Yargıtay Kararı 12. Ceza Dairesi 2015/2351 E. 2015/19031 K. 08.12.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 12. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2015/2351
KARAR NO : 2015/19031
KARAR TARİHİ : 08.12.2015

Mahkemesi :Ağır Ceza Mahkemesi
Dava : Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat

Davacılar vekilinin 01.07.2013 tarihli dilekçesi ile müvekkili davacıların bir suç soruşturması nedeniyle tutuklu kaldıklarını, yapılan yargılama sonunda üzerlerine atılı suçtan beraatlerine hükmedildiğini belirterek CMK’nın 141. ve devamı maddeleri gereğince maddi ve manevi tazminat istemine ilişkin açılan davaların mahkemece davacı… yönünden reddine, davacı … yönünden ise kısmen kabulüne ilişkin hükümler, davalı vekili, davacı… ve vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;
Davacı … vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Davacı …’in yüzüne karşı 25.04.2014 tarihinde tefhim edilen hükmü, davacı vekilinin 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 310. maddesindeki 1 haftalık yasal temyiz süresinden sonra 04.06.2014 tarihinde temyiz ettiği anlaşılmakla, davacı vekilinin temyiz isteminin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 317. maddesi gereğince isteme uygun olarak REDDİNE,
Davalı vekili ile davacı… ve vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;
Tazminat davasının dayanağı olan … Ağır Ceza Mahkemesinin, 2010/263 Esas – 2012/39 Karar sayılı ceza dava dosyasının incelenmesinde; sanıkların (davacıların) kasten öldürme suçundan tutuklu kaldıkları, yapılan yargılama sonunda beraatlerine hükmedildiği, hükümlerin temyiz incelemesi sonucu onanmak suretiyle 16.04.2013 tarihinde kesinleştiği, tazminat davalarının 01.07.2013 tarihinde açıldığı anlaşılmış, davacı…’in, abisinin işlediği kasten öldürme suçunu üstlenmesi dikkate alındığında, CMK’nın 144/1-e bendi gereğince; adli makamlar huzurunda gerçek dışı beyanla suç işlediğini veya suça katıldığını bildirerek gözaltına alınmasına veya tutuklanmasına neden olanların tazminat isteyemeyecekleri yönündeki düzenleme gereğince, davasının reddine karar verilmesinde isabetsizlik görülmemiş, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden sonra davalı vekili tarafından davaya cevap verilmesine karşılık yargılama süresi boyunca davalı tarafından davacı tarafından tarafları ve konusu aynı olan bir başka tazminat davasının açıldığı yönünde derdestlik itirazında bulunulmadığının anlaşılması karşısında tebliğnamenin 3. bendinde yer alan bozma isteyen düşüncesine iştirak edilmemiştir.
Yapılan yargılamaya, toplanan ve karar yerinde açıklanan delillere, mahkemenin kovuşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, gösterilen gerekçeye ve uygulamaya göre, davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Tutuklanmadan önce çiftçi olarak çalıştığını iddia eden davacı …’in bu dönem içerisinde maddi zararını vergi kaydı, gelir vergisi beyannamesi gibi resmi bir belgeyle ispatlayamadığı nazara alınıp, davacının vasıfsız bir işçi gibi değerlendirilerek tutuklu kaldığı dönemde 16 yaşından büyükler için geçerli net asgari ücret üzerinden kesinti yapmadan hesaplanacak, 4.677,54 TL’nin maddi zarar olarak ödenmesine karar verilmesi gerekirken, 231 gün yerine 232 gün üzerinden tutukluluk süresi belirlenmek ve hesaplama hatası yapılmak suretiyle maddi tazminatın fazla belirlendiği bilirkişi raporu hükme esas alınarak maddi tazminatların yüksek tayini,
Kanuna aykırı olup, davalı vekilinin temyiz itirazı bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün bu nedenle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu konuda, aynı Kanunun 322. maddesi gereğince karar verilmesi mümkün bulunduğundan, aynı maddenin verdiği yetkiye istinaden, hükmün 2-a. bendinde yer alan maddi tazminat miktarının “4.677,54 TL’ye” indirilmesi suretiyle sair yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün, DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 08.12.2015 tarihinde davacı… yönünden oyçokluğuyla ve diğer davacı bakımından oybirliğiyle karar verildi.

MUHALEFET ŞERHİ

Davacı… vekili müvekkilinin toplam 576 gün tutuklu kaldığını belirterek maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuş ve mahalli mahkeme davacının gözaltına alındığında jandarma, Cumhuriyet savcılığı ve sorguda açıkça üzerine atılı kasten öldürme suçunu kabul ettiğinden CMK’nın 144/1-e maddesi gereğince tazminat alamayacağını belirterek talebin reddine karar vermiştir.
Ceza Muhakemesi Kanununun 144. maddesinin birinci fıkra (e) bendindeki “Adli makamlar huzurunda gerçek dışı beyanla suç işlediğini veya suça katıldığını bildirerek gözaltına alınmasına veya tutuklanmasına neden olanlar tazminat isteyemez’” hükmünün TCK’nın 270. maddesinde düzenlenen suç üstlenme suçundan mahkûm olanların, daha önce gerçek dışı beyanla üstlendikleri ve katıldıklarını söyledikleri suçlardan beraat veya kovuşturmaya yer olmadığına dair suçları kapsadığını düşündüğümüzden sayın çoğunluğun reddin onanması yönündeki görüşlerine katılmıyoruz.
Şöyle ki:
1- 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun hükümlerinin yorumlanmasında aynı tarihte yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun hükümlerinden yararlanılması gerekmektedir.
CMK, 144. madde, gerçek dışı beyanla suç işlediğini veya suça katıldığını söyleyerek gözaltına alınan veya tutuklanana kişi bu suçtan beraat edip hakkında TCK’nın 270. maddesi gereğince mahkûmiyet kararı verilirse gerçek dışı beyanı tespit edilecek ve tutuklandığı ve gözaltına alındığı önceki suçundan tazminat isteyemeyecektir.
Mahkeme koruma tedbirlerine başvurmak için sanığın (davacının) beyanları ile değil, dosyadaki delillerle bağlıdır. Mahkemenin beraati davacının beyanlarına göre değil, toplanan delillere göre verilir. Davacının öldürme suçuna katıldığını söylediği halde, mahkeme bunu suçun oluşması için yeterli görmedi ve beraat kararı verdi. Eğer üzerine atılı suçu ikrar edenlerin tazminat isteyemeyecekleri kabul edilseydi CMK 144/1-(e) bendi şöyle olmalıydı “Adli makamlar huzurunda üzerine atılı suçu işlediğini veya suça katıldığını kabul ederek gözaltına alınmasına veya tutuklanmasına neden olanlar” şeklinde olması gerekirdi. Hâlbuki Kanun koyucu 141. madde de beraat edenler için koşulsuz ve şartsız olarak tazminat verilmesini öngörmüştür.
2- Sanığın üzerine atılı suçu ikrar etmesi tutuklanmasını gerektirmez. Tutuklama bir tedbirdir. Bu tedbire başvurmadan da dava açılabilirdi. Davacıya hakkında dava açıldığı beraat ettiği için değil, tutuklandığı veya gözaltına alındığı halde yargılama sonunda beraat kararı verildiği için tazminat ödenmesi kabul edilmiştir.
3-Konuyla ilgili İBK şöyledir: “Davacının, suçunu ikrar ettiğinden tutuklanmasına sebep olduğu ve ikrarı olduğundan mahkûm olması gerektiği düşüncesi de ileri sürülemez. Delil varken beraat gibi haller sanığın değil, mahkemenin kusuru sayılabilir, ancak kesinleşmiş bir karar yasal yollardan ortadan kaldırılmadıkça onu kusurlu saymaya olanak yoktur. Kesinleşmiş beraat kararının dayandığı delillerin tazminat davasında bir başka mahkeme (Tazminata bakan Ağır Ceza Mahkemesince) tarafından yeniden ele alınıp takdire tabi tutulması ‘Muhkem kaziye’ halini almış olan hükme taarruz teşkil edeceğinden olanaksızdır. Yasa, ağır ceza mahkemesine, tazminat isteğini incelerken davacı hakkında beraat ettiği suçtan dolayı yeniden delil toplamak yetkisi tanımamış, tazminat için kesinleşmiş beraat kararını kesin delil’ saymıştır.” (İçtihadı Birleştirme Kararı, 02.05.1977/1-1)
4-Tazminat davasına bakan ağır ceza mahkemesi, tazminat talep edilen dosyalardaki beraatlerin temyiz inceleme mercii olmadığından beraatın gerekçesine bakamaz. Nitekim halen yürürlükte olan yukarıda zikrettiğimiz ve alıntı yaptığımız 1977 tarihli Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı (1977/1-1) ile bu konu nihai çözüme kavuşturulmuştur. Adı geçen kararda “Yasa dairesinde tutuklandığı suçtan beraat eden sanığın yasa dışı yakalanan veya tutuklanan kimselerin açtığı tazminat davasına bakan mahkemenin (Ağır ceza mahkemesinin) Yargıtay’dan geçmeden kesinleşen beraat kararını sübut yönünden incelemeye yetkili bulunmadığının birinci toplantıda üçte ikiyi aşan çoğunlukla 02.05.1977 günü karar verildi.” Görüldüğü gibi 37 yıl önce Yargıtay üyelerinin neredeyse tamamının oyu ile konu çözülmüş olup, 40 yıl önceki tartışmalara tekrar girilmemesi gerekir. 2797 sayılı Yargıtay Kanunun 45/5. maddesindeki ‘İçtihadı birleştirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar.’ hükmü emredici bir hükümdür.
Böylece İçtihadı Birleştirme Kararı; ağır ceza mahkemelerinin tazminat talep edilen dosyaları incelerken, tazminata dayanak olan aynı derecedeki ağır ceza, asliye ve sulh ceza mahkemelerinin beraat kararlarının gerekçelerinin incelenmesinin yolunu kapatmıştır. Doğru olanda budur. Nitekim Yüksek Ceza Genel Kurulundaki 47 kişi bile birçok sübut dosyasında ittifak edememektedir.
5-CMK’nın 144/1-(e) deki düzenleme TCK’nin 270. maddesi ile birlikte değerlendirdiğimizde kanun koyucunun amacının gerçeğe aykırı beyanla suç işlediğini veya suça katıldığını bildirerek yargı organlarını yanıltan, gereksiz yere uğraştıran ve hakkında tutuklama veya gözaltı kararı uygulanmasına sebep olan kişilerin beraat veya kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi halinde tazminat alamayacaklardır. Tutuklu kalınan veya gözaltına alınan suçta ‘gerçek dışı beyan’ olup olmadığını da, TCK’nın 270. maddesiyle açılan davanın sonuçlanmasından sonra sübuta erecektir.
6-CMK’nın 144/1-(e) ve TCK’nın 270. maddelerindeki hükümlerin karşılaştırmasını yaptığımızda:
Tazminat isteyemeyecek kişiler
Madde 144- (1) Kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan kişilerden aşağıda belirtilenler tazminat isteyemezler:
e) Adlî makamlar huzurunda gerçek dışı beyanla suç işlediğini veya suça katıldığını bildirerek gözaltına alınmasına veya tutuklanmasına neden olanlar’,
Suç üstlenme
Madde 270 – (1) Yetkili makamlara, gerçeğe aykırı olarak, suçu işlediğini veya suça katıldığını bildiren kimseye iki yıla kadar hapis cezası verilir. Bu suçun üstsoy, altsoy, eş veya kardeşi cezadan kurtarmak amacıyla işlenmesi hâlinde; verilecek cezanın dörtte üçü indirilebileceği gibi tamamen de kaldırılabilir’ şeklinde düzenlendiği,
Görüldüğü gibi, CMK’nın 144/1-(e) deki “Adli makamlar huzurunda” cümlesi, TCK’nın 270’de “Yetkili makamlara” CMK’daki “gerçek dışı beyanla” TCK’daki “gerçeğe aykırı olarak” CMK’daki “suç işlediğini veya suça katıldığını” TCK’da “suçu işlediğini veya suça katıldığını bildiren” şeklinde düzenlenmiştir. Bu iki düzenleme neredeyse aynı cümlelerle birbirlerini tamamlamaktadırlar.
7-Yıllarca, Yüksek Mahkeme “suçunu inkâr eden, suçlamayı kabul etmeyen sanığa” lehe hükümlerin uygulanmamasının isabetli olduğuna karar vermiştir. Bugün bu düşüncenin ne kadar yanlış olduğu tartışmasız kabul edilmektedir. Suçu kabullenen kimsenin tazminat alamayacağını ileri sürmek tazminat verilmesini öngören CMK’nun 141. maddesindeki hükümlerin uygulanmaması sonucunu doğurur. Bilindiği gibi CMK’nun 141. maddesinin (1) fıkrasının (e) bendi “Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen kişiler, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.” hükmünü içermektedir. Görüldüğü gibi kanuna uygun olarak uygulanan tedbirin dışında hiçbir koşul öngörülmeden tazminat verilmesi kabul edilmiştir.
8-Kanun sadece bir tek halde beraatın gerekçesine bakmamızı arıyor. O da yine CMK’nun 144. maddenin (b) bendindeki “Tazminata hak kazanmadığı halde sonradan yürürlüğe giren ve lehte düzenlemeler getiren kanun gereği durumları tazminat istemeye uygun hale dönüşenler”, yani lehe kanun ile beraat edenlerin beraat gerekçeleridir.
9-15.05.1964 Tarihinde yayınlanarak yürürlüğe giren 466 sayılı Kanununun 4. maddesinde benzer bir düzenleme vardı. Buna göre “Tazminatın miktarının tâyinde zarar talebinde bulunanların birinci maddede yazılı işlemlerin yapılmasına sebeb olan ihmali veya kusurlu hareketleri de nazara alınır. Tazminat talebine esas olan işlemlere tamamıyla kendi ihmali veya kusurlu hareketleri ile sebep olanlara tazminat verilmez.’”hükmü mevcuttu.
Bu hükmün uygulamada suçunu ikrar edenlerin tazminat alamayacakları görüşlerinin ortaya atılması üzerine yukarıda sözünü ettiğimiz 02.05.1977 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı ile tazminata bakacak mahkemelerin beraatın gerekçesine bakamayacakları kabul edilmişti.
İçtihadı Birleştirme Kararına rağmen büyük bir ihtimalle uygulamada tereddütler yaşanması üzerine 18.01.1991 tarihli Resmi Gazete de yayınlanarak yürürlüğe giren 3696 sayılı Kanunun 3. maddesi ile zikrettiğimiz 466 sayılı Kanunun 4. maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Bu maddenin kaldırılma gerekçesi komisyon raporunda şu şekilde gösterilmiştir.
“466 sayılı Yasanın 4. maddesi haksızlığa uğrayanlara, kanun dışı yakalananlara verilen tazminat hakkını tamamen ortadan kaldıran bir maddedir.
İhmal ve kusurlu hareketlerde bulunan bir kimsenin beraat etmesi veya haksız olarak tutuklanması veya gözetim altına alındıktan sonra serbest bırakılmasını kabul etmek hukuk devleti ile bağdaşmaz, hukukla bağdaşmaz, devletin varlığıyla bağdaşmaz. Kabul etmek keyfiliktir. Keyfiliği davet eder, hukuk dışı, kanun dışı davranışları davet eder, görevlilere sınırsız yetkiler vermek olur. Bu tür yetkilerde insan onuruyla, insan hak ve özgürlükleriyle bağdaşmaz. Onlara darbe vurmaktır.
Tazminat talebine esas olan işlemleri tamamıyla kendisi sebebiyet vermişse kanun dışı yakalama söz konusu olmaz. Kanun dışı yakalama söz konusu ise tazminat talebinde bulunanın ihmali ve kusurlu hareketlerinin olması söz konusu olmaz. 4. maddenin kaldırılması açıkladığımız gerçeklerle mümkündür. Kaldırılması gerekmektedir.”
Görüldüğü gibi haksız uygulamaya sebebiyet verecek yasal düzenlemeler kaldırılmış, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’da daha önce yaşanan olumsuzlukların tekrar yaşanmaması içinde madde 144/1-(e)’ye ‘gerçek dışı beyanla suç işlediğini veya suça katıldığını bildirenlerle’ sınırlandırmış ve bunun tespitinin de ancak TCK 270. maddesi gereğince mahkûmiyetle sonuçlanması halinde mümkün olabileceğini kabul etmiştir.
Kanunlar sorunları çözmez. Sorunların çözümü için uygun kurallar manzumesini ortaya koyarlar. Sorunları çözecek olanlar, bu kuralların uygulayıcıları, yani karar vericilerdir.
Sonuç olarak;
Davacının 6216 sayılı Kanun’un 45-50. maddesi gereğince hak arama yolunun açık olduğunu hatırlatarak, davacının tazminat talebini red eden mahalli mahkeme hükmünü yerinde olmadığını düşündüğümüzden sayın çoğunluğun… hakkındaki hükmün onanması yönündeki görüşlerine katılmıyoruz.