Yargıtay Kararı 12. Ceza Dairesi 2013/14125 E. 2014/7166 K. 24.03.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 12. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2013/14125
KARAR NO : 2014/7166
KARAR TARİHİ : 24.03.2014

Tebliğname No : 4 – 2013/134873
Mahkemesi : Muğla Sulh Ceza Mahkemesi
Tarihi : 21/07/2010
Numarası : 2010/1358-2010/1315
Suç : Kişilerin huzur ve sükunu bozma

Kişilerin huzur ve sükunu bozma suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Bozma üzerine yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafinin bir nedene dayanmayan diğer temyiz itirazlarının reddine; ancak,
Özel hayat kavramı; kişinin sadece gözlerden uzakta, başkalarıyla paylaşmadığı, kapalı kapılar ardında, dört duvar arasındaki yaşantısı ve mahremiyetinden ibaret değil, herkesin bilmediği veya bilmemesi gereken, istenildiğinde başka kişilere açıklanabilen, tamamen kişiye özel hayat olayları ve bilgilerin tamamını içerir. Bu nedenle, kamuya açık alanda bulunulması, bu alandaki her görüntü veya sesin dinlenilmesine, izlenilmesine, kaydedilmesine, sürekli ve izinsiz olarak elde bulundurulmasına rıza gösterildiği anlamına gelmez. Kamuya açık alanda bulunulduğunda dahi, “kalabalığın içinde dikkat çekmezlik, tanınmazlık, bilinmezlik” prensibi geçerli olup, kamuya açık alandaki kişinin, gün içerisinde yaptıkları, gittiği yerler, kiminle niçin, nasıl, nerede ve ne zaman görüştüğü gibi hususları tespit etmek amacıyla sürekli denetim ve gözetim altına alınması sonucu elde edilmiş bilgileri ya da onun başkalarınca görülmesi ve bilinmesini istemeyeceği, özel yaşam alanına girdiğinde şüphe bulunmayan faaliyetleri özel hayat kavramı kapsamına dahildir; ancak, süreklilik içermeyen ve özel yaşam alanına dahil olmayan olay ve bilgiler ise bu kapsamda değerlendirilemez. Sonuç olarak, bir olay ya da bilginin, özel hayat kavramı kapsamına girip girmediği belirlenirken, kişinin toplum içindeki konumu, mesleği, görevi, kamuoyu tarafından tanınıp tanınmadığı, dışa yansıyan davranışları, rıza ve öngörüleri, içinde bulunduğu fiziki çevrenin özellikleri, sosyal ilişkileri, müdahalenin derecesi gibi ölçütler göz önüne alınmalıdır.
Bu açıklamalar ışığında incelenen dosya kapsamına göre, şikayetçi mağdurlar Ebru, Yasemin ve Songül’ün, tatillerini geçirdikleri Akyaka sahilinde denize girip çıktıkları sırada, sanık Oral’ın, yanında getirdiği el kamerasının çekim yönünü, üzerlerinde bikini olan mağdurlara doğru odaklayarak, onların bilgi ve rızaları dışında, görüntülerini kaydettiği iddiasına konu olayda,
Sanığın, genel olarak deniz ve manzara çekimi yaptığı yönündeki savunmasının aksine, tespiti yapılan görüntüler incelendiğinde, denizde yüzen ve sahilde bulunan çok sayıda kişinin arasından sadece yetişkin bayanlar seçilerek ve her bir bayanın erojen bölgeleri odaklanarak çekimin gerçekleştiği anlaşılmakla,
Mağdurların fiziksel mahremiyetini içeren görüntülerini kaydeden sanığın eyleminde özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun yasal unsurlarının oluştuğu; ayrıca, sanığın, mağdurların onur ve namusunu ilgilendiren bir konuda ve onların vücut dokunulmazlığını ihlal etmeden, cinsel arzu ve isteklerini tatmin maksadına yönelik eylemiyle cinsel taciz suçunu da işlediği, bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına neden olan sanığın, TCK’nın 44. maddesi gereğince, daha ağır cezayı gerektiren özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan cezalandırılması, birden fazla mağdurun kesintisiz çekimle ve peşi sıra görüntülerin kaydedilmesi nedeniyle sanığa TCK’nın 134/1-2. maddesi gereğince hükmedilecek temel cezada, TCK’nın 43/2. maddesi atfıyla aynı Kanunun 43/1. maddesi gereğince artırım yapılması gerekirken, “Sanığın eyleminin özel hayatın gizliliğini ihlal eder eylem olarak değerlendirilmesi mümkün değildir, zira, sanık tarafından, umuma açık yerde çekim yapılmış olup, bu nedenle özel hayatın gizliliğine müdahale kabul etmek mümkün değildir. Ayrıca sırf görüntü almaktan ibaret eylemin cinsel taciz olarakta kabulü mümkün değildir. Ancak, sanık genel manzara çekimi yapmakla yetinmeyerek, kişilerin tanınmasını sağlayacak şekilde, yakın çekim yaparak, kişileri rahatsız edecek şekilde izinsiz çekim yapmıştır. Bu durumun kişilerin rahatsız edeceğini bile bile çekim yapmış olup, bu nedenle kişilerin huzur ve sükununu bozma kastının varlığını kabul etmek gerekmiştir.” şeklindeki özel hayatı salt mekana indirgeyen ve yasal olmayan gerekçelerle, suç vasfında yanılgıya düşülerek, sanık hakkında kişilerin huzur ve sükunu bozma suçundan mahkumiyet kararı verilmesi,
1- Hükmün esasını teşkil eden kısa kararda ve gerekçeli kararın hüküm kısmında, sanığa hükmedilen hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesine karar verilirken, sanık hakkında belirlenen tam gün sayısının gösterilmemesi suretiyle TCK’nın 52/3. maddesine aykırı hareket edilmesi,
2- Suçta kullanılan kameranın müsaderesine karar verilirken, uygulanan Kanun ve maddesinin gösterilmemesi suretiyle CMK’nın 232/6. maddesine aykırı hareket edilmesi, kanuna aykırı,
3- Hükümden sonra 05.07.2012 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanunun 81. maddesi ile TCK’nın 134/1. maddesinde yapılan değişikliğe göre hapis cezasının üst sınırı itibariyle 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun 11. maddesi uyarınca davaya bakma görevinin Asliye Ceza Mahkemesine ait olması nedeniyle görevsizlik kararı verilmesinde zorunluluk bulunması,
Bozmayı gerektirmiş olup, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, aynı Kanunun 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı yönünden sanığın kazanılmış hakkının saklı tutulmasına, 24.03.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.