Yargıtay Kararı 11. Hukuk Dairesi 2021/3274 E. 2022/6200 K. 22.09.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 11. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2021/3274
KARAR NO : 2022/6200
KARAR TARİHİ : 22.09.2022

MAHKEMESİ : ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 21. HUKUK DAİRESİ

TÜRK MİLLETİ ADINA

Taraflar arasında görülen davada Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesi’nce bozmaya uyularak davanın reddine dair verilen 23.11.2020 tarih ve 2020/919 E. – 2020/1206 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçeler, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, davacı şirket ile davalı Netus Akaryakıt İnşaat Nakliye Gıda San. ve Tic. A.Ş. arasında 01.09.2015 tarihinde Akaryakıt Alım Sözleşmesini imzaladığını, davalı şirketin piyasa şartlarından daha iyi şekilde iskonto sağlanmasından ötürü sözleşmede belirtilen çeklerin davalı şirkete teslim edildiğini, davalı firmanın ilk zamanlar akarkayıt teminini yerine getirdiğini ancak daha sonra ekonomik sıkıntılar nedeniyle yükümlülüğünü yerine getirmediği gibi kendisine verilen çekleri de iade etmediğini, dava konusu çeki de kullanmış olduğu krediye teminat olarak verdiğini ileri sürerek Denizbank Ostim Şubesine ait 8196720 no’lu 101.380,00 TL bedelli çek yönünden davacının borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı ING Bank A.Ş vekili, davaya konu çekin davacı tarafından imzalanarak diğer davalı Netus Akaryakıt İnşaat Nakliye Gıda San. ve Tic. A.Ş.’ne verildiğini ve diğer davalı tarafından teminat olarak ciro yoluyla davaya konu çekin bankaya geçtiğini, Türk Ticaret Kanunu uyarınca kıymetli evraklarda soyutluk ilkesinin geçerli olduğunu ve kıymetli evrakların kendilerinin doğumuna neden olan hukuki işlemden bağımsız olarak geçerliliklerini sürdürdüğünü, buna göre davaya konu çekin doğumuna sebep olan sözleşmenin geçersiz olduğu iddiası ya da sözleşme gereğince edimlerin yerine getirilmemesinden bahisle söz konusu bonoların ödenemeyeceği yönündeki iddianın Ticaret hukuku uyarınca temelsiz olacağını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı şirket usulüne uygun tebligata rağmen davaya cevap vermemiştir.
İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, davacı tarafından dava konusu çeklerden dolayı bankaya sorumlu olmadıklarının tespiti talep edilmişse de, dava konusu çeklerin davalı Netus Akaryakıt İnşaat Nakliye Gıda San ve Tic. A.Ş. tarafından tahsil cirosu ile davalı bankaya ciro edildiği, davacı, davalı Netus Akaryakıt İnşaat Nakliye Gıda San. ve Tic. A.Ş.’nin şirketi ile aralarındaki sözleşmenin yükümlülüklerinin yerine getirilmediğini iddia etmişse de bu hususun ispat edilemediği, ispat edilse dahi üçüncü kişi konumundaki bankanın alacak hakkını etkilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hükme karşı taraf vekillerince istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesince, bozma ilamına uyularak somut olayda davacı yanın iddiasını ispatlayamadığı gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya uygun olduğundan davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermek gerektiği gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf talebinin esastan reddine karar verilmiştir.
Davacı vekili, kararı temyiz etmiştir.
1- 6100 sayılı HMK’nın 373. maddesinin 1. bendi “Yargıtay ilgili dairesinin tamamen veya kısmen bozma kararı, başvurunun bölge adliye mahkemesi tarafından esastan reddi kararına ilişkin ise bölge adliye mahkemesi kararı kaldırılarak dosya, kararı veren ilk derece mahkemesine veya uygun görülecek diğer bir ilk derece mahkemesine, kararın bir örneği de bölge adliye mahkemesine gönderilir.”, 2. bendi “Bölge adliye mahkemesinin düzelterek veya yeniden esas hakkında verdiği karar Yargıtayca tamamen veya kısmen bozulduğu takdirde dosya, kararı veren bölge adliye mahkemesi veya uygun görülen diğer bir bölge adliye mahkemesine gönderilir.” şeklinde düzenlenmiş olup, Dairemizin yerleşik uygulamalarına göre Bölge Adliye Mahkemesinin, İlk Derece Mahkemesi kararını kaldırıp yeniden esas hakkında karar vermesi ve Bölge Adliye Mahkemesi kararının Yargıtay’ca bozulması halinde bozmaya karşı gerek direnme, gerekse bozmaya uyarak yeniden karar verme hak ve yetkisi Bölge Adliye Mahkemesine aittir. Bölge Adliye Mahkemesi’nin hüküm mahkemesi sıfatıyla verdiği yeniden esas hakkındaki karar sonrasında HMK’nın 360. maddesinin atfıyla ilk derece mahkemelerinde uygulanan yargılama usulüne göre yargılama yapıp öncelikle Yargıtay bozma kararına karşı HMK’nın 373/3. maddesi gereğince uyma veya direnme konusunda bir karar verir; bu kararı yine hüküm mahkemesi sıfatıyla vermektedir. Bozmaya uyduğu takdirde artık yargılamaya hüküm mahkemesi sıfatıyla devam etmekte olduğundan bozma kararına uygun olarak yeniden esas hakkında karar vermelidir. Zira Bölge Adliye Mahkemelerinin denetim mahkemesi ve hüküm mahkemesi olarak iki ayrı sıfatı bulunmaktadır.
Somut olayda, İlk Derece Mahkemesinin 18.01.2018 tarihli davanın reddine dair kararına karşı davacı vekili ve davalı banka vekilince istinaf yoluna başvurulması üzerine Bölge Adliye Mahkemesince 18.10.2018 tarihli kararla davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile hükmün ortadan kaldırılmasına, karar verilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmuş ve davanın davalı banka yönünden kabulüne karar verilmiştir. Bu kararın davalı banka vekilince temyizi üzerine Dairemizin 09.07.2020 tarihli kararı ile Bölge Adliye Mahkemesi kararı bozulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince Dairemizin bozma ilamına uyulmuştur. Bu durumda Bölge Adliye Mahkemesince hüküm mahkemesi sıfatıyla bozmaya uyulduğundan artık davanın esası hakkında yeniden hüküm kurulması gerekirken bundan zuhulle bu kez denetim mahkemesi sıfatıyla davalının istinaf taleplerinin HMK’nın 353/1-b1 maddesi uyarınca başvurunun esastan reddine dair karar verilmesi yerinde olmamış, Bölge Adliye Mahkemesi kararının bu yönden re’sen bozulması gerekmiştir.
2- Bozma sebep ve şekline göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle, Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULMASINA, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, HMK’nın 373/2. maddesi uyarınca dava dosyasının Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davacıya iadesine, 22/09/2022 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Dava menfi tespit istemine ilişkindir. Davanın görüldüğü ilk derece mahkemesince davanın reddine karar verilmesini müteakip davacı yanca istinaf başvurusunda bulunulması sonucunda bölge adliye mahkemesince başvurunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak davanın davalı banka yönünden kabulüne, 380.000 TL bedelli çekten ötürü davacının davalı bankaya borçlu olmadığının tespitine dair esastan yeni bir hüküm kurulmuş, söz konusu hükmün davalı temlik alan varlık yönetim şirketi vekilince temyizi üzerine ise Dairemizin 9.7.2020 tarih ve 407-1389 sayılı kararı ile ilk derece mahkemesince davanın reddine dair kurulan hükmün yerinde olduğundan bahisle “davacı vekilinin istinaf başvurusunun reddine karar verilmesi” gerektiği gerekçesiyle bölge adliye mahkemesince esastan verilen kararın bozulmasına hükmedilmiştir.
Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, HMK’nın 373. maddesine uygun şekilde bozma kararına uyan bölge adliye mahkemesince, bozma kararında da açıkça belirtildiği şekilde davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiş olması, uyulan bozma ilamının bir gereğidir. Bozmaya uyulmakla oluşan usuli müktesep hakkın Yargıtayca da gözetilmesi gerektiği kuşkusuz olup Daire çoğunluğunun katılmadığım bozma kararının, kanımca, önceki bozmanın etki ve sonuçlarını kısmen dahi olsa ortadan kaldırmaya yönelik bir karar niteliğine büründüğü ve bundan sonraki süreç bakımından temyiz inceleme merciinin HMK’nın 353/6. maddesi uyarınca Yargıtay Hukuk Genel Kurulu olacağı da belirgindir.
Öte yandan çoğunluğun bozma gerekçesinde bölge adliye mahkemelerinin denetim ve hüküm mahkemesi özelliklerine değinilerek ortaya konulan yapay bir ayrım üzerinden birtakım sonuçlara varıldığı gözlenmektedir ki, bu yöndeki değerlendirmelerin yasal bir dayanağı bulunmadığı gibi anayasal nitelikteki usul ekonomisi ilkelerine de ters düşen, bölge adliye mahkemelerini bu nev’i kararlar bakımından esastan yeni bir karar vermeye zorlayan ve bu suretle de ilgilileri daha fazla yargılama giderine katlanmak sonucu ile baş başa bırakan bir yanının da bulunduğu gözden kaçırılmamalıdır.
Tüm bu nedenlerle, bozmaya uyularak verilen usul ve yasaya uygun bölge adliye mahkemesi kararının onanması gerektiği düşüncesindeyim.