YARGITAY KARARI
DAİRE : 12. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2013/18230
KARAR NO : 2014/16643
KARAR TARİHİ : 07.07.2014
Tebliğname No : 12 – 2013/213266
Mahkemesi : Kütahya 1. Asliye Ceza Mahkemesi
Tarihi : 02/04/2013
Numarası : 2012/601 – 2013/254
Suç : Taksirle yaralama
Taksirle yaralama suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
5237 sayılı Kanun’un 6-c maddesinde, kamu görevlisi; kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi olarak tanımlanmaktadır. Maddi ceza hukukuna ait bu tarifin, suçun unsurları ile cezanın arttırılıp indirilmesine dair hükümler için geçerliliğini sürdüreceği tabiidir.
Genel yargılama usulünü düzenleyen 5271 sayılı Kanun’da ise kamu görevlisinin tanımlanmasına ihtiyaç görülmemiştir.
4483 sayılı Kanun, memurlar ve kamu görevlileri için soruşturma ve yargılama usulünü düzenleyen özel bir düzenleme olmakla birlikte, tüm kamu görevlilerine ve kamu görevlilerinin bütün suçlarına ait hükümler getirmemiş, gerek failler, gerekse fiiller için sınırlandırıcı hükümlere yer vermiştir. Nitekim 2. maddesinde, kanunun, tüm kamu görevlileri hakkında uygulanmayacağını, yalnızca: Devletin yada kamu tüzel kişilerinin, genel idare esaslarına göre yürüttüğü kamu hizmetlerini, asli ve sürekli şekilde ifa eden görevlilerin işledikleri suçlar hakkında uygulanacağını öngörmüştür. Görüldüğü üzere, 4483 sayılı Kanun kapsamındaki süjesini oluşturan kamu görevlileri, kaynağını 765 sayılı TCK’nın 279/1. ve Anayasa’nın 128. maddelerinden alan çok sınırlı sayıda bir gruptan oluşmaktadır.
Maddi ceza hukukuna dair norm, kişinin kamusal faaliyete katılmasını yeterli görerek, kişiyi kamu görevlisi olarak tanımlarken, 4483 sayılı Kanun, kamusal faaliyete katılmak koşuluna ilaveten, kamusal faaliyetin genel idare esaslarına göre yürütülmesini, faaliyetin Devletin asli görevlerinden olmasını ve sürekli hizmet şartlarını zorunlu görmektedir. İdare hukukunda, genel idare, Cumhurbaşkanı dahil başbakanlık, bakanlıklar ve bağlı kuruluşları ifade etmekte, asli görev ise Anayasa ile Devlete verilen sağlık, eğitim, güvenlik yargı gibi yükümlülükler olarak tanımlanmaktadır. Süreklilik ise kadrolu yada kadrolu sözleşmelileri kapsayan statü olarak anılmaktadır.
Bu değerlendirmeler ışığında, genel idare esaslarına göre hizmet yürüten herhangi bir bakanlığın, taşra ya da merkez teşkilatında kadrolu şoför yada hizmetli olarak çalışan kişi, maddi ceza hukukuna göre kamu görevlisi sayılırken, araç kullanmak, ya da temizlik yapıp evrak taşımak biçiminde tezahür eden hizmetlerinin, Devlet’in asli hizmeti kapsamında kabul edilmemesi nedeniyle, 4483 sayılı Kanun’da tanımlanan kamu görevlisi olarak kabulü mümkün görülmemektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 27.05.2014 tarih ve 2014/120 Esas 2014/291 Karar sayılı ilamı da esas alınmak suretiyle, somut olay değerlendirildiğinde; suç tarihinde E.. Devlet Hastahanesinde ambulans şoförü olarak çalışmakta olan sanığın, idaresindeki ambulansla bir hastayı E..ilçesinden Kütahya iline götürdüğü sırada meydana gelen kazada, yaralanmasına neden olduğu olayda, sanığın memur olup olmadığı farketmeksizin, 4483 sayılı Kanun hükümleri uyarınca soruşturma izni alınması gerekmediğinden, tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanığın sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
E..Devlet Hastahanesinde ambulans şoförü olan sanığın, idaresindeki ambulansla bir hastayı naklettiği sırada ışık kontrollü kavşakta geçiş yaparken,mağdur Süleyman’ın idaresindeki araca çarparak 2 kişinin basit tıbbi müdahele ile giderilebilecek şekilde yaralanmasına neden olduğu olayda, oluş ve sanığın görevi nazara alınarak yaralanmalarında basit olduğu gözetilterek adalet, hakkaniyet ve nasafet kurallarına uygun makul bir cezaya hükmedilmesi gerekirken, teşdidin derecesinde yanılgıya düşülerek fazla ceza tayini,
Kanuna aykırı olup, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 07.07.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.