YARGITAY KARARI
DAİRE : 11. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2021/4373
KARAR NO : 2022/6203
KARAR TARİHİ : 22.09.2022
MAHKEMESİ :TİCARET MAHKEMESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA
Taraflar arasında görülen davada İstanbul 12. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce bozmaya uyularak verilen 30.05.2018 tarih ve 2015/677 E. – 2018/514 K. sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçeler, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında hizmet sözleşmesi düzenlendiğini, bu kapsamda davalının müvekkili şirketin yanında çalışmaya başladığını, ancak davalının müvekkili nezdinde yapmış olduğu çalışmayı tek taraflı feshi ile sonlandırdığını ve aynı konuda faaliyet gösteren bir başka işyerinde çalışmaya başladığını, bu durumun taraflar arasında yapılan iş sözleşmesine aykırılık teşkil ettiğini, sözleşmenin ilgili maddesi gereğince davalının altı brüt maaş tutarında cezai şart ödemesinin gerektiğini ileri sürerek, toplam 13.184.-TL cezai şartın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda, davacı firma ile aynı konuda çalışan başka bir firmada görev yaptığı belirlenmiş olsa da denetim asistanı olarak iş yapış şekilleri göz önüne alındığında davalının davacı firmanın sırlarını ifşa edecek bir bilgiyi davalı lehine kullanamayacağı ve dolayısıyla davacı iş yerinden kendi isteği ile ayrılmış olmasının önemli bir zarara neden vermediği, ayrıca geçerli bir rekabet yasağı sözleşmesinden de bahsetmek için tüm koşulların yani 6098 sayılı Yasa’nın 444 ve 447. maddelerindeki tüm şartların birlikte olması gerektiği, iş verenin bu yasağı sürdürmesinde gerçek bir yararının olmadığı dolayısıyla davalıdan bu şekilde rekabet yasağına dayalı cezai şart talebinin de makul görülmediği nedenle davacının da davalı tarafından bilgi ve belgelerinin ifşa edildiğine dair ve kendisinin bu konumda olduğunu gösterir bir dayanak ve belgede sunulmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin bütün temyiz itirazları yerinde değildir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 21,40 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 22/09/2022 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Dava, rekabet yasağına aykırılık nedeniyle cezai şart tahsili istemine ilişkindir. Konuya ilişkin yasal düzenleme 6098 sayılı TBK’nın 444 vd. maddelerinde yer almaktadır. Söz konusu yasal düzenlemelerle mer’i hukuk düzeni içerisinde yerine bulan ve kısaca rekabet yasağı olarak adlandırılan bu sözleşmelerin, sözleşme serbestisi kapsamında ve fakat kanunun sınırlayıcı hükümleri dahilinde düzenlendikleri sürece sonuç doğurucu nitelikte oldukları kuşkusuzdur. Bu bağlamda, söz konusu hükümlerin Anayasamızın çalışma hürriyetine ilişkin hükümleri ile bağdaşmadığı şeklinde bir kanaatin olması halinde, bu hususun, Anayasa Mahkemesinde yöntemince ileri sürülmesi gerektiği, bu yönde bir başvuru yapılıp yüksek mahkemece sonuca bağlanması söz konusu olmadığı sürece, mezkur yasa hükümlerine uygun sözleşmelerin yerel mahkemelerce yahut Yargıtayca ayrıca bir anayasa süzgecinden geçirilmesi suretiyle geçerli olup olmadıklarının tartışılmasının doğru olmadığı kanısındayım.
Öte yandan, 6098 sayılı Kanun’un 444/2. maddesinde işverenin gerçek bir zarara uğramasından değil işçinin edindiği bilgilerin işvereni aleyhine kullanılması halinde bir zarara uğrama tehlikesinden, bu yöndeki bir potansiyel durumdan söz edildiği kuşkusuzdur. Somut dava bakımından, davalının, davacıya ait işyerinde çalıştığı sıradaki konumu, taraflar arasındaki hizmet sözleşmesi içeriği ve işçinin listelenmiş sorumlulukları gözetildiğinde, gerek işvereniyle ve gerekse de işverenin portföyündeki müşterilerle ilgili geniş ölçekli bilgilere hakim olabilecek bir pozisyonda olduğu, bu bilgilerin dışarıda kullanılması halinde davacı işverenin önemli ölçüde zararına yol açabilecek nitelikte oldukları açıktır. Nitekim, mahkemece benimsenen ve tüm ifade bozuklukları da korunarak gerekçeye aynen yansıtılan bilirkişi raporunda davalının davacı şirketteki konumu belirtilen şekilde saptanmış olmasına rağmen davalının edindiği bu bilgileri kullanamayacağı gibi varsayımsal bir değerlendirmeye yer verilmiş olduğu, üstelik yasa maddesinde öngörülenin dışında davalının işten ayrılmasının davacı için önemli bir zarara yol açmayacağı gibi konuyla hiç ilgisi bulunmayan, hukuksal bakımdan da kabul edilemez bir takım sonuçlara dayalı olarak hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır. Keza, mahkemece, davalının taraflarca kararlaştırılan cezai şart tutarını ekonomik sıkıntıya düşmeden ödemesinin mümkün olmadığı yolunda edinilen kanaate davanın tümüyle reddinin gerekçeleri arasında yer verildiği gözlenmektedir. Ancak, 6098 sayılı Kanun’un 446/2. maddesi, rekabet yasağına aykırılık halinde bir ceza koşulunun kabul edilebileceğini öngörmekte olup yasağı ihlal eden işçinin, kural olarak, işverenin somut zararını tümüyle karşılaması gerektiğinin anılan madde düzenlemesinin bir gereği olduğu izahtan varestedir. Kanunun 445/2. maddesi hükmü ise, aşırı görülen rekabet yasağının ancak süre ve kapsam yönünden hakim tarafından hakkaniyete uygun şekilde “sınırlandırılabileceğini” öngörmekte olup süre ve kapsam bakımından bir değerlendirme yapılmaksızın, bu unsurların dışında kalan kararlaştırılan cezai şart tutarı nazara alınmak suretiyle hüküm kurulması da doğru olmamıştır. Kuşkusuz, sözleşmede öngörülen cezai şart tutarının, hakim tarafından fahiş bulunması halinde ve diğer koşulların varlığı durumunda TBK’nın 182. maddesi çerçevesinde indirime tabi tutulabilmesi mümkün ve muhtemel ise de, yerel mahkemenin gerekçesinde bu yönde bir değerlendirmeye de yer verilmediği açıktır.
Tüm bu nedenlerle, yerel mahkeme kararının davacı lehine bozulması gerektiği görüşü ile Daire çoğunluğunun aksi yöndeki kararına katılamıyorum.