Yargıtay Kararı 12. Ceza Dairesi 2013/24754 E. 2014/21507 K. 31.10.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 12. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2013/24754
KARAR NO : 2014/21507
KARAR TARİHİ : 31.10.2014

Tebliğname no : 12 – 2013/289085
Mahkemesi : Bakırköy(Kapatılan) 5. Çocuk Mahkemesi
Tarihi : 21/07/2009
Numarası : 2008/547 – 2009/184
Suç : Taksirle yaralama

Taksirle yaralama suçundan suça sürüklenen çocuğun mahkumiyetine ilişkin hüküm suça sürüklenen çocuk müdafi ile mağdur vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Mağdurun katılan sıfatını alabilecek surette suçta zarar gören sıfatıyla temyiz hakkının bulunduğu kabul edilerek, yaralanması nedeniyle suçtan doğrudan zarar gördüğü anlaşılan ve hükmü vekili aracılığı ile temyiz etmek suretiyle katılma iradesini ortaya koyan mağdurun 5271 sayılı CMK’nın 237/2. maddesi uyarınca davaya katılmasına karar verilerek yapılan incelemede;
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre suça sürüklenen çocuk müdafii ile katılan vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 141 ve CMK’nın 34. maddeleri uyarınca bütün mahkeme kararlarının, karşı oy da dahil olmak üzere gerekçeli olarak yazılması zorunludur. Gerekçe, hükmün dayanaklarının, akla, hukuka ve dosya içeriğine uygun açıklamasıdır. Ceza Muhakemesi Kanununun 230. maddesinde ise hükmün gerekçesinde, suç oluşturduğu kabul edilen eylemin gösterilmesi, bunun nitelendirmesinin yapılması, Ceza Kanununda öngörülen sıra ve esaslara göre cezanın ve ayrıca cezaya mahkûmiyet yerine veya yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi, cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adli para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine ya da ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususa ilişkin istemlerin kabul veya reddine dair dayanakların gösterilmesinin zorunlu olduğu belirtilmiştir. Yasal, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesi, yasa koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi, uygulamada da keyfiliğe yol açacaktır. Bu itibarla keyfiliği önlemek, tarafları tatmin etmek, sağlıklı bir denetime olanak sağlamak bakımından, hükmün gerekçeli olmasında zorunluluk bulunmaktadır. Hükmün gerekçeyi ihtiva etmemesi ise 1412 sayılı Kanunun 308/7 ve 5271 sayılı CMK’nın 289/1-g bendi uyarınca hukuka kesin aykırılık halini oluşturacaktır. Somut olayda, suç oluşturduğu kabul edilen eylemin ve dayanaklarının gösterilmemesi, suça sürüklenen çocuğun eyleminin taksirli suç olarak nitelendirilmesinin gerekçesinin net olarak karar yerinde tartışılmaması suretiyle Anayasanın 141, 5271 sayılı CMK’nın 34 ve 230. maddelerine muhalefet edilmesi,
İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksir, 5237 sayılı TCK’nın 22/2. maddesinde “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde tanımlanmıştır. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alması ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir, fail tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25.03.2008 tarih ve 43-62; 01.02.2005 tarih ve 213-3; 23.03.2004 tarih ve 12-68; 09.10.2001 tarih ve 181-204; 21.10.1997 tarih ve 99-202 sayılı kararları başta olmak üzere, birçok kararında da vurgulandığı üzere, öğretide ve uygulamada taksirin unsurları;
1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradiliği,
3- Neticenin iradi olmaması,
4- Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Neticenin öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması, şeklinde kabul edilmektedir.
Bilinçli taksir ise 5237 sayılı TCK’nın 22/3. maddesinde, “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” olarak tanımlanmıştır. Taksir ile bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt taksirde failin öngörülebilir nitelikteki neticeyi öngörmemesi, bilinçli taksir halinde ise bu neticeyi öngörmüş olmasıdır. Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri veya bilgisine güvenerek hareket eden kimsenin tehlike hali, bunu öngörmemiş olan kimsenin tehlike hali ile bir tutulamaz; neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun, bu neticeyi meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlüdür.
Failin suçun kanuni tanımındaki maddi unsurların gerçekleşebileceğini öngörmesine rağmen, hareketine devam etmesi ve fiilin olası sonuçlarını kabullenmesi halinde ise,diğer bir ifadeyle hareketinin belli bir neticeyi meydana getirebileceğini öngören failin, söz konusu hareketi yapmaktan kaçınmaması, ”olursa olsun” demesi halinde muhtemel ya da olası kasttan bahsedilir. Olası kast halinde “isteme “unsuru eksik olup, fail açısından icra ettiği fiilin amacına ulaşmak önemlidir. Fail bu amaca ulaşmak adına, muhtemel tehlikeli neticeleri göze almakta, hatta kabullenmektedir. Olası kastın unsurlarının oluştuğunun kabul edilebilmesi için;
1-Hareketin bilerek ve istenerek yapılması,
2-Suçun kanuni tanımındaki unsurlarının ve sonuçlarının gerçekleşebileceğinin öngörülmesi,
3-Netice öngörülmesine rağmen fiilin işlenmesi gerekir.
Kasıtlı suçlar ise failin doğrudan isteyerek eylemini gerçekleştirmesi suretiyle gerçekleşir.
Tüm açıklamalar çerçevesinde;
1-Olay günü gündüz vakti yaşı küçük suça sürüklenen çocuğun kendi beyanına göre alışveriş merkezindeki güvenlik görevlisine sinirlenmesi nedeniyle sinema salonunun terasında bulunan parke taşlarını sökerek arkadaşları ile birlikte aşağı attıkları sırada, suça sürüklenen çocuğun attığı taşlardan birinin aşağıda havuz kenarında bulunan yaşı küçük mağdurun başına denk gelmesi şeklinde meydana gelen olayda; suçun işlendiği vaktin öğle vakti olması sebebiyle suça sürüklenen çocuğun, her ne kadar netice istenmemiş ise de; taşları kalabalık insan yoğunluğunun bulunduğu alışveriş merkezi önüne atması sonucu alışveriş merkezi önünde bulunanlardan birine isabet edip zarar verebileceğini öngördüğü, buna rağmen eylemini sürdürmeye devam etmek suretiyle kasten yaralamaya sebebiyet verdiği anlaşılmakla, suça sürüklenen çocuk hakkında kasten yaralama suçunun unsurlarının tartışılması gerektiğinin gözetilmemesi;
2-Katılan hakkında tanzim edilen 17.12.2008 tarihli raporda olay sonucu kemik kırığı meydana gelmeyip meydana gelen yaralanmanın basit tıbbi müdahale ile giderilebilir nitelikte olduğu belirtilmiş ise de; 18.12.2008 tarihli raporda ilk rapordan sonra gönderilen ve mağdurun tedavi gördüğü Cerrahpaşa Tıp fakültesi Nöroşirürji ana bilim dalı ekipriz raporu doğrultusunda, meydana geldiği tespit edilen frontal çökme kırığının ağır derecede etkili olduğu ve yaşamı tehlikeye soktuğunun belirtildiği, yine 26.12.2008 tarihli raporda bu belirlemeler yanında duyu ve organ işlev kaybı ya da zayıflaması yönünden olaydan 18 ay sonra Adli Tıp 2. İhtisas Kurulu tarafından değerlendirilmesinin uygun olacağı belirtildiği halde, uygulanacak kanun maddelerinin değişebileceği öngörülmeden bu hususta raporda belirlenen süre sonunda yeniden rapor alınması gerektiğinin gözetilmemesi;
3-Suça sürüklenen çocuğun suç tarihinde 12 yaşından büyük ve 15 yaşından küçük olup işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin bulunduğu anlaşılmakla suça sürüklenen çocuk hakkında tayin edilen cezadan TCK’nın 31/2. maddesi gereğince ½ oranında indirim yapılması gerektiği gözetilmeden hatalı uygulama ile aynı maddenin 3. fıkrası uyarınca 1/3 oranında indirim yapılarak suça sürüklenen çocuk hakkında fazla ceza tayini;
Kanuna aykırı, suça sürüklenen çocuk müdafii ile katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olup, hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme uygun olarak BOZULMASINA 31.10.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.