015/3188 K. 23.02.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 12. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2015/698
KARAR NO : 2015/3188
KARAR TARİHİ : 23.02.2015

Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Özel hayatın gizliliğini ihlal
Hüküm : TCK’nın 134/2, 43/1, 62/1, 53/1, 63. maddeleri gereğince mahkumiyet

Özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.03.2012 gün, 6-386; 30.11.2010 gün, 5-237; 29.05.2007 gün, 114-113; 26.05.2009 gün ve 50-130 sayılı kararları ve diğer birçok kararında vurgulandığı üzere; 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 40/2, 5271 sayılı CMK’nın 34/2, 231/3, 232/6. maddeleri gereğince, hüküm ve kararlarda, başvurulacak yasa yolu, süresi, başvuru yapılacak merci ile başvuru şeklinin anlaşılabilir nitelikte açıkça gösterilmesi zorunludur. Bunlardan bir veya birkaçının eksik ya da hatalı gösterilmesi CMK’nın 40. maddesi uyarınca eski hale getirme nedenini oluşturmaktadır. Bu bildirimlerdeki temel amaç, kanun yollarına başvuru hak ve yetkisi bulunanların, başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması ve bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak burada dikkat edilecek veya eski hale getirme nedeni oluşturacak husus, eksik veya yanılgılı bildirim nedeniyle bir hakkın kullanılmasının engellenip engellenmediğinin belirlenmesidir. Bildirimdeki eksikliğin yol açtığı bir hak kaybı bulunmamakta ise, bu durum eski hale getirme nedeni oluşturmayacaktır.
Bu açıklamalar ışığında incelenen dosyada, sanığın yüzüne karşı 13.03.2014 tarihinde verilen kararda, yasa yoluna ilişkin bildirimde, temyiz süresinin sanık yönünden tefhim ve sanık müdafii yönünden tebliğ tarihinden itibaren başlayacağı belirtilmiş ise de, sanık müdafiinin 31.03.2014 tarihli temyiz dilekçesinde, bu ifadenin kendisini temyiz süresinin başlangıcı konusunda yanılgıya düşürdüğüne ilişkin bir iddiası bulunmadığı gibi, temyiz süresinden sonra dilekçenin verilmesine ilişkin de herhangi bir açıklama yoktur. Kaldı ki, mesleği, kamu hizmeti niteliğindeki avukatlık olan ve bu bağlamda yeterli düzeyde hukuki bilgiye sahip olan sanık müdafiinin, temyiz süresinin, kararın yüze karşı verildiği hallerde tefhimden itibaren işlemeye başlayacağını bilmemesi düşünülemeyeceğinden, yasa yolu bildirimindeki bu yanlışlık, müdafii açısından bir yanılgı ve hakkın kullanılması yönünde bir engel oluşturmayacaktır. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 01.02.2011 gün, 244-14 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.

-2-

Açıklanan nedenlerle, sanık müdafiinin, sanığın yüzüne karşı 13.03.2014 tarihinde verilen hükmü CMUK’un 310/1. maddesinde öngörülen yasal bir haftalık süre geçtikten sonra 31.03.2014 tarihinde temyiz ettiğinin anlaşılması karşısında; 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 317. maddesi gereğince temyiz isteminin isteme uygun olarak REDDİNE, 23.02.2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

(M)
MUHALEFET ŞERHİ

Temyizin süresinde olduğunu düşündüğümüzden sayın çoğunluğun temyizin reddine dair görüşlerine katılmıyoruz.
Şöyle ki:
Karar, 13.03.2014 tarihinde sanığın yüzüne karşı verilmiş ve yüze karşı verilen kararda “sanık açısından kararın tefhim edildiği, sanık müdafii ve katılanlara kararın tebliğ edildiği tarihten itibaren 7 gün içerisinde Yargıtay’a gönderilmek üzere mahkememize verilecek dilekçe veya mahkeme zabıt kâtibine beyanda bulunarak kararın temyiz edilebileceği hususları bildirmek suretiyle yasa yolları açık olmak üzere verilen karar alenen okunup usulen anlatıldı” şeklinde kanun yolu gösterilmiş ve karar 24.03.2014 tarihinde sanık müdafiine tebliğ edilmiş ve 31.03.2014 tarihinde 7 günlük sürede temyiz edilmiştir.
Daire çoğunluğu, 13.03.2014 tarihinde kararın sanık yüzüne karşı verildiği, dolayısıyla sanık müdafiine yapılan tebligatın gereksiz ve geçersiz olduğundan hareketle temyizin süresinde olmadığını kabul etmiştir.
Bunun iki sebepten dolayı yerinde olmadığını düşünüyoruz.
1-Yargıtay’ın alışılagelmiş uygulamalarında tefhim edilen kararlarda sürenin tefhimden itibaren başlaması gerektiğinden tekrar tebliğin gerekli olmadığı uygulamasıdır.
Bir kişi kendisine vekil-müdafii görevlendirmişse sürenin vekile yapılması ile başlayacağından sanığın yüzüne karşı yapılan tefhimin nazara alınmaması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü Tebligat Kanunu’nun 11. maddesi “vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunun kararların sanıklara tebliğ edilmelerine ilişkin hükümler saklıdır” demektedir.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 35. Maddesini de, dar yorumlamak gerekir. Ceza Muhakemesi Kanunu’nda bundan başka da açıkça bir düzenleme olmadığına göre tebligatın vekile yapılması gerekir. Çünkü kişi kendisine hukuki yardımda bulunması için bir avukat görevlendiriyor, demek ki onun yardımına ihtiyacı vardır. Kaldı ki avukat yargının üçüncü ayağını oluşturan savunma makamının temsilcisidir.
Müdafiinin hukuki statüsüne bilimsel olarak baktığımızda da sanık için taşıdığı önemini görmekteyiz.
a)-.Müdafii, sanığın beraat etmesi veya hak ettiğinden çok ceza almaması için çaba göstererek, bu suretle maddi gerçeğe ulaşılmasına yardım eder. Maddi gerçeğin ortaya çıkartılmasında, suçlu da olsa, sanığın hak ettiğinden fazla ceza almamasında kamu yararı ve devletin saygınlığı söz konusudur. Müdafii, aynı zamanda muhakeme işlemlerinin yasaya uygun olarak yerine getirilip getirilmediğini kontrol eder. Müdafiinin varlığı muhakemeye katılan diğer süjelerin karar ve işlemlerinde daha dikkatli davranmalarına neden olur. (Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku-11.B, s.171)
b)-Yargılama psikolojisi altındaki şüpheli veya sanık, suçsuz bile olsa kendisine bir suç şüphesi yöneltilmesinin neticesinde kendisini suçlamaya veya muhakeme esnasında muhakemenin yönünü kendi aleyhine değiştirecek hatalar yapmaya meyilli olmaktadır. Böylesi durumlarda, müdafii, suçsuz sanığın bilerek veya bilmeyerek yaptığı hatayı düzelterek yani kısaca sanığa rağmen sanığı savunmak, onu yapması muhtemel hukuki hatalardan koruyarak veya aydınlatarak
-3-

toplumsal savunma makamının gereğini yerine getirebilir. (Sinan Kocaoğlu, Müdafi, Ankara 2011, s.70)
c)- Savunma görevinin Devlet bakımından önemi “kamusal savunma” savunma için ayrı bir makam gerektirmiştir. Bu da müdafilik makamıdır. Sanığın bir kamu görevi yapan müdafii vasıtası ile savunmasının hakiki sebebi, Devletin de suçtan sorumlu olmasıdır. Devletin suçtan zarar görmesi, kamusal iddia görevinin; suçtan Devletin sorumlu olması da kamusal savunma görevinin sebebini teşkil eder. Kamusal savunmanın gayesi, sanığı savunmak suretiyle suçtan sorumlu olan Devleti savunmak, yani Devletin sorumsuzluğunu ileri sürmek, aksini ileri süren iddiayı kısmen veya tamamen çürütmektir. Sanık kendisini isterse savunur, istemezse savunmaz. Fakat savunma makamını işgal eden müdafii, sanığı ve dolayısı ile Devleti savunmaya mecburdur. (Kunter/Yenisey/Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku 16.B, s.254)
Bilimsel görüşlerde de dile getirildiği gibi müdafii yargılama hukukunda bir makamı temsil ediyor. O halde yargılamada makamın temsilcisi olan müdafi kişi aleyhine oluşabilecek durumlardan haberdar olması gerekir. Bu haberdar olma da ona yapılacak tebliğ ile olur. Müdafii veya vekil kendisinden habersiz duruşmaya gelen suçtan zarar gören, katılan veya sanığın hukukun ince ayrıntılarını bilmeleri mümkün değildir. Mahkeme burada şu şekilde bir karar vermesi gerekirdi “hazır olan sanığa bugün yapılan tefhimden itibaren 7 gün içinde hükmü veren bu mahkemeye veya aynı derecedeki başka mahkemeye vereceği temyiz dilekçesiyle veya zabıt kâtibine tutturacağı bir tutanakla hükmü temyiz ederek temyiz kanun yoluna başvurabileceği, temyiz süresinin işlemeye başladığı, hazır olması nedeniyle kararın ayrıca müdafii olan avukata tebliğ edilmeyeceği…” şeklinde ihtarat yapması gerekirdi.
Yargıtay’ın önceden beri var olan uygulamasında, müdafinin veya vekilin hazır olmadığı işlemlerde şüpheli veya suçtan zarar gören hazır ise müdafii ve vekile tekrar tebligat yapılmamasıdır.
Müdafii veya vekil temsil ettiği kişinin yargılama işlerine katılıp katılmadıklarını takip etme zorunlulukları yok. Onların muhatabı yargı makamlarıdır. Dolayısı ile mahkeme sonuç doğuran işlemden avukatı haberdar etmek zorundadır. Bu olayda da etmiştir ve de yapılan temyiz süresindedir.
2- Bu dosya bakımından mahkeme kanun yolunu göstermede sanığı yanıltmıştır. Yüze karşı verilen kararda temyiz süresini ayrıca müdafiye yapılacak tebliğ ile başlayacağını belirtmiştir. Bu yanıltma ile ilgili birçok Ceza Genel Kurulu kararı vardır. (CGK, 05.12, 2006/278-291, 07.10.2008/192-214, 28.09.2010/140-178, 25.12.2012/1300-1869) Genel kurul adı geçen kararlarında bu eksikliği, yanıltmayı eski hale getirme sebebi saymaktadır.
Özetle;
Müdafii veya vekilin yokluğunda yapılan işlerden müdafii veya vekil haberdar edilmeden aleyhe sonuçlara yol açan uygulamalardan vazgeçilmesi gerekir ve yine özel olarak da bu dosyada sanık yanıltıldığında (kararın müdafiye tebliğ edileceği açıklaması gibi) yapılan tebliğ üzerine verilen temyiz dilekçesinin süresinde olduğunun kabul edilmesi gerektiğinden sayın çoğunluğun temyiz talebinin süresinde olmadığına dair görüşüne katılmıyoruz.