Yargıtay Kararı 11. Hukuk Dairesi 2020/7451 E. 2022/8890 K. 12.12.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 11. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2020/7451
KARAR NO : 2022/8890
KARAR TARİHİ : 12.12.2022

MAHKEMESİ :TÜKETİCİ MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen davada İstanbul 4. Tüketici Mahkemesi’nce verilen 12.03.2020 tarih ve 2019/80 E. – 2020/162 K. sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili ile fer’i müdahil … vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçelerinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçeler, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin Yurtbank A.Ş. Şubesi’ne banka personelinin telkin ve yönlendirmesi ile para yatırdığını, paranın usulsüz olarak off-shore hesabına aktarıldığını, talep edilmesine rağmen paranın geri ödenmediğini ileri sürerek, davacının yatırdığı paranın davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı ING Bank A.Ş. ve fer’i müdahiller vekilleri, husumet, zamanaşımı, hak düşürücü süre ve esasa ilişkin savunmalarda bulunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece davanın kabulü ile, 5.900,67 TL’nin 17/12/1999 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili ve fer’i müdahil … vekili temyiz etmiştir.
1) Dava, davalı ING Bank A.Ş.’nin külli halefi olduğu Yurtbank A.Ş’de bulunan davacı mevduatının, davacının iradesi fesada uğratılarak Off-Shore hesabına gönderildiği iddiasına dayalı alacak istemine ilişkindir.
Dairemizin 29.01.2020 tarihli ve 2020/108 sayılı yazısı ile; Dairemizin görev alanı itibariyle bakmakta olduğu çeşitli Türk bankalarındaki mevduat hesaplarının, sahiplerinin rızası veya bilgisi dışında veyahut da banka yönetici ve çalışanlarının (örgütlü dolandırıcılık teşkil ettiği ceza mahkemesi kararları ile saptanan) teşvik ve çabaları sonucunda yurt dışında faaliyet gösteren off shore bankalarındaki hesaplara aktarıldığı iddiası ile Türk bankaları (ve yöneticileri) aleyhine açılan alacak davalarında ilk olarak off shore bankalarına karşı dava açılmasının gerekli olduğu, oradan sonuç alınamaması hâlinde aktarma işlemini yapan Türk bankalarına dava açılabileceğine karar verildiği, daha sonraki süreçte ise davaya konu off shore bankalarının mevduat hesabı açan ve aktarma işlemini yapan Türk bankalarının hâkim ortakları tarafından kurulan ve mal varlığı bulunmayan paravan şirketler olduğunun saptandığı, bunun üzerine Dairemizce ortak mevduat hesaplarının açıldığı (ve aktarma işleminin yapıldığı) Türk bankaları (ve yöneticileri) aleyhine anılan iddialar ile ilgili dava açılabileceği ve aktarma işlemini yapan Türk bankalarının (ve yöneticilerinin) 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (818 sayılı BK) 41 ve 55, maddeleri ile 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (6762 sayılı TTK) 321 ve 336. maddeleri gereğince sorumlu oldukları sonucuna varıldığı, bu davalarda zamanaşımıyla ilgili olarak ise zararın doğumunun esas alındığı, bu kapsamda bazı kararlarda off shore bankaları aleyhine yasal işlem yapılmasından sonra zararın doğacağının, bazı kararlarda hesabı açan ve aktarma işlemini yapan Türk bankalarının yönetici ve çalışanlarının bankayı vasıta kılarak dolandırdıklarının anlaşılması nedeniyle paranın off shore bankalarından tahsil edilemediği anda zararın doğacağının ve bazı kararlarda ise paranın off shore bankalarından tahsil edilme olanağının kalmadığının anlaşıldığı anda zararın doğacağının belirtildiği, dolayısıyla zamanaşımı süresinin de bu tarihlerde başlayacak olması nedeniyle zamanaşımı def’inin reddedilmesi gerektiğine karar verildiği, ancak son zamanlarda bu tür davalarda zamanaşımının başlangıcı konusunda değişik görüşlerin ortaya çıktığı ve sayı itibariyle bir görüş üzerinde karar vermeye yeter çoğunluk sağlanamadığı, öte yandan Dairemizin yukarıda belirtilen zamanaşımı başlangıcı ile ilgili değerlendirmesinin değişmesi gerektiği konusunda da çoğunluk görüşünün oluşması sebebiyle Yargıtay Kanunu’nun 15/2-c maddesi gereğince bu tür davalarda zamanaşımı başlangıcının hangi tarih olması gerektiği hususunda içtihadın birleştirilmesi talep edilmiştir. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 22/04/2022 tarihli ve 2021/7 Esas, 2022/2 Karar sayılı kararı ile neticeten mudilerin off shore alacaklarının tahsiline yönelik açtıkları davalarda zamanaşımının başlangıcının tespitinde off shore hesabına aktarma tarihinin esas alınması gerektiğine karar verilmiştir.
Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar vardır.
Dava konusu zararın doğduğu iddia olunan tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nda düzenlenen ve 41. maddesinde ifadesini bulan haksız fiil sorumluluğu, kural olarak zarar verenin kusurlu olmasına bağlıdır. Kusur sorumluluğuna dayanan haksız fiil BK’nın 41. maddesinde “Mesuliyet Şartı” başlığı altında; “Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur. Ahlâka mugayir bir fiil ile başka bir kimsenin zarara uğramasına bilerek sebebiyet veren şahıs, kezalik o zararı tazmine mecburdur.” şeklinde ifade edilmiştir. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 49. maddesinde de benzer bir düzenlemeye gidilerek kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar verenin bu zararı gidermekle yükümlü olduğu belirtilmiştir. Gerek BK’nın 41. maddesi gerekse TBK’nın 49. maddesi, hukuka aykırı kusurlu bir fiille başkasına zarar veren kimsenin bu zararı tazmine mecbur olduğunu belirtmektedir. Böylece haksız fiilden sorumluluk, tazminat borcunun kaynağını oluşturmaktadır. Haksız fiil nedeniyle zarar gören kişinin alacak hakkı kanunda belirtilen süreler içinde talep ve takip edilmediği taktirde zamanaşımına uğrar. Bu durumda zarardan dolayı sorumlu tutulan kişilerin borçları zamanaşımı nedeniyle son bulur. 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60. maddesinde “Müruru zaman” başlığı altında; “Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namiyle nakdi bir meblâğ tediyesine müteallik dâva, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her halde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz. Şu kadar ki zarar ve ziyan dâvası, ceza kanunları mucibince müddeti daha uzun müruru zamana tabi cezayı müstelzim bir fiilden neşet etmiş olursa şahsî dâvaya da o müruru zaman tatbik olunur.Eğer haksız bir fiil, mutazarrır olan taraf aleyhinde bir alacak tevlit etmiş olursa, mutazarrır kendisinin tazminat talebi müruru zaman ile sâkıt olsa bile o alacağı vermekten imtina edebilir” şeklinde düzenlenmiş olan zamanaşımı 6098 sayılı TBK’nın 72. maddesinde düzenlenmiş ve kısa olan bir yıllık zamanaşımı süresi iki yıla çıkarılmıştır. Haksız fiilden doğan gerek maddi gerekse manevi tazminat davaları, zarar gören tarafın zararı ve haksız fiil sorumlusunun kim olduğunu öğrenmesinden itibaren başlar. Her ne kadar kanun “zarar ve failine ıttıla” demişse de “fail” sözcüğünden “sorumlu kişi” anlaşılmalıdır. Zarar görenin zararı öğrenmesi demekte, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açmaya ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hâl ve şartları öğrenmiş olması demektir. Tazminat hesabına yarayacak bütün ayrıntıların bilinmesi gerekmez (Akman, Sermet/Burcuoğlu, Halûk/Altop, Atillâ/ Tekinay, Selâhattin Sulhi: Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler,7. Bası, İstanbul 1993,s.717-718). Zamanaşımı süresi konusunda ayrık hüküm bulunsa da zamanaşımını durduran, kesen sebepler, zamanaşımı sürelerinin hesabına ilişkin konularda kanunun zamanaşımına ilişkin genel hükümleri uygulanmaktadır (Kılıçoğlu, Ahmet Mithat: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2005, s. 345). Borçlar Kanunu’nun 128. maddesine göre zamanaşımı süresi, alacağın muaccel olduğu tarihten itibaren işlemeye başlar. Ancak bazı alacakların nitelikleri ya da alacaklı ile borçlu arasındaki ilişkinin özel niteliği zamanaşımı süresinin işlemesini haklı göstermeyebilir. Bu mantıktan hareket eden Borçlar Kanunumuz, zamanaşımını durduran ve kesen sebeplere yer vermiştir (Kılıçoğlu, s.651). Zamanaşımının durması demek, o ana kadar işlemiş olan zamanaşımı süresinin işlediği noktada durması, buna yol açan sebebin ortadan kalktığı andan itibaren kaldığı yerden işlemeye devam etmesi demektir. Zamanaşımının kesilmesi (kat’ı) ise, borçlunun veya alacaklının ya da hâkimin belli fiillerinin sonucu olarak işlemiş bulunan zamanaşımı süresinin yanması ve kesilmeye neden olan olaydan itibaren yeni bir zamanaşımı süresinin işlemeye başlamasıdır. Zamanaşımının kesilmesi için, zamanaşımının işlemekte olması gerekir. Zamanaşımı süresi dolmuşsa, zamanaşımının kesilmesi söz konusu olmaz. Zamanaşımını kesen sebepler BK’nın 133. (TBK m. 154) maddesinde gösterilmiştir. Borçlar Kanunu’nun 133. maddesinde “Katı sebepleri” başlığında; “Aşağıdaki hallerde müruru zaman katedilmiş olur: 1 – Borçlu borcu ikrar ettiği, hususiyle faiz veya mahsuben bir miktar para veya rehin yahut kefil verdiği takdirde. 2 – Alacaklı dava veya defi zımnında mahkemeye veya hakeme müracaatla veya icrai takibat yahut iflas masasına müdahale ile hakkını talep eylediği halde” şeklinde düzenleme mevcuttur. İlgili maddeye göre zamanaşımı: borçlunun bir fiili ile, alacaklının bir fiili ile, yargılama ve takibe ilişkin bir işlemle veya yargıcın emir ve hükmüyle kesilebilir. Alacaklının fiilleri ise dava açması, def’î dava zımnında mahkemeye müracaat etmesi, hakeme başvurması, icra takibine başvurması veya iflas masasına başvurması şeklinde gerçekleşmektedir. Alacaklının bir mahkemede alacağıyla ilgili dava açması zamanaşımının kesilmesi için yeterli olup, davanın niteliği önem arzetmemektedir. Ayrıca dava açıldıktan sonra hâkimin duruşma esnasında veya dosyada yaptığı her işlem ve hüküm ile tarafların her işlem ve eylemi sonunda zamanaşımı yeniden kesilir, süre tekrar işlemeye başlar.
Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 60. maddesinde ise haksız fiilden zarar görenin zararının tazmini istemiyle açacağı davaların zamanaşımı süreleri düzenlenmiştir. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) konuya ilişkin 49 ve 72. maddeleri de aynı yönde düzenleme içermektedir. Anılan maddeler ile haksız fiillere uygulanacak üç zamanaşımı süresi belirlenmiştir. Bunlar, zarar görenin zararı ve faili öğrendiği tarihten itibaren başlayacak bir yıllık zamanaşımı; fiilin vukuundan itibaren işleyecek on yıllık zamanaşımı ve fiilin aynı zamanda ceza kanunlarında düzenlenmiş olması hâlinde uygulanacak olan ceza davası zamanaşımı süreleridir. Haksız fiillerin bir kısmı, sadece hukuk açısından değil, ceza yasaları bakımından da sorumluluğu gerektirir; haksız fiilin faili, yani sorumlusu genellikle daha ağır sonuçları olan ceza kovuşturmasına konu olabileceği sürece, zarar görenin haklarını yitirmesinin kabul edilmesi mümkün değildir. Bu bakımdan haksız eylem aynı zamanda ceza kanunları gereğince bir suç teşkil ediyorsa ve ceza kanunları ya da ceza hükümlerini ihtiva eden sair kanunlar bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi tayin etmişse, tazminat davası da ceza davasına ilişkin zamanaşımı süresine tabi olur. Nitekim bu husus 07.12.1955 tarihli ve 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulanmıştır. Buna göre, anılan mevzuat uyarınca ceza davası zamanaşımı süresinin uygulanabilmesi için öncelikle zarar veren eylemin ceza kanunu veya ceza hükmü taşıyan özel kanunlarda suç olarak düzenlenmesi gerekli olup özel kanunlarda haksız eylem için başka bir zamanaşımı süresi tayin edilmiş olmadıkça, haksız eylemden doğan maddi ve manevi zararların tazmini için açılacak davalarda BK’nın 60. (TBK’nın 72.) maddesinde öngörülen zamanaşımının uygulanması gerekir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.10.2013 tarihli ve 2013/4-36 E. 2013/1457 K.). Bu itibarla şayet zarar doğuran eylem aynı zamanda cezayı gerektirir nitelikte ise; eğer ceza kanunundaki ya da ceza hükümlerini taşıyan özel kanunlardaki bu eylem için kabul edilen zamanaşımı süresi, BK’daki bir yıllık süreden daha kısa ise, o zaman yine BK’nın 60. maddesinin birinci paragrafındaki süre (TBK m. 72) olaya uygulanacak; ceza kanunundaki zamanaşımı süresi BK’nın 60. maddesinin birinci paragrafındaki süreden daha uzun ise, o zaman bu uzun süre tazminat davaları için de uygulama yeri bulacaktır. Böyle bir durumda uygulanması söz konusu olan ceza davası zamanaşımı süresi ise fiilin gerçekleştiği tarihe göre uygulama alanı bulacak olan ve hâlen yürürlükteki 5237 sayılı TCK’nın 66. (mülga 765 sayılı TCK’nın 102. maddesine) göre belirlenecektir.
Yeri gelmişken usulî kazanılmış hak kurumuna kısaca değinilmesi gerekmektedir. Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukukî alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri hâline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmekte olup bu noktada bir mahkemenin Yargıtay dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak yine o kararda belirtilen hukukî esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğacağı gibi bazı konuların bozma kararı kapsamı dışında kalması yolu ile de usulî kazanılmış hak gerçekleşebilir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme, kesinleşen bu kısımlar yönünden yeniden inceleme yaparak aksine karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usulî kazanılmış hak oluşturur (Yargıtay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 04.02.1959 tarihli ve 1957/13 E., 1959/5 K. sayılı kararı). Ancak Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı çıkması, uygulanması gereken kanun hükmünün karar kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilmesi, görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ile bozma kararının maddi hataya dayanması hâllerinde usulî kazanılmış hak oluşması mümkün değildir.
Yine yargılamada davalının yanında feri müdahil sıfatıyla yer alan … ve OYAK’ın durumundan bahsetmekte de yarar bulunmaktadır. 6100 sayılı HMK’nın 68. maddesinde (HUMK m. 57) feri müdahilin, yanında katıldığı tarafın yararına olan iddia ve savunma vasıtalarını ileri sürebileceği, onun işlem ve açıklamalarına aykırı olmayan her türlü usûl işlemleri yapabileceği düzenlenmiştir. HMK’nın 68. maddesinde de belirtildiği üzere, feri müdahil, lehine katıldığı tarafla birlikte hareket eder, yani, onun yardımcısıdır; hüküm, lehine müdahale edilen taraf hakkında verildiğinden, bu hükme karşı temyiz yoluna başvurma yetkisi de doğal olarak bu tarafa aittir. Nitekim Yargıtay ancak asıl taraf temyiz etmişse, müdahilinde kararı temyiz edebileceği yönünden kararlar vermektedir. (Hukuk Genel Kurulu’nun, 26.11.2014 tarihli, 1329, 985 K sayılı ilamı) Feri müdahilin asıl tarafla birlikte hareket etmesi, onun yaptığı usul işlemlerinin asıl tarafın işlemlerine aykırı olmamasını gerektirir. Buna karşılık feri müdahil, yanında katıldığı tarafın lehine olan işlemleri yaparken her defasında onun ön onayını almak zorunda değildir. Bilakis, o, yanında katıldığı tarafından dava takip yetkisini kullanarak usul işlemlerini yapar;yanında katıldığı taraf ise bu işlemi geçersiz kılabilir. Aksi takdirde fer’i müdahilin yaptığı işlemler asıl taraf için sonuç doğurur. Asıl tarafın yararına aykırı işlemler ile dava üzerinde tasarruf sonucunu doğurabilecek işlemler fer’i müdahil tarafından yapılamaz (HMK 68/1.c.2). (Pekcanıtez Hakan/Özekes, Muhammet/Akkan, Mine/Korkmaz, Hülya Taş: Pekcanıtez Usûl, Medeni Usûl Hukuku, Cilt I, İstanbul 2017, s.732). Fer’i müdahil lehine katıldığı tarafında da hazır olduğu duruşmada davayı veya savunmayı değiştirir(veya genişletir) şekilde beyanlarda bulunur ve lehine müdahalede bulunulan taraf buna itiraz etmezse, bu beyanlar lehine müdahale edilen tarafça yapılmış sayılır. Karşı taraf, müdahilin yaptığı ve lehine müdahale edilen tarafın da zımnen benimsediği bu davayı değiştirmeye veya savunmayı genişletmeye zımnen veya açıkça muvafakat ederse, bununla dava değiştirilmiş veya savunma genişletilmiş olur. (Kuru, Baki: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, C. IV, s.3470). Nitekim Dairemizin 28.01.1975 tarih 3828 /482 E.K sayılı kararında da müdahilin iltihak ettiği tarafın yardımcısı olarak davalının savunma sebeplerini izah ederek kanıtlayabileceği gibi hasmın muvafakati halinde müşterek amaç ve yarar için genişletilebileceği veya değiştirilebileceği, cevap dilekçesinde ileri sürülmeyen zamanaşımı savunması için de durumun müdahil yönünden aynı nitelikte olduğu, müdahilin müşterek amaca uygun olarak davaya iltihak ettikten sonra, zamanaşımı savunmasını ileri sürebileceği ve hasmın zımnen kabulü ifade edecek bir zaman geçtikten sonra tevsi itirazında bulunursa bu itirazın mahkemece nazara alınmayarak zamanaşımı itirazının (savunmasının) incelenmesi gerektiği belirtilmiştir.
Özetle, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 22/04/2022 Tarihli ve 2021/7 Esas, 2022/2 Karar sayılı kararı gereğince, mudilerin off shore alacaklarının tahsiline yönelik açtıkları davalarda zamanaşımının başlangıcının tespitinde off shore hesabına aktarma tarihi esas alınarak, daha önceden temyiz incelemesinden geçmiş dosyalar bakımından içtihadı birleştirme kararının, usuli kazanılmış hakkın istisnalarından biri olduğu gözetilerek, zamanaşımına ilişen temyiz itirazları konusunda bir değerlendirme yapılması ve davalı tarafça zamanaşımı hususunda bir temyiz sebebi ileri sürülmemiş olsa dahi, feri müdahil tarafından temyiz nedeni olarak getirilmek kaydıyla davalı yönünden zamanaşımı incelemesinin yapılması, dava konusu olay bakımından ceza mahkemesince banka yöneticilerinin eyleminin dolandırıcılık olarak nitelendirildiği gözetilerek uzamış ceza zamanaşımı süresinin bu suça göre belirlenmesi ve uzamış ceza zamanaşımı süresinin 10 yıllık zamanaşımı süresinden kısa olması halinde her halükarda 10 yıllık zamanaşımı süresinin esas alınması, zamanaşımı durduran ve kesen sebeplerden davacı tarafça daha önce açılmış olan bir dava bulunması halinde zamanaşımı süresinin, o davanın kesinleşme tarihinden itibaren 10 yıl olarak kabul edilmesi gerekmektedir.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut uyuşmazlığa gelindiğinde, davacının bankaya 1999 yılında para yatırdığı ve aynı yıl paranın off-shore hesabına aktarıldığı, işbu davanın ise 2015 yılında 10 yıllık zamanaşımı süresinden sonra açıldığı, bu itibarla davanın zamanaşımı sebebiyle reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisinin doğru olmadığı anlaşıldığından mahkeme kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
2) Bozma sebep ve şekline göre davalı vekilinin tüm, fer’i müdahil … vekilinin sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle fer’i müdahil … vekilinin zamanaşımına ilişkin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün fer’i müdahil … ile davalı banka yararına BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin tüm, fer’i müdahil … vekilinin sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davalıya iadesine, 12/12/2022 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.