Yargıtay Kararı 12. Ceza Dairesi 2014/4039 E. 2014/24263 K. 01.12.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 12. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2014/4039
KARAR NO : 2014/24263
KARAR TARİHİ : 01.12.2014

Tebliğname no : 12 – 2013/216703

Mahkemesi : İstanbul Anadolu 7. Ağır Ceza Mahkemesi

Tarihi : 08/03/2013

Numarası : 2012/512 – 2013/41

Dava : 466 sayılı Kanuna göre tazminat

Davacının tazminat talebinin kısmen kabulüne ilişkin hüküm, davalı vekili ve davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Davanın niteliğine göre, davacı vekilinin duruşmalı inceleme talebinin 5320 sayılı kanunun 8. maddeleri gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 318. ve CMK’nın 299/1. maddesi gereğince reddine karar verilerek, yaapılan incelemede;

Yapılan incelemeye, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, incelenen dosya kapsamına göre, davacı vekilinin tüm; davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;,

1-Davacı vekili, 05/09/2012 tarihli dava dilekçesi ile müvekkili olan davacının 06.03.1995 ile 03.10.1995 tarihleri arasında ” 7 aydan fazla” süre ile haksız olarak tutuklu kaldığını belirterek 15.000 TL maddi, ”20.000” TL manevi tazminat talebinde bulunmuş olup, mahkemece yapılan inceleme sonunda, davanın kısmen kabulü ile ”1.510,69” TL maddi ve aynı kapsamda tazminat talebinin dayanağı olan ceza dava dosyasına ilişkin ”653,05” TL vekalet ücreti ile ”3.000” TL manevi tazminatın 21.03.1995 tarihinden itibaren işleyecek kanuni faiziyle birlikte davalı hazineden alınarak davacıya ödenmesine karar verilmiştir.

Dava 466 sayılı Kanun hükümlerine dayalı tazminat istemine ilişkin olup, tazminat talebinin dayanağı olan Adana Devlet Güvenlik Mahkemesinin 04.12.1997 tarih, 1997/35 esas, 1997/234 sayılı kararı ile davacının (sanığın) beraatine hükmedilmiştir. Davacının (sanığın) müdafiinin yüzüne karşı verilen beraat hükmünün incelenmesinde, davacının (sanığın) 06.03.1995 ile 03.10.1995 tarihleri arasında gözaltı ve tutuklu kaldığı anlaşılmaktadır. Beraat hükmü verildikten sonra, kararın sanığa (davacıya) veya müdafiine tebliğ edildiğine dair herhangi bir bilgi veya tebligat parçası bulunmamakta olup, davacının 24.01.2012 tarihinde vermiş olduğu vekaletnameye istinaden Av. Vedat Özkan’ın 05/09/2012 tarihinde tazminat davasını açtığı anlaşılmıştır.

Davacı hakkındaki tutuklama işlemi, 1 Haziran 2005 tarihinden önce gerçekleştiğinden 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 6. maddesine göre, davacının tazminat talebi 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun hükümlerine tabi olacaktır.

466 sayılı Kanunun 2. maddesine göre de “verilen kararların kesinleştiği veya bu iddiaların mercilerince karara bağlandığı tarihten itibaren üç ay içinde” davanın açılması gerekmektedir.

Kanunda öngörülen 3 aylık sürenin, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 23.03.2010 tarih ve 2009/256 esas, 2010/57 sayılı kararı ile, “kesinleşen kararların tebliğinden” itibaren başlayacağı kabul edilmiş, ancak, kesinleşmiş kararların tebliğini öngören bir kanuni düzenleme bulunmaması nedeniyle, kararının tebliğ edilmemesi halinde tazminat davasının hangi sürede açılacağı hususu belirtilen kararda tartışılmamış, ancak Ceza Genel Kurulu’nun 06.05.2014 tarih, 2014/141 esas, 2014/229 sayılı kararında 466 sayılı Kanuna göre incelenen tazminat davasının usul ve yasaya uygun yapılan kesinleşmesinden itibaren her halukarda 10 yıl içinde, eğer kesinleşmiş beraat kararı tebliğ edilmiş ise, tebliğ tarihinden itibaren 3 ay içinde davanın açılması gerektiği kabul edilmiştir.

Bununla beraber, ceza yargılaması sonunda verilen beraat hükümlerinin, hükümden sonra usulüne uygun olarak tebliğ edilememesi veya tebliğ edildiğine dair tebligat parçalarının dosyada bulunamaması gibi hallerde, kısaca zamanında kesinleştirilmeyen beraat veya kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara ilişkin tazminat davalarının hangi sürede açılacağı konusunda açıklık bulunmamakla birlikte, belirsiz olan bu durumun ila nihaye devam edemeyeceği nazara alınarak, bir noktadan sonra dava açmanın bir süre ile sınırlandırılması, bilhassa yukarıda zikredilen CGK’nın 23.03.2010 gün ve 256-57 sayılı kararında herhangi bir süre sınırlaması öngörülmemesi nedeniyle adliye arşivlerinin taranarak tazminat davalarının açıldığı gözlemlendiğinden duruma açıklık getirilmesi zorunluluk arzetmektedir.

Davalı Maliye Hazinesinin bu konuda, aleyhine açılan tazminat davaları ile ilgili herhangi bir arşiv kaydı veya bilişim sistemleri üzerinden oluşturulmuş bir veri tabanı bulunmadığından, konuya ilişkin temyiz incelemesi yapan dairemizce, aynı yıl içinde aynı hukuksal nedenlerle açılan mükerrer tazminat davalarının bulunduğu da tespit edilmiş olup, bunlara örnek olarak; 12.CD, 16.12.2013/25273-29105 ve 25.3.2013/2459-538 sayılı ilamları gösterilebilir.

Yine aynı şekilde, beraat veya kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar tebliğ edilmesine rağmen bu kararlara kesinleşme şerhleri verilmesi gözardı edilmekte, unutulmakta ve daha sonra bu tebligat parçaları çeşitli nedenlerle dosyadan çıkarılmaktadır. Dolayısıyla, uygulamada beraat kararları ile ilgili sağlıklı bir kesinleştirme işlemi yapılmadığı görülmektedir. Açıklanan nedenlerle bu hakkın kullanılmasının hukuki olarak sınırlandırılması yapılırken, hak kayıplarını önlemeye yönelik bir yolun bulunması da zorunluluk arzetmektedir. Somut olayda da buna benzer bir durum söz konusu olup, beraat hükmünün tebliğine ilişkin bir tespit yapılamamıştır. Bu durum tebligat parçalarının sonradan dosyadan çıkarıldığı veya karar sonrası tebliğ işleminin hiç yapılmadığı algısını doğurmaktadır.

Bu kapsamda 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinde ”Herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz” şeklindeki emredici düzenleme ile Kanun koyucu kişilere tanıdığı hakların belli sınırlar içinde kullanılmasını istemiş, hakkın kötüye kullanılmasının da hukuk düzenince hiç bir şekilde korunmayacağını açıkça belirtmiştir.

Sonuç olarak, bu yöndeki hakların sağlıklı bir şekilde öne sürülmesi ve çözüme kavuşturulması için süre sınırlamasının yapılması ve bu hususun meri mevzuat nazara alınarak bir çözüme kavuşturulmasında zorunluluk bulunmaktadır.

Buna göre;

1- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usûlleri Hakkında Kanunu’nun 47/5. maddesi, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru için, başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren 30 gün içinde yapılmasını,

2- İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmenin 35. maddesine göre de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuruda iç hukuk yollarının tüketilmesine ilişkin nihai kararın verilmesinden itibaren 6 aylık süre içinde başvuru yapılmasını,

3- 818 sayılı (Mülga) Borçlar Kanunu’nun 60. maddesi ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 72. maddesi haksız fiiller için açılacak tazminat davasının her halde fiilin işlendiği tarihten başlayarak 10 yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrayacağını,

4- 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 12. maddesi idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri ve öngörülen 60 günlük sürede davaların açmalarını,

5- 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 39. maddesinde ilama müstenit takip, son muamele üzerinden on sene geçmekle zamanaşımına uğrayacağını, öngörmüş ayrıca Adalet Bakanlığı Merkez ve Taşra Teşkilatı ile Bağlı Kuruluşlar Arşiv Yönetmeliğinde beraatle sonuçlanan dosyalar için birim arşivinde saklanma süresi beş yıl olarak öngörülmüştür.

Görüldüğü üzere yasal mevzuatlarda hak arama ile ilgili çeşitli süreler öngörülmüş ve bu süreler içerisinde de en uzun olan süre Borçlar Kanunu ve İcra İflas Kanununda öngörülen 10 yıllık hak arama süreleridir. Kanaatimizce en uzun olan bu süreler nazara alınarak, bir sonuca varılması gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, 466 sayılı Kanun kapsamında görülen tazminat davalarında:

1-C.G.K’nın 06.05.2014/141-229 sayılı kararında belirtildiği gibi beraat veya kovuşturmaya yer olmadığına dair kararların Yazı İşleri Yönetmeliğine göre süresinde tebliğ edilip kesinleşme tarihinden itibaren her halükarda 10 yıl, kesinleşmiş kararların tebliğinden itibaren 3 ay içinde tazminat davalarının açılması,

2-Bunun yanında, kararlar Yazı İşleri Yönetmeliğine göre usulüne uygun olarak tebliğ edilmemiş ve kesinleştirme işlemleri yapılmamış yada kesinleştiği tespit edilmemiş ise, tazminat davalarının karar tarihinden itibaren 10 yıldan fazla bir süre geçtiğinde, somut olayın, tarafların ve davanın özelliği de nazara alınmak suretiyle süresinde açılmadığının kabulü gerekmektedir.

Davaya konu olay açısından baktığımızda; davacı (sanık) hakkında 04.12.1997 tarihinde verilip, 24.12.1998 tarihinde kesinleştiği belirtilen beraat hükmünün usulüne uygun olarak kesinleştirildiğine ilişkin bilgi ve belgelere rastlanmamış ve karar tarihinden itibaren 10 yıldan fazla süre geçtikten sonra tazminat davasının açıldığının anlaşılması karşısında, süresinde açılmayan davanın reddi yerine, eksik inceleme ve isabetsiz değerlendirme ile yazılı şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmesi,

2-Kabule göre de;

a)-Nesnel bir ölçüt olmamakla birlikte, hükmedilecek manevi tazminatın davacının sosyal ve ekonomik durumu, üzerine atılı suçun niteliği, tutuklanmasına neden olan olayın cereyan tarzı, tutuklu kaldığı süre ve benzeri hususlar ile tazminat davasının kesinleşeceği tarihe kadar davacının elde edeceği parasal değer dikkate alınıp, hak ve nasafet ilkelerine uygun makul bir miktar olarak tayin ve tespiti gerekirken, davacı lehine belirtilen ölçütlere uymayacak miktarda fazla manevi tazminata hükmolunması,

b)-29/05/1957 tarih ve 4-16 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği üzere, vekalet ücreti, yargılama giderleri kapsamında olup, bu hakkın asıl davadan bağımsız olarak dava konusu yapılamayacağı ancak ait olduğu davada hüküm altına alınması gereken ve ilgili davada temyizen incelenebilecek haklardan olduğundan, ceza davasında ödenmeyen vekalet ücretinin, maddi tazminat kapsamında ayrıca dava konusu edilemeyeceğinin belirtilmiş olması karşısında, tazminat talebinin dayanağı olan ceza dava dosyasında, beraatine hükmedilen davacının kendisini vekil ile temsil ettirmiş olduğu gerekçesi ile ”653,05” TL vekalet ücretinin maddi tazminat kapsamında hüküm altına alınması suretiyle, davacı yararına fazla maddi tazminata hükmedilmesi,

İsabetsiz olup, davalı vekilinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden, 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince, hükmün isteme uygun olarak BOZULMASINA, 01.12.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.