Yargıtay Kararı 12. Ceza Dairesi 2015/3107 E. 2015/19163 K. 10.12.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 12. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2015/3107
KARAR NO : 2015/19163
KARAR TARİHİ : 10.12.2015

Mahkemesi : Ağır Ceza Mahkemesi
Dava : Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat

Davacı vekilinin 13.12.2013 tarihli dilekçesi ile müvekkili davacının bir suç soruşturması nedeniyle tutuklandığını, yapılan yargılamada makul sürede hakim karşısına çıkartılmadığını belirterek CMK’nın 141/1-d maddesi gereğince manevi tazminat istemine ilişkin açılan davanın mahkemece kısmen kabulüne ilişkin hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;
Davacı vekili 13.12.2013 tarihli dilekçesi ile davacının kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii önüne çıkarılmadığı, serbest bırakılmadığı ve hakkında karar verilmediği nedeni ile 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuş olup, yapılan inceleme sonunda mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Yapılan yargılamaya, toplanan ve karar yerinde açıklanan delillere göre, davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
2709 sayılı T.C. Anayasası’nın 19/son, 36, 40 ve 90. maddeleri gereğince iç hukuk kapsamında kanun hükmünde bağlayıcılığı olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 5. maddesindeki özgürlük ve güvenlik hakkı düzenlemeleri ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarına göre, davacının hukuki durumu değerlendirildiğinde; somut olayda beş yıllık azami tutukluluk süresinin dolması nedeniyle tutukluluğun yasal dayanağının kalmadığı ve tutukluluğun makul süreyi aştığı iddiası ilk bakışta haklı ve tazminat talep edilmesi mümkün görülmekte ise de, davacının koruma tedbirine konu ceza davasında tutuklu kaldığı süre yönünden ve konuya ilişkin AİHM’in tutukluluk konusunda benimsediği ilkelere bakıldığında; davanın kapsamı, dosyadaki delillerin çokluğu, sanıklara yüklenen suçların sayısı ve niteliği, sanıkların sayısı ve davanın karmaşık olması durumunun tutukluluk süresinin makul olup olmadığının değerlendirilmesinde dikkate aldığı gibi, özellikle organize suçlar bakımından ve ayrıca olayın istisnai koşullarının, karmaşıklığının, başvurucunun kovuşturulmasına neden olan eylemin ağırlığının, başvurucunun kaçma ihtimalinin de AİHM tarafından dikkate alındığı görülmektedir.
Davacının 13.01.2012 tarihinde gözaltına alınıp, 16.01.2012 tarihinde tutuklandığı, hakkında 23.10.2012 tarihli iddianame ile kamu davası açıldığı, 02.11.2012 tarihli tensiple birlikte tutukluluğun devamına karar verildiği, 02.04.2013 tarihinde savunmasının alınmasının ardından tahliye edildiği anlaşılmıştır.
Somut olayda, davacının (sanığın) diğer 30 sanıkla birlikte yakalandığı, terör örgütüne üye olma suçu nedeniyle tutuklandığı, hakkında terör örgütünün yöneticisi olma ve 2911 sayılı Kanuna muhalefet etme suçları nedeniyle iddianame düzenlendiği, bu suçlardan yargılamanın yapıldığı, soruşturma aşamasında tutukluluk halinin devamına ve tahliye talebinin reddine ilişkin kararlarda usul ve yasaya aykırı bir unsura rastlanılmadığı, kanuni süre içinde tutukluluk durumunun gözden geçirildiğinin anlaşılması karşısında, yargılandığı suçların niteliği, özellikle eylemlerin sayısı, sanık sayısı ve eylemlerin niteliğinden hareketle dosyanın karmaşıklık düzeyi dikkate alındığında, AİHM tarafından tutukluluk ve tutukluluğun devamı kararlarının gerekçesi olarak “delillerin durumu” ifadesinin ciddi suç göstergelerinin varlığının devamlılığı hususunda bir etken olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Bu kapsamda somut olayda yargılamanın özenli yürütülmediğine ilişkin somut veriler bulunmadığı görülmektedir. Sadece tutukluluğun uzunluğuna ilişkin itiraz ve serbest bırakmaya ilişkin talepler herhangi bir belgeye dayalı olmayıp, buna karşın mahkemenin dayanılan delillere göre atılı suçların işlendiğine ilişkin kuvvetli belirti ve tutuklama nedenlerinin varlığının devamına ilişkin gerekçesinin olay ve olgulara dayandırılmış olması karşısında, açıklanan bu nedenlerle tazminat davasının reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde kısmen kabulüne karar verilmesi,
Kanuna aykırı olup, davalı vekilinin temyiz itirazı bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebeple 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince, isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 10.12.2015 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

MUHALEFET ŞERHİ:

Davacı 13/01/2012 tarihinde gözaltına alınmış, 16/01/2012 tarihinde tutuklanmış olup, kamu davasının açılmasından sonraki ilk duruşma olan 02/04/2013 tarihinde tahliye olmuştur. Sanıkla birlikte hakkında dava açılan kişi sayısı 16’dır.
Üzerine atılı suçlardan tutuklanan davacının tutuklamaya sevk tarihi itibariyle hakkında büyük oranda deliller toplanmış olup, en kısa sürede hakkındaki kamu davasının açılması gerekirdi.
Kanunda tutuklama kararından sonra iddianamenin hangi sürede düzenlenmesi gerektiğine dair bir düzenleme getirilmemiş olup, bu durum soruşturma evresinin kovuşturma evresi kadar sıkı kurallara bağlanmaması ve soruşturma evresinin dağınıklığının bir sonucu olabilir. Bununla beraber kabul edilebilir makul bir sürede kamu davasının açılması gerekirdi. Tutuklu şüpheliler hakkındaki kamu davasının açılmasına ilişkin bir süre öngörülmemesi, yargılama sürecini de içine alan en üst toplam sürelerin (Bir yıl altı ay veya beş yıl, CMK, m.102) kullanılması sonucunu doğurmamalıdır. Tutuklu işlerde soruşturmanın bir an önce sonuçlandırılması için gerekli dikkat ve özen gösterilmesi gerekir. Bu aşamada mağdur olanlarında zararlarının giderilmesi hukuk devleti olmanın gereğidir.
Bilindiği gibi 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren CMK’nın 94.maddesinde kamuoyunda yol tutuklaması olarak da adlandırılan ve yakalanan kişinin “yetkili hâkim veya mahkemeye en kısa zamanda gönderilmek üzere tutuklanır” hükmü dolayısıyla aylarca hatta bir yıldan uzun bir süre kişiler esas yargılandıkları mahkemeye gönderilmeyi bekliyorlardı. Yargıtay 12.Ceza Dairesinin 04.04.2012/15700-9187 ve 15.05.2012/20114-12183 tarihli kararlarından sonra uygulamada daha hassas davranılmaya başlanılmış ve 21.02.2014 tarihinde kabul edilen 6526 sayılı Kanunla CMK’nın 94.maddesinde yeni bir düzenleme yapılmıştır. Buna göre: “Yakalanan kişi, en geç yirmi dört saat içinde yetkili hâkim veya mahkeme önüne çıkarılamıyorsa, aynı süre içinde yakalandığı yer adliyesinde, mevcut değil ise en yakın adliyede kurulu sesli ve görüntülü iletişim sisteminin kullanılması suretiyle yetkili hâkim veya mahkeme tarafından bu kişinin sorgusu yapılır veya ifadesi alınır.” Bu düzenleme ile süresiz tutuklu kalma hali 24 saatle sınırlandırılmıştır.
Dolayısıyla Yüksek Yargının bu kararı ile uygulamada soruşturmaların, bilhassa tutuklu olanlar bakımından daha hassas davranılması sonucunu doğuran bir etkisi olabilirdi. Kararların hak ve özgürlükler konusundaki hassasiyetin en yüksek seviyeye çıkarılmasına katkı sağlaması gerekir.
Yargı tarihinde ilk olma özelliği bulunmayan bir soruşturmada 445 günlük tutukluğun hak ihlaline sebebiyet verdiği ilke olarak kabul edilmesi gerekir. Bunun yanında 28/06/2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunla CMK’nın 141/3. maddesi bu gibi uygulamalar için getirilmiş yeni bir düzenlemedir. Mahalli mahkemece hükmedilen 5.000 lira manevi tazminat makul olup, hükmün onanması gerekirdi.
Açıklanan nedenlerle, sayın çoğunluğun toplamda 445 gün tutuklu kalmayı makul kabul edip, tazminat verilmesine gerek olmadığından hükmün bozulması yönündeki görüşlerine katılmıyoruz.