YARGITAY KARARI
DAİRE : 12. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2014/1649
KARAR NO : 2014/16332
KARAR TARİHİ : 02.07.2014
Tebliğname no : 12 – 2013/175440
Mahkemesi : Adana 3. Ağır Ceza Mahkemesi
Tarihi : 03.04.2013
Numarası : 2013/64-2013/175
Dava : 466 sayılı Kanun gereğince tazminat
Davacının tazminat talebinin kısmen kabulüne ilişkin hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;
28.01.2013 olan dava tarihinin gerekçeli karar başlığında 29.01.2013 olarak yazılması mahallinde düzeltilmesi mümkün yazım yanlışlığı olarak kabul edilmiştir.
Yapılan incelemeye, toplanan ve karar yerinde açıklanan delillere, mahkemenin kovuşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, gösterilen gerekçeye ve uygulamaya göre; davalı vekilinin, sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Davacı vekili, 28.01.2013 tarihli dilekçesi ile müvekkili olan davacının 02.11.1980 ile 09.07.1982 tarihleri arasında “1 yıl 8 ay 7 gün” süre ile haksız olarak tutuklu kaldığını belirterek 40.000 TL maddi, ”80.000” TL manevi tazminat talebinde bulunmuş,
Mahkemece yapılan yargılama (inceleme) sonunda, davanın kısmen kabulü ile ”127.11” lira maddi, ”8.000” lira manevi tazminatın 02.11.1980 tarihinden itibaren işleyecek kanuni faiziyle birlikte davalı hazineden alınarak davacıya ödenmesine karar verilmiştir.
Davacı (sanık), üzerine atılı suçlar nedeniyle çeşitli mahkemelerde yargılanmış olup, en son olarak Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 08.06.2001 tarih, 1994/37 esas, 2001/269 sayılı kararı ile beraatine hükmedilmiştir. Davacı (sanık) ve müdafinin yokluğunda verilen beraat kararının incelenmesinde, davacının 02.11.1980 ile 09.07.1982 tarihleri arasında tutuklu kaldığı anlaşılmaktadır. Beraat kararı verildikten sonra, kararın sanığa veya müdafine tebliğ edildiğine dair herhangi bir bilgi veya tebligat parçası bulunmamakta olup, davacının 03.02.2012 tarihinde vermiş olduğu vekaletnameye istinaden Av. A.. Ç..’in 09.11.2012 tarihinde kararı aldığı ve 19.11.2012 tarihinde hükmün kesinleşmesi üzerine tazminat davasını açtığı anlaşılmıştır.
Davacı hakkındaki tutuklama işlemi, 1 Haziran 2005 tarihinden önce gerçekleştiğinden 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 6. maddesine göre, davacının tazminat talebi 466 sayılı Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkında Kanun hükümlerine tabi olacaktır.
466 sayılı Kanunun 2. maddesine göre de “verilen kararların kesinleştiği veya bu iddiaların mercilerince karara bağlandığı tarihten itibaren üç ay içinde” davanın açılması gerekmektedir.
Kanunda öngörülen 3 aylık sürenin, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 23.03.2010 tarih ve 2009/256 esas, 2010/57 sayılı kararı ile, “kesinleşen kararların tebliğinden” itibaren başlayacağı kabul edilmiş, ancak, kesinleşmiş kararların tebliğini öngören bir kanuni düzenleme bulunmaması nedeniyle, kararının tebliğ edilmemesi halinde tazminat davasının hangi sürede açılacağı hususu belirtilen kararda tartışılmamış, Ceza Genel Kurulu’nun 6.5.2014 tarih ve 141-229 sayılı kararında da 466 sayılı Kanuna göre incelenen tazminat davasının usul ve yasaya uygun yapılan kesinleşmesinden itibaren her halükarda 10 yıl içinde eğer kesinleşmiş beraat kararı tebliğ edilmiş ise tebliğ tarihinden itibaren 3 ay içinde davanın açılması gerektiği kabul edilmiştir.
Bununla beraber ceza yargılaması sonunda verilen beraat hükümlerinin, hükümden sonra usulüne uygun olarak tebliğ edilememesi veya tebliğ edildiğine dair tebligat parçalarının dosyada bulunamaması gibi hallerde, kısaca zamanında kesinleştirilmeyen beraat veya kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlarda tazminat davasının hangi sürede açılacağı konusunda açıklık bulunmamakla birlikte, belirsiz olan bu durumun ila nihaye devam edemeyeceği nazara alınarak, bir noktadan sonra dava açmanın bir süre ile sınırlandırılması, bilhassa yukarıda zikredilen CGK’nın 23.03.2010 gün ve 256-57 sayılı kararında herhangi bir süre sınırlaması öngörülmemesi nedeniyle adliye arşivlerinin taranarak tazminat davalarının açıldığı gözlemlendiğinden zorunluluk arzetmektedir.
Davalı Maliye Hazinesinin bu konuda aleyhine açılan tazminat davaları ile ilgili herhangi bir arşiv kaydı veya bilişim sistemleri üzerinden oluşturulmuş bir veri tabanı bulunmadığından, konuya ilişkin temyiz incelemesi yapan dairemizce, aynı yıl içinde aynı hukuksal nedenlerle açılan mükerrer tazminat davalarının bulunduğu da tespit edilmiş olup, bunlara örnek olarak; 12.CD, 16.12.2013/25273-29105 ve 25.3.2013/2459-538 sayılı ilamları gösterilebilir.
Yine aynı şekilde, beraat veya kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar tebliğ edilmesine rağmen bu kararlara kesinleşme şerhleri verilmesi gözardı edilmekte, unutulmakta ve daha sonra bu tebligat parçaları çeşitli nedenlerle dosyadan çıkarılmaktadır. Dolayısıyla, uygulamada beraat kararları ile ilgili sağlıklı bir kesinleştirme işlemi yapılmadığı görülmektedir. Açıklanan nedenlerle bu hakkın kullanılmasının hukuki olarak sınırlandırılması yapılırken, hak kayıplarını önlemeye yönelik bir yolun bulunması da zorunluluk arzetmektedir. Somut olayda da buna benzer bir durum söz konusu olup, karar sonrası beraat kararının tebliğine ilişkin tebligat parçaları dosya içinde bulunmamaktadır. Bu durumda da ya tebligat parçaları sonradan dosyadan çıkarılmış veya karar sonrası tebliğ işlemi hiç yapılmadığı algısı doğmaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinde ”Herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz” şeklindeki emredici düzenleme ile Kanun koyucu kişilere tanıdığı hakların belli sınırlar içinde kullanılmasını istemiş, hakkın kötüye kullanılmasının da hukuk düzenince hiç bir şekilde korunmayacağını belirtmiştir.
Sonuç olarak, bu yöndeki hakların sağlıklı bir şekilde öne sürülmesi ve çözüme kavuşturulması için süre sınırlamasının yapılması ve bu hususun meri mevzuat nazara alınarak bir çözüme kavuşturulmasında zorunluluk bulunmaktadır.
Buna göre;
1- 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluş ve Yargılama Usûlleri Hakkında Kanunu’nun 47/5.maddesi, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru için, başvuru yollarının tüketildiği tarihten, başvuru yolu öngörülmemiş ise ihlalin öğrenildiği tarihten itibaren 30 gün içinde yapılmasını,
2- İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşmenin 35.maddesine göre de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuruda iç hukuk yollarıyla nihai kararın verilmesinden itibaren 6 aylık süre içinde başvuru yapılmasını,
3- 818 sayılı (Mülga) Borçlar Kanunu’nun 60. maddesi ve 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 72. maddesi haksız fiiller için açılacak tazminat davasının her halde fiilin işlendiği tarihten başlayarak 10 yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrayacağını,
4-2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 12. maddesi idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri ve öngörülen 60 günlük sürede davaların açmalarını,
5-2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 39. maddesinde ilama müstenit takip, son muamele üzerinden on sene geçmekle zamanaşımına uğrayacağını, öngörmüş ayrıca Adalet Bakanlığı Merkez ve Taşra Teşkilatı ile Bağlı Kuruluşlar Arşiv Yönetmeliğinde beraatle sonuçlanan dosyalar için birim arşivinde saklanma süresi beş yıl olarak öngörülmüştür.
Görüldüğü üzere yasal mevzuatlarda hak aranma ile ilgili çeşitli süreler öngörülmüş ve bu süreler de en uzun olan süre Borçlar Kanunu ve İcra İflas Kanununda öngörülen 10 yıllık hak arama süreleridir. Kanaatimizce en uzun olan bu süreler nazara alınarak, bir sonuca varılması gerekmektedir.
Açıklanan tüm bu nedenlerle, 466 sayılı Kanun kapsamında görülen tazminat davalarında:
1-C.G.K’nın 06.05.2014/141-229 sayılı kararında belirtildiği gibi beraat veya kovuşturmaya yer olmadığına dair kararların Yazı İşleri Yönetmeliğine göre süresinde tebliğ edilip kesinleşme tarihinden itibaren her halükarda 10 yıl, kesinleşmiş kararların tebliğinden itibaren 3 ay içinde tazminat davalarının açılması,
2-Bunun yanında, kararlar Yazı İşleri Yönetmeliğine göre usulüne uygun olarak tebliğ edilmemiş ve kesinleştirme işlemleri yapılmamış yada kesinleştiği tespit edilmemiş ise, tazminat davalarının karar tarihinden itibaren 10 yıldan fazla bir süre geçtiğinde, somut olayın, tarafların ve davanın özelliği de nazara alınmak suretiyle süresi içinde açılmadığının kabulü gerekmektedir.
Davaya konu olay açısından baktığımızda; davacı hakkında verilen 08.06.2001 tarihli beraat kararının usulüne uygun olarak kesinleştirildiğine ilişkin bilgi ve belgelere rastlanmamış ise de davanın safahatı ve karar tarihinden itibaren 10 yıldan fazla süre geçtikten sonra açıldığının anlaşılması karşısında, süresinde açılmayan davanın reddine karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yetersiz değerlendirme ile kısmen kabulüne karar verilmesi,
Kabule göre de;
Manevi tazminat miktarı belirlenirken objektif bir kriter olmamakla birlikte, hükmedilecek manevi tazminatın, davacının sosyal ve ekonomik durumu, üzerine atılı suçun niteliği, gözaltına alınmasına neden olan olayın cereyan tarzı, tutuklu kaldığı süre, tazminat davasının kesinleştiği tarihe kadar davacının elde edeceği parasal değer ve benzeri hususlar da gözetilmek suretiyle, hakkaniyet ölçüsünü aşmayacak bir şekilde, hak ve nasafet kurallarına uygun makul bir miktar olarak tayin ve tespiti gerekirken, 615 gün süreyle tutuklanan davacı için hükmedilen manevi tazminat miktarı bu ölçülere uymadığından fazla olarak tayini,
Kanuna aykırı olup, davalı vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün bu sebeplerden 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince, isteme uygun olarak, BOZULMASINA, 02.07.2014 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.