YARGITAY KARARI
DAİRE : 11. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2021/4616
KARAR NO : 2022/6078
KARAR TARİHİ : 20.09.2022
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ SIFATIYLA)
TÜRK MİLLETİ ADINA
Taraflar arasında görülen davada Adilcevaz Asliye Hukuk Mahkemesi’nce bozmaya uyularak verilen 12.01.2021 tarih ve 2019/114 E. – 2021/3 K. sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçeler, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, davalının davacı aleyhine kambiyo senetlerine özgü yolla takip yaptığını, çek bedelinin büyük kısmının davalının çalışanı …’a ödendiğini, ödeme sırasında yedinde bulunmama nedeniyle çekin davacıya iade edilmediğini, çekin daha sonra da iade edilmeyip takibe konu edildiğini ileri sürerek, davacının davalıya borçlu olmadığının tespitini ve kötü niyet tazminatının davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, iddia edilen ödemenin davalıya yapılmadığını, davalının pazarlama çalışanı olan …’ın davacının iddia ettiği tahsilat tarihinden önce davalı işyerinden ayrıldığını, bu çalışanın dava konusu işlem için tahsilat yetkisinin olmadığını savunarak, davanın reddini ve davacı aleyhine tazminata hükmedilmesini istemiştir.
Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda, davacının davalı şirketi temsile yetkili olmayan 3. kişiye yaptığı ödemenin geçerli bir ödeme olarak kabul edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, keşidecisi davacı, lehtarı davalı olan ve davalı tarafından kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takibe konu edilen çek nedeniyle borçlu olunmadığının tespiti istemine ilişkindir.
Davacı, çek bedelini davalı şirket nezdinde müdür olarak görev yapan …’a 26.08.2014 tarihinde ödediğini ileri sürerek, adı geçen kişinin imzasını havi belgeyi dosyaya ibraz etmiş, davalı vekili ise, …’ın müvekkili olan iş ilişkisinin davacı yanca tahsilatın yapıldığı belirtilen tarihten önce 25.04.2014 tarihinde son bulduğunu, bunun yanında müvekkili şirket bünyesindeki görevinin de satış ve pazarlama ile sınırlı olup, tahsilat yapma yetkisinin bulunmadığını savunmuştur.
Davalı vekili, müvekkili ile … arasındaki iş ilişkisinin 25.04.2014 tarihinde sona erdiğini savunmuş ise de, davalı şirket yetkilisi Ertan Acar tarafından davalı şirketin bayilerine gönderilen 27.10.2014 tarihli e-maille, …’ın 27.10.2014 tarihi itibariyle (söz konusu e-mailde “bu gün itibariyle” ifadesi kullanılmıştır) şirketten ayrıldığı bildirilmiştir. Keza davalı yanca, …’ın davalı şirketteki görevinin satış ve pazarlama ile sınırlı olup, davalı şirket adına tahsilat yapma yetkisi bulunmadığı savunulmuş ise de, davacı yanca dosyaya ibraz edilen ve davalı şirketin antetini ve …’ın imzasını içeren 07.08.2014 tarihli tahsilat makbuzu içeriğinden …’ın davalı şirket adına Roza Mobilya isimli müşterinin çekini tahsil ettiği, yine davacı yanca dosyaya ibraz edilen “Cari Hesap Ekstresi” başlıklı belgeden ise, …’ın davalı şirket adına Roza Mobilya isimli müşteriyle hesap mutabakatı yaptığı ve belgenin … tarafından 21.10.2014 tarihinde imzalandığı görülebilmektedir. Zikredilen belgeler, …’ın görevinin satış ve pazarlama ile sınırlı olmadığını gösterdiği gibi, taraflar arasındaki iş ilişkisinin belirtilen tarihler itibariyle de devam ettiğini göstermektedir.
Saptanan bu durum karşısında, davalı şirketi temsil ettiği anlaşılan …’ın hukuki durumunun tespit edilmesi ve adı geçene yapılan ödemenin davalı şirkete yapılmış bir ödeme gibi değerlendirilip değerlendirilemeyeceğinin tartışılması gerekmektedir. 6102 sayılı TTK’nın 371/7. maddesinde anonim şirket yönetim kurulunun şirkete hizmet akdiyle bağlı kişileri sınırlı yetkiyle ticari vekil veya diğer tacir yardımcıları olarak atayabileceğinden söz edilmiştir. Keza 6098 sayılı TBK’nın 547/1. maddesinde de, bağlı tacir yardımcılarından olan ticari temsilci, “… işletme sahibinin, ticari işletmeyi yönetmek ve işletmeye ilişkin işlemlerde ticaret unvanı altında, ticari temsil yetkisi ile kendisini temsil etmek üzere, açıkça ya da örtülü olarak yetki verdiği kişidir.” şeklinde tanımlanmış, (818 sayılı BK m. 449) aynı Yasa hükmünün 2. fıkrasında ise, işletme sahibinin ticari temsilcilik yetkisi verildiği hususunu ticaret siciline tescil ettirmek zorunda olduğu, ancak ticari işletme sahibinin ticari temsilcinin fiillerinden sorumluluğunun tescilin yapılmış olmasına bağlı olmadığı belirtilmiştir. Aynı Kanun’un “Temsil Yetkisinin Kapsamı” başlığını taşıyan 548. maddesinde ise, ticari temsilcinin, iyi niyetli üçüncü kişilere karşı işletme sahibi adına kambiyo taahhüdünde bulunmaya ve onun adına işletmenin amacına giren her türlü işlemi yapmaya yetkili olduğu ancak açıkça yetkili kılınmadıkça taşınmazları devredemeyeceği ve aynı bir hakla sınırlandıramayacağı düzenlenmiştir.
Somut olayda, ticaret sicili kayıtlarına göre …’ın davalı şirket tarafından açıkça ticari temsilci olarak görevlendirildiği söylenemese de TBK’nın 547. maddesine göre, ticari temsilcinin zımmi irade beyanıyla atanması mümkün olduğu gibi, bu hususun ticaret siciline tescil edilmemiş olması da ticari işletme sahibini sorumluluktan kurtaramaz. Doktrinde, görevlendirmenin açıkça yapılmaması sebebiyle atanan kişinin hukuki durumunun tespit edilemediği bu gibi hallerde atanan kişinin ticari temsilci olup olmadığının somut olayın özellikleri, yetkilerin kapsamı ve kişinin ticari işletme içindeki durumu gözetilerek saptanması gerektiği belirtilmektedir (Poroy, Reha / Yasaman, Hamdi, Ticari İşletme Hukuku, 16. Bası, İstanbul 2017, s.238). Dava dışı …’ın işlem tarihi itibariyle davalı şirkette “müdür” sıfatıyla görev yapmakta olup, davalı şirket adına, müşterilerle hesap mutabakatı imzalama ve tahsilat yapma gibi yetkiler kullandığı, dava dışı 3. kişiler tarafından davalı şirketi her türlü işleminde temsil etme yetkisine sahip bir kişi olarak bilinip tanındığı dikkate alınarak davalı şirketin yetkili ticaret temsilcisi olduğu ve kendisine yapılan ödemenin geçerli bir ödeme olduğunun kabulü ile sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken bozmaya yanlış anlam verilerek yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme hükmünün davacı yararına BOZULMASINA, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davacıya iadesine, 20/09/2022 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Dava menfi tespit istemine ilişkin olup davacı yanca davadışı …’ın davalı şirketin tahsile yetkili çalışanı olduğu ileri sürülerek adı geçene yapılmış ödeme nedeniyle davalı yana borçlu olmadığının tespiti istenilmiş, davalı yan ise …’ın tahsile yetkili olmadığı gibi tahsilat tarihinden önce işyerinden ayrıldığını ileri sürerek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece verilen 28.6.2016 tarih ve 25-99 sayılı karar ile …’ın davalı şirketin para tahsiline yetkili elemanı olduğu, tahsilat tarihinde ise davalı şirkete ait işyerinde çalıştığı kanaatine varılarak davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı yan vekilinin işbu kararı temyiz etmesi üzerine Dairemizin 4.4.2018 gün ve 2016/16792 – 2018/1788 sayılı kararı ile “…Davalı şirketi temsile yetkili kişiye yapılmayan ödemenin geçerli bir ödeme olmadığı dikkate alınarak bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme neticesinde yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.” gerekçesine yer verilmek suretiyle yerel mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Dairemizin bozma kararı, dava dosyası içerisindeki bilgiler uyarınca davadışı …’ın davalı şirketi temsile yetkili kişi olmadığına, mahkemenin aksi yöndeki kabulünün hatalı değerlendirmeye dayalı olduğuna yönelik bir gerekçe içermekte olup bozma kararı farklı bir anlam yüklenemeyecek derecede açıktır.
Dairemizin 4.4.2018 tarihli bozma ilamına mahkemece uyulmuş, bu suretle davalı lehine ilamda belirtilen çerçevede usuli müktesep hak doğmuştur. Maddi bir hatadan kaynaklanmadığı sürece oluşan söz konusu müktesep hak, tarafları olduğu kadar mahkemeyi ve Yargıtay’ı da bağlar niteliktedir. Önceki bozma ilamının çerçevesi dışına çıkılması ve müktesep hakkın ihlali sonucunu doğuracak şekilde karar verilemeyeceği görüşünde olduğumuzdan Dairemiz çoğunluğunun bozma kararına katılmaya olanak görmüyoruz.