Yargıtay Kararı 11. Hukuk Dairesi 2023/784 E. 2023/3469 K. 05.06.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 11. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2023/784
KARAR NO : 2023/3469
KARAR TARİHİ : 05.06.2023

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi (Asliye Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla)
SAYISI : 2022/200 Esas, 2022/288 K.
HÜKÜM : Kabul

Taraflar arasındaki alacak davasının bozma ilamına uyularak yapılan yargılaması sonucunda Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.

Mahkeme kararı, Yargıtayca duruşma istemli olarak taraf vekilleri tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçelerinin kabulüne, dava konusu meblağ 59.955,00 TL’nin altında bulunduğundan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) geçici 3 üncü maddesinin ikinci fıkrası delaletiyle uygulanması gereken 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 3156 sayılı Kanun ile değişik 438 inci maddesi gereğince duruşma isteğinin reddine karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA
Davacılar vekili dava dilekçesinde; davalı şirketin yurt dışında birçok ülkede yatırılan paraların istenildiği her an geri çekilebileceği ve karşılığında yüksek oranda faiz verileceği garantisi ile müvekkillerinin murisinin davalı tarafa para verdiğini, ancak ödenen paranın bir türlü geri alınamadığını ileri sürerek ödenen paranın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; husumet, zamanaşımı ve hak düşürücü süreden davanın reddi gerektiğini, şirkete sermaye olarak verilen paranın geri istenemeyeceğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

III. MAHKEME KARARLARI, BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Mahkemece Verilen Karar
Mahkemece 02.05.2019 tarihli ve 2014/199 E., 2019/354 K. sayılı karar ile davanın usulden karar verilmiş ve bu karar davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

B. Bozma Kararı
Dairemizin 04.02.2020 tarihli ve 2019/3246 E., 2020/902 K. sayılı kararıyla, taraf teşkilinin sağlanması gerektiğine ve yargılama aşamasında yürürlüğe giren 7194 sayılı Dijital Hizmet Vergisi ile Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un (7194 sayılı Kanun) 41 inci maddesinin değerlendirilmesi gerektiğine işaret edilerek mahkeme kararı bozulmuştur.

C. Direnme Kararı
Mahkemenin 26.06.2020 tarihli ve 2020/110 E., 2020/108 K. sayılı kararıyla avukat tutma yetkisinin kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olduğu bu nedenle bazı mirasçılar tarafından avukata verilen vekaletnamenin geçerli olmadığı ayrıca davalı şirketin 7194 sayılı Kanun’un 41 inci maddesi kapsamına girmediği gerekçesiyle önceki kararda direnilmesine karar verilmiştir.

D. Hukuk Genel Kurulu Bozma Kararı
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 14.06.2022 tarihli ve 2021/11-441 E., 2022/899 K. sayılı kararıyla bazı mirasçıların vekilleri tarafından avukata verilen vekaletnamenin geçerli olduğu, davada tüm mirasçılarının katılımı sağlandığı için işin esasına girilerek karar verilmesi gerektiğine işaret edilerek Mahkemenin direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir.

E. Mahkemece Bozmaya Uyularak Verilen Karar
Mahkemenin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla davalı şirketin 7194 sayılı Kanun’un 41 inci maddesi kapsamına girmediği, davacının zararından haksız fiil hükümleri gereğince davacının sorumlu olduğu, bozmadan sonra yapılan ıslahın dikkate alınamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

IV. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekilleri tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri
1.Davacılar vekili temyiz dilekçesinde özetle ; faiz türü ve faiz başlangıç tarihi yönünden kararın hatalı olduğunu, ıslah ile arttırılan miktar için de davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğini belirterek kararın bozulmasını istemiştir.

2.Davalı vekili temyiz dilekçesinde özetle; anonim şirket ortaklarının sermaye olarak şirkete verdiklerini şirketten geri isteyemeyeceğini, hak düşürücü süre ve zamanaşımı sürelerinin dolduğunu, davalı şirketin 7194 sayılı Kanun’un 41 inci maddesi kapsamında olduğunu bu nedenle karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilmesi gerektiğini belirterek kararın bozulmasına karar verilmesini istemiştir.

C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, taraflar arasında geçerli ortaklık ilişkisi kurulmadığından bahisle bu amaçla verilen paranın iadesi istemine ilişkindir.

2. İlgili Hukuk
1. 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (818 sayılı Kanun) 41 inci, 55 inci ve 60 ıncı maddeleri, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 321 inci ve 336 ncı maddeleri.

2. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu, 22.04.2022 tarihli ve 2021/7 E., 2022/2 K. sayılı kararı.

3. 7194 sayılı Kanun’un 41 inci maddesi.

3. Değerlendirme
1.Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı vekilinin davalı şirket hakkında 7194 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerektiğine yönelik temyiz itirazının reddi gerekir.

2. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun, 22.04.2022 tarih, 2021/7 E. ve 2022/2 K. sayılı kararıyla mudilerin off shore alacaklarının tahsiline yönelik açtıkları davalarda zamanaşımının başlangıcının tespitinde off shore hesabına aktarma tarihinin esas alınması gerektiğine karar verilmiştir. İçtihadı birleştirme kararları konularıyla sınırlı, gerekçeleri ile açıklayıcı, aydınlatıcı, yol gösterici, sonuçlarıyla bağlayıcı soyut kararlardır. Bu itibarla off shore alacakların tahsiline ilişkin davalar bakımından verilen işbu içtihadı birleştirme kararının gerekçesi, somut uyuşmazlık bakımından da açıklayıcı ve yol gösterici mahiyette olup zamanaşımı hususunun bu bakış açısı ile değerlendirilmesi elzemdir.

3. Bir hakkın belli bir süre içinde ileri sürülememesi sebebiyle dava yoluyla elde edilebilme imkanının kalmaması veya kanunda öngörülen sürenin geçmesi sonucu bir hakkın kullanılmasının mümkün olmaması zamanaşımı kurumunu ifade etmektedir (Türk Hukuk Kurumu: Türk Hukuk Lügatı, C. I, Ankara 2021, s. 1244). Zamanaşımı, borçluya borcunu ödememe imkanını veren ayrıca alacaklıyı alacağını zamanında istemeye teşvik eden bir kurumdur. Başka bir deyişle zamanaşımı kurumu hukuki güvenlik ilkesinin bir sonucu olarak alacaklıyı alacağını zamanında ileri sürmeye zorlamaktadır. Zira alacaklının alacağını kanunda öngörülen süre içerisinde ileri sürmeyip hareketsiz kalması, alacağın tahsili için ciddi bir iradeye sahip olunmadığı hususunda borçluda bir güven uyandırır.

4. Zamanaşımı bir maddi hukuk kurumu olmadığından borcu sona erdiren değil, var olan bir hakkın talep edilmesini engelleyen bir savunma aracıdır. Bu niteliği itibarıyla da zamanaşımı alacağın varlığını değil, talep edilebilirliğini ortadan kaldırır. Başka bir deyişle kanunun öngördüğü zamanaşımı süresinin dolması, hakkın varlığını sona erdirmemekte fakat dava yoluyla hakkın ileri sürülmesi durumunda borçlunun bir karşı hakka (defi hakkına) dayanarak ileri sürülen hakkı sürekli olarak engellemesi söz konusu olmaktadır. Borçlu, zamanaşımı defini ileri sürerek alacak hakkı zamanaşımına uğradığı için edimi ifa etme zorunda olmadığını ifade etmektedir. Bununla birlikte eğer davalı zamanaşımı defini ileri sürmezse hakim bu durumu resen nazara alamayacak ve şartlar mevcutsa alacağa hükmedebilecektir. Ancak zamanaşımı defini ileri süren tarafın bu hakkını dürüstlük kuralına aykırı olacak şekilde kullanmaması gerekir. Aksi halde hakkın kötüye kullanılması sözkonusu olur. Başka bir deyişle borçlunun zamanaşımı defini ileri sürmesi dürüstlük kuralına aykırı olmadığı sürece hakkın kötüye kullanılması yasağı gündeme gelmez (Akyol, Şener: Dürüstlük Kuralı ve Hakkın Kötüye Kullanılması Yasağı, İstanbul 2006, s. 65).

5. Zamanaşımı süreleri genel olarak yalnızca alacak hakları için öngörülmüş olup bu hakların zamanaşımı sürelerine tabi tutulmasının çeşitli nedenleri bulunmaktadır. Özellikle uzun yıllar boyunca talep edilmemiş olan alacak hakkının ya elde edilmiş ya da ifa dışındaki bir nedenle sona ermiş olması, uzun yıllar boyu ifanın kanıtı olan belgeleri saklamasının borçludan beklenemeyecek olması, ifa talebiyle karşılaşan borçlunun borcunu ifa etmiş olsa bile ifayı ispat etmesinin neredeyse olanaksız olması ve bu durumda borçlunun hukuken korunmasının gerekmesi, hukuk düzeninin istikrar kazanmış durum ve ilişkilere dokunmak istememesi, hukuki güvenlik ilkesi ve geçmişte kalan olaylardan dolayı uyuşmazlığın sürdürülmesinde kamu yararı bulunmaması bu nedenler arasında yer almaktadır (Erdem, Mehmet: Özel Hukukta Zamanaşımı, İstanbul 2010. s. 16.)

6. 818 sayılı Kanun, 11.01.2011 tarihinde kabul edilen 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı Kanun) 647 nci maddesi ile yürürlükten kaldırılmış, 6098 sayılı Kanun ise 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 5 inci maddesinin birinci fıkrası; “Türk Borçlar Kanununun yürürlüğe girmesinden önce işlemeye başlamış bulunan hak düşürücü süreler ile zamanaşımı süreleri, eski kanım hükümlerine tabi olmaya devam eder. Ancak, bu sürelerin henüz dolmamış kısmı, Türk Borçlar Kanununda öngörülen süreden uzun ise, yürürlüğünden haşlayarak Türk Borçlar Kanununda öngörülen sürenin geçmesiyle, hak düşürücü süre veya zamanaşımı süresi dolmuş olur” hükmünü haizdir. Buna göre 818 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerekmektedir. Haksız fiilden doğan tazminat davasının tabi olduğu zamanaşımı süreleri ve başlangıçları 818 sayılı Kanun’un 60 ıncı maddesinde genel zamanaşımı hükümlerinden ayrı olarak düzenlenmiştir. Zamanaşımı sürelerinin ve başlangıçlarının düzenlendiği 818 sayılı Kanun’un 60 ıncı maddesinin ilk iki fıkrası; “Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazam olan tarafın zarara ve failine ıttıla tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz. Şu kadar ki zarar ve ziyan davası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsi davaya da o müruru zaman tatbik olunur.” şeklinde düzenleme içermektedir.

7. Görüldüğü üzere 818 sayılı Kanun’un 60 ıncı maddesinde haksız fiillerle ilgili olarak üç farklı zamanaşımı süresi öngörülmüştür. Bunlardan ilki zarar görenin zararı ve faili (sorumlu kişiyi) öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlayan bir yıllık zamanaşımı süresidir. Bir yıllık sürenin işlemeye başlaması açısından “öğrenme” ölçütü esas alınmış, bu ölçüt hem  zarar hem de fail açısından aranmıştır. Bu nedenle bir yıllık zamanaşımı süresi bu iki  husustan hangisi daha sonra öğrenilmişse o hususun öğrenilme tarihinden itibaren işlemeye başlar. Başka bir deyişle bu iki hususun birlikte gerçekleşmesi gerekmekte olup sadece birinin öğrenilmesi zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması için yeterli olmamaktadır. Bir yıllık zamanaşımı süresinin başlangıcı öğrenme gibi subjektif bir ölçüte bağlı olduğundan, bu süre öğreti ve uygulamada “nispi zamanaşımı süresi” olarak adlandırılmaktadır. Öte yandan bir yıllık sürenin başlaması bakımından zararın öğrenilmiş sayılması için zararın varlığını, niteliğini ve temel unsurlarını belirleyecek bilgilerin dava açacak derecede öğrenilmiş olması yeterlidir.

8. 818 sayılı Kanun’un 60 ncı maddesi ile öngörülen zamanaşımı sürelerinden ikincisi ise bir yıllık nispi zamanaşımı süresini, herhalde zarar verici fiilin gerçekleştiği (vuku bulduğu) tarihten itibaren on yıl ile sınırlandıran on yıllık zamanaşımı süresidir. On yıllık zamanaşımı süresinin başlangıcı objektif nitelikte olan zarar verici fiilin gerçekleştiği tarihtir. Bununla birlikte eğer zarar verici fiil süregelen bir nitelik taşıyorsa on yıllık zamanaşımı süresinin de fiilin tamamlandığı tarihten itibaren işlemeye başlaması gerekir. On yıllık zamanaşımı sürenin başlangıcı haksız fiilin gerçekleştiği (veya tamamlandığı) tarih gibi objektif bir ölçüte bağlı olduğundan, bu süre öğreti ve uygulamada “mutlak zamanaşımı süresi” olarak adlandırılmaktadır. On yıl içinde zarar ve sorumlu kişi öğrenilemediği için bir yıllık zamanaşımı süresi işlemeye başlamamış olsa dahi haksız fiilin gerçekleştiği tarihten itibaren on yıl geçmişse tazminat davası açma hakkı zamanaşımına uğrar. Buna karşılık on yıllık süre içinde zararın ve failin öğrenilmesinden itibaren bir yıllık süre dolmuşsa artık azami nitelikteki on yıllık mutlak zamanaşımı süresinin bir önemi kalmaz, bir yıllık süre dolduğunda zamanaşımı gerçekleşmiş olur. (Havutçu, Ayşe: Haksız Fiil Sorumluluğunda Zamanaşımı Sürelerinin Başlangıcı, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2012, C.12, s. 58.)

9. Görüldüğü üzere bir yıllık zamanaşımı süresi ile on yıllık zamanaşımı süresi arasındaki en önemli fark sürelerin başlama anlarıdır. Bir yıllık zamanaşımı süresi zararın ve failin öğrenildiği tarihten itibaren işlemeye başlarken on yıllık zamanaşımı süresi zararın ve  failin öğrenilip öğrenilmediğine bakılmaksızın haksız fiilin gerçekleştiği tarihten itibaren işlemeye başlamaktadır. Zararın sonradan meydana gelmesi de sürenin işlemeye başladığı anı değiştirmemektedir.

10. 818 sayılı Kanun’un 60 ncı maddesi ile öngörülen zamanaşımı sürelerinden bir diğeri ise ceza davası zamanaşımı süresidir. Buna göre cezayı gerektiren haksız fiiller bakımından ceza kanunlarında daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörülmüşse tazminat talepleri için de bu zamanaşımının uygulanması gerekmektedir. Ancak haksız fiillere ceza kanunlarındaki zamanaşımının uygulanabilmesi için haksız fiilin cezalandırılabilir olması ve bu fiil için ceza kanunlarında öngörülen zamanaşımının haksız fiillere uygulanan nispi veya mutlak zamanaşımından uzun olması gerekmektedir. Buradaki ceza kanunlarındaki zamanaşımı ifadesinden anlaşılması gereken ise ceza kanunlarındaki dava zamanaşımıdır. Zira 818 sayılı Kanun’un 60 ıncı maddesinin ikinci fıkrasının düzenlenme amacı, ceza yargılaması yapılabildiği sürece aynı fiilden kaynaklanan zararların tazmininin istenebilmesidir. Bir fiilin ceza yargılamasına konu olup olmamasında belirleyici olan süre ise dava zamanaşımı süresidir.

11. Haksız fiil olarak nitelendirilen davranışlar içerdikleri hukuka aykırılık ve kusur unsurlarına bağlı olarak ceza kanunlarına göre de suç teşkil edebilirler. Dolayısıyla aynı davranış hem ceza yargılamasının hem de tazminat davasının konusunu oluşturabilir. 818 sayılı Kanun’un 60 ıncı maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenleme ile fail, hukuka aykırı bir fiilinden dolayı ceza kanunlarına göre cezalandırılabildiği sürece bu fiil nedeniyle uğranılan zararın telafisi de failden istenebilir. Gerçekten de fail için daha ağır sonuçlar doğuran ceza yargılamasına izin verilirken aynı fiil nedeniyle faile karşı tazminat davası açılamaması yerinde olmayacaktır.

12. Ceza davası zamanaşımının uygulanabilmesi için tazminat sorumluluğuna neden olan fiilin ceza kanunlarına göre suç oluşturması ve cezayı gerektirmesi yeterli olup ayrıca haksız fiilin faili hakkında ceza davası açılmış olması veya mahkumiyet kararı verilmiş olması, hatta soruşturma yapılması gerekli değildir. Bu nedenle tazminat davasına bakan hakim zamanaşımı defi ile karşılaştığında, davanın esasına girmeden önce fiilin cezayı gerektirir bir fiil olup olmadığını ceza hukuku ilkelerine göre kendisi değerlendirecek, fiilin suç niteliğinde olduğu kanaatine ulaşırsa ceza zamanaşımını dikkate alacaktır (Tekinay, S. Sulhi/Akman, Sermet/Burcuoğlu, Haluk/Altop, Atilla: Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993, s. 723.)

13. Hemen belirtilmelidir ki ceza davası zamanaşımı süresinin başlangıcı 818 sayılı Kanun hükümlerine göre değil, ceza kanunu hükümlerine göre belirlenir. Buna göre ceza davası zamanaşımının uygulandığı durumlarda zamanaşımı süresi, zararın ve failin öğrenildiği  tarihten itibaren değil, suç teşkil eden fiilin işlendiği (veya fiilin tamamlandığı) tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır. Ceza kanunu hükümleri, sadece ceza davasının zamanaşımının süresi ve başlangıç noktası bakımından uygulanacak olup zamanaşımın durması ve kesilmesine ilişkin nedenler ve sonuçları hakkında 818 sayılı Kanun hükümleri uygulanacaktır (Antalya, O. Gökhan: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C. II, İstanbul 2017, s. 515).

14. Ceza davası zamanaşımı süresinin amacı gözetildiğinde, daha uzun olmak şartıyla bu sürenin hem bir yıllık nispi zamanaşımı süresi hem de on yıllık mutlak zamanaşımı süresi açısından uygulanması gerekir. On yıldan fazla ceza davası zamanaşımı süresinin söz konusu olduğu bir durumda artık nispi ve mutlak zamanaşımı süresi dikkate alınmayacaktır. Bu durumda ceza davası zamanaşımı süresi hem bir yıllık nispi zamanaşımı süresinin hem de on yıllık mutlak zamanaşımı süresinin yerini alacak, tazminat davası en geç bu sürenin sonuna kadar açılabilecektir. Öte yandan ceza davası zamanaşımı süresi bir yıllık nispi zamanaşımı süresinden uzun ancak on yıllık mutlak zamanaşımı süresinden kısa ise bu durumda sadece nispi zamanaşımı süresinin yerine uygulanma imkanına sahip olacaktır. (Tekinay/Akman Burcuoğlu/Altop, s. 725.). Zarar gören, zarar ve faili ne zaman öğrenmiş olursa olsun on yıllık mutlak zamanaşımı süresinin geçmemiş olması şartıyla ceza davası zamanaşımı süresi içinde tazminat davası açabilecektir. Bununla birlikte ceza davası zamanaşımı süresi dolmuş olsa dahi zarar gören on yıllık mutlak zamanaşımı süresi içerisinde zarar ve faili öğrendiği tarihten itibaren işlemeye başlayan bir yıllık nispi zamanaşımı süresi içinde tazminat davası açabilecektir.

15. Dairemizden geçen emsal dosyalardan anlaşılacağı üzere davalı şirket hakkında düzenlenen Sermaye Piyası Kurulu (SPK) raporlarında, hisse senetlerinin izinsiz halka arz edildiği, sermaye artırım kararı verilmesine ilişkin genel kurul toplantısından önce halka arz işlemine başlandığı, Yimpaş Grubu şirketleri tarafından yasal kayıtlara aktarılması zorunlu hususların yerine getirilmediği, muhasebe kayıtlarında gerçeğe aykırı kayıtlar bulunduğu, kâr ve zarar kalemlerinin gerçeği yansıtmaktan uzak olduğu, hisse devir sözleşmelerinde bazı kişilerin ortaklık pay defterinde gözükmediği, kanun dışı yollardan para toplandığı belirtilmiş, bu kapsamda içinde davalı şirket yöneticisinin de bulunduğu sanıklar hakkında Yozgat 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2006/253 E. sayılı davasında ihraç edilecek hisse senetlerinin SPK’ya kaydettirilmesi aşaması tamamlanmadan halka arz işlemine başlandığı, pay bedellerinin usulsüz tahsil edildiği belirlenerek mahkumiyet kararı verilmiş, Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 13.06.2007 tarihli ilamı ile onanmış, Yozgat 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2006/121 E. sayılı dosyasında SPK’dan izin alınmadan hisse senetleriyle ilgili aracılık faaliyetinde bulunulduğu iddiasıyla dava açılmış, sanıklar hakkında verilen mahkumiyet kararları Yargıtay 7. Ceza Dairesinin ilamı ile zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmıştır. Ayrıca usulüne uygun olarak defterlerin tutulmaması nedeniyle davalı şirket yöneticisi hakkında mahkumiyet kararı verildiği anlaşılmıştır. Yozgat 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 2009/188 E., 2011/475 K. sayılı dosyasında ise davalı şirket yöneticileri hakkında hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan İsviçre Federal Soruşturma Hakimliğince yapılan ihbar üzerine kamu davası açıldığı, mahkemece yapılan yargılama sonucunda davalı şirket yöneticilerinin İsviçre’de bulunan Yimpaş Group A.G.’ye ait paraları davalı şirkete ve Yimpaş Grubu şirketlerine aktardıklarından bahisle hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan netice itibarıyla 5 yıl hapis ve 2.500,00 TL adli para cezası verildiği, kararın temyiz edildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17.01.2012 tarihli tebliğnamesine göre hükmün onanmasının talep edildiği ancak Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 28.03.2012 tarihli ve 2012/721 E. ve 2012/33114 K. sayılı bozma ilamı ile tüm sanıklar hakkındaki davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verildiği ve kararın bu şekilde kesinleştiği anlaşılmıştır.

16. Bu itibarla davalının eyleminin haksız fiil niteliğinde olduğu, süresi içerisinde zamanaşımı definde bulunulduğu, işbu davada zamanaşımı yönünden davacı lehine usuli kazanılmış hak bulunmadığı, cezanın üst sınırına göre ceza zamanaşımı süresinin 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 102 nci maddesinin dördüncü fıkrası ve 104 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca 5 yıl, uzamış zamanaşımı süresinin ise 7,5 yıl olduğu, davacının 1998 yılında davalı tarafa para yatırdığı buna karşın eldeki davanın 2010 yılında 7,5 yıllık zamanaşımı süresinden sonra açıldığı gözetilerek mahkemece zamanaşımı sebebiyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamış, bu nedenle kararın bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

V. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
1.Davalı vekilinin davalı şirket hakkında 7194 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanması gerektiğine yönelik temyiz itirazının REDDİNE,

2. Mahkeme kararının BOZULMASINA,

Bozma sebebine göre davacılar vekilinin tüm, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına,

Peşin alınan temyiz karar harcının istekleri halinde ilgililere iadesine,

Dosyanın mahkemesine gönderilmesine,

05.06.2023 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Zamanaşımı, borcun nisbi bir sona erme sebebi olup, borçlu istemediği takdirde geçen zaman nedeniyle alacaklının alacağını dava yoluyla takip ve tahsil etme imkanının ortadan kalkmasıdır.

Zamanaşımı, hukuki niteliği itibariyle maddi hukuktan kaynaklanan bir def’i (6098 sayılı TBK 161 md.) olup usul hukuku bakımından ise bir savunma aracıdır.

Kural olarak zamanaşımı def’inin süresi içerisinde verilen cevap dilekçesinde ileri sürülmesi gerekir (HMK 129 md).

Süresinde ileri sürülen zamanaşımı def’i nedeniyle, mahkemece ön inceleme duruşması tamamlandıktan sonra ancak tahkikata başlamadan önce hakim zamanaşımı def’ini inceleyerek karar verecektir (HMK 142 md).

Davalının süresinde ileri sürmüş olduğu zamanaşımı def’i hakkında hiçbir karar verilmeden davanın esası hakkında karar verilmesi doğru değildir (Yargıtay 13. H.D. 01.10.2013 gün 8995-23979, Yargıtay 4. H.D. 17.04.2018 gün 9353-3056, Yargıtay 15. H.D. 16.02.2017 gün 5442-626 vs.).

Ancak bu hususun bozma nedeni olabilmesi için, hakkındaki dava esastan red edilen ve zamanaşımı def’ini cevap dilekçesinde yasal sürede ileri süren davalının bu yönde temyize gelmesi gerekmektedir.

HMK 361/2 maddesinde de ifade edildiği üzere, davada haklı çıkmış olan tarafında (aleyhindeki dava esastan red edilen) hukuki yarar bulunmak şartıyla (zamanaşımı def’i) şartıyla temyiz yoluna başvurması mümkündür.

Davalının, davanın esastan reddine ilişkin kararı, hukuki yararına rağmen zamanaşımı yönünden temyiz etmemiş olması durumunda, artık bu yönden davacı yararına usulü müktesep hak doğmuş olur ki, davacının temyizi üzerine, Yargıtayca bu aşamadan sonra kararın zamanaşımı yönünden bozulması mümkün değildir. Oluşan usuli müktesep hakka rağmen, kararın Yargıtayca zamanaşımı yönünden bozulmasının hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Zira usuli müktesep hakkın, yeni çıkan bir kanun veya Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı dışında başkaca bir istisnası bulunmamaktadır.

Diğer taraftan, zamanaşımı def’ine rağmen davanın esastan reddi kararının davalı tarafından temyiz edilmemesi, sadece davacı tarafından temyize getirilmesi ve kararı davacı temyizine göre bozulması durumunda 09.05.1960 gün 21/9 sayılı İ.B.K vurgulandığı üzere, mahkemece bozma kararına uyulmasıyla davacı yararına usulü müktesep hak doğmuştur. Usule ait müktesep hak müessesesi Usul Kanunu’nun dayandığı ana esaslardan olup kamu düzeni ile ilgilidir. Bu durumda davacının temyizine göre kararın bozulması ve mahkemece bozmaya uyulmasından sonra artık mahkemenin geri dönerek zamanaşımı nedeniyle davayı red etmesi mümkün değildir. Bu hal usuli kazanılmış hakkın açık bir ihlalidir.

Somut uyuşmazlıkta, davalının esasa cevap süresi içerisine zamanaşımı def’ini ileri sürmesine rağmen mahkemece dava esastan red edilmiş, karar davacı tarafından temyiz edilmiş, Dairece kararın davacı lehine bozulması üzerine yerel mahkemece bozma ilamına uyularak yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalı esastan red kararını, zamanaşımı def’i nedeniyle temyiz etmediğinden davacı lehine usuli kazanılmış hak doğmuştur. Bu aşamadan sonra artık bozma üzerine zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmesi mümkün değildir.

Diğer taraftan davacı temyizi üzerine yerel mahkeme kararı bozulduğundan, bozmaya uyan mahkemece bozma gerekleri yerine getirileceğinden, bu halde de davacı yararına usuli müktesep hak oluşacağından zamanaşımı nedeniyle davanın reddi bu nedenle de mümkün değildir.

Açıklanan nedenlerle, davalının zamanaşımına yönelik tüm temyiz itirazlarının reddi ile diğer temyiz itirazlarının incelenmesi gerekirken yazılı şekilde davacının usuli müktesep haklarını ihlal eden gerekçe ile kararın bozulmasına ilişkin sayın çoğunluk görüşüne karşıyım.