Yargıtay Kararı 11. Hukuk Dairesi 2020/434 E. 2021/941 K. 08.02.2021 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 11. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2020/434
KARAR NO : 2021/941
KARAR TARİHİ : 08.02.2021

MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 21. HUKUK DAİRESİ

Taraflar arasında görülen davada Karaman 2. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 28.02.2018 tarih ve 2017/55 E. – 2018/69 K. sayılı kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin ayrı ayrı esastan reddine dair Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 21. Hukuk Dairesi’nce verilen 11.11.2019 tarih ve 2018/1083 E. – 2019/1372 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacılar vekili, müvekkillerinin dava dışı …’la davalı banka arasında akdedilen taşıt kredisine müşterek ve müteselsil kefil sıfatıyla imza attıklarını ve kredinin teminatı için lehtarı … olan 120.000,00 bedelli bono düzenlediklerini, …’in bu bonoyu ciro edip davalı bankaya verdiğini, davalı bankanın taşıt kredisinin ödenmek suretiyle kapatılmasından sonra müvekkillerine gönderdiği ihtarnameyle, … tarafından kullanılan başka bir krediden kaynaklanan 63.257,81 TL’nin ödenmesini istediğini ve akabinde de bonoyu takibe koyduğunu, müvekkillerinin haciz tehdidi altında 68.457,08 TL ödemek zorunda kaldıklarını, oysa müvekkillerin kefaletinin sadece taşıt kredisine ilişkin olduğunu ve bu kredinin de ödenmek suretiyle kapatıldığını ileri sürerek, 68.457,08 TL’nin istirdadına ve davalının kötü niyet tazminatı ödemeye mahkum edilmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili, davacıların müvekkili bankaya hitaben sunmuş oldukları kefaletnameyle, dava dışı kişinin müvekkili bankadan kullandığı ve kullanacağı tüm krediler için kefil olduklarını, kefaletlerini belirli bir işlemle sınırlamayan ve bu zamana kadar da kefaletlerinden dönmeyen davacıların bono bedelinden sorumlu olduğunu savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İlk derece mahkemesince, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, dava dışı … ile davalı banka arasında 13/04/2010 tarihinde kredi genel sözleşmesi imzalandığı ve bu kredi çerçevesinde …’a taşıt kredisi kullandırıldığı, davacıların müşterek ve müteselsil kefil sıfatıyla imzaladıkları bu kredinin 23.02.2015 tarihinde ödenmek suretiyle kapatılmasından sonra aynı gün …’la davalı banka arasında yeni bir genel kredi sözleşmesi imzalandığı ve kredi kullandırıldığı, davacıların sonraki tarihli krediye ilişkin kefaletlerinin bulunmadığı, davacılardan talep edilen ve bononun takibe konulmasına sebep olan borcun sonraki tarihli ve davacıların kefaletnamesinin bulunmadığı krediden kaynaklandığı, davalı yanca, 13.04.2010 tarihli kredi için verilen kefaletin sonraki tarihli kredi için de geçerli olduğu iddia edilmişse de, bankanın önceki tarihli genel kredi sözleşmesi çerçevesinde kredi tahsisi yoluna gitmeyip, …’le yeni bir genel kredi sözleşmesi imzalama yoluna gittiği ve borcu doğuran hususun bu kredinin ödenmemesi olduğu, bu nedenle davacıların 13/04/2010 tarihli kefaletlerinin geçerliliğini yitirdiği zira bononun düzenleme tarihinin 13.04.2010 olduğu da gözetildiğinde davacıların kefillik iradesinin 2010 tarihli krediye ilişkin olduğunun anlaşıldığı ve davacıların davalı bankanın takipteki kötü niyetini ispat edemediği gerekçesiyle, davanın kabulüne, 68.457,08 TL’nin davalıdan tahsiline, kötü niyet tazminatı talebinin ise reddine karar verilmiştir.
Karara karşı taraf vekillerince istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
İstinaf mahkemesince duruşma açılarak yapılan inceleme ve benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda, mahkemenin davanın reddine ilişkin gerekçesinin isabetli olduğu, davalı yanca, taşıt kredisinin kapatılmış olmasının kefaleti sona erdirmeyeceği savunulmuş ise de, davalı vekilinin aşamalardaki beyanlarında dava konusu icra takibinin dayanağı olan bononun 13/04/2010 tarihli Genel Kredi Sözleşmesi kapsamında verildiği iddiasına itiraz etmediği, bunun yanında istinaf aşamasında aldırılan bilirkişi raporuyla, davalı bankanın kayıtlarında söz konusu bononun 13/04/2010 tarihli Genel Kredi Sözleşmesinin munzam teminatı olarak alındığının kayıtlı olduğu bu nedenle davalı vekilinin istinaf itirazlarının yerinde olmadığı, davacıların takipteki kötü niyeti ispat edemediği gerekçesiyle taraf vekillerinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
1-) Dava, icra tehdidi altında ödenen bono bedelinin istirdadı istemine ilişkin olup, İlk Derece Mahkemesince yazılı gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmiş, karara karşı davalı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur. İstinaf dilekçesinde, kararın esasa ilişkin sebeplerle hukuka aykırı olduğu iddia edilmiş, bunun yanında, özellikle hükme esas alınan bilirkişi raporunu tanzim eden bilirkişinin bankacılık alanında uzmanlığı bulunmadığından bahsedilerek kararının eksik incelemeyle verildiği iddia edilmiştir. Bölge adliye mahkemesince bu yöne ilişkin istinaf sebepleri benimsenerek, başka bir deyişle yargılamada eksiklik görülerek duruşma açılıp, tahkikat yapılmış ve bankacılık alanında uzman bir bilirkişiden yeni bir rapor alınmıştır. Yapılan inceleme sonucunda ise istinaf aşamasında alınan bilirkişi raporuyla ilk defa tespit edilen delillere de dayanılarak ilk derece mahkemesinin davanın reddi yönündeki kararında isabetsizlik görülmediği gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/(1)-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir.
6100 sayılı HMK’nın karar tarihinde yürürlükte olan 353/1-b-1 maddesi uyarınca yargılamada eksiklik bulunmadığının ve kanunun olaya uygulanmasında hata edilmediğinin anlaşılması halinde istinaf isteminin esastan reddine karar verilmesi gerekir. Başka bir anlatımla, yapılan inceleme sonucunda, ilk derece mahkeme kararının usul veya esas yönünden hukuka uygun olduğunun anlaşılması halinde ve bu hale münhasır olarak başvurunun esastan reddine karar verilmesi gereklidir. Ancak Bölge Adliye Mahkemesince yukarda da açıklandığı üzere yargılamada eksiklik görülerek dava konusu uyuşmazlık üzerinde duruşma açılarak inceleme yapılması durumunda HMK’nın 353/1-b-3. maddesi gereğince esastan yeni bir karar verilmesi gerekmektedir. Aksi halde, incelenen kararda olduğu gibi, bir yandan kararın gerekçesinde yargılama eksikliğine ve bunun giderildiğine değinilirken, bir yandan da ancak ilk derece yargılamasında usul ve yasaya hiçbir aykırılık bulunmayan hallerde verilmesi gereken istinaf başvurusunun esastan reddi biçimindeki hüküm fıkrası arasında çelişki oluşacağı açık olup bu gibi bir durum ise kanuna açık aykırılık nedeniyle re’sen bozma nedeni teşkil eder niteliktedir.
Hükümden sonra 7251 sayılı Kanun ile HMK’nın 356. maddesine eklenen ve yayım tarihinde yürürlüğe giren 2. fıkra, yukarda belirtilen hallerde, farklı bir değerlendirme yapılmasını gerektirir nitelikte değildir. Nitekim, bilindiği ve HMK’nın 354. maddesinde ve özellikle bu maddenin gerekçesinde değinildiği üzere, Bölge Adliye Mahkemelerince yapılacak incelemenin biri denetim açısından, diğeri ise dava konusu uyuşmazlık bakımından olmak üzere iki yönü bulunmaktadır. Ayrıntıya girilmeden ifade edilecek olursa, Bölge Adliye Mahkemesince duruşma açılarak dava konusu uyuşmazlık üzerinde bir inceleme yapılması halinde, 356/2. maddede değinilen ve verilmesi öngörülen gerekli karar, “yeniden esas hakkında bir karar” olmak durumundadır. Tüm bu nedenlerle, HMK m. 353/1-b-1 kapsamında istinaf başvurusunun reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın öncelikle bu nedenle ve HMK’nın 369/1. ve 371. maddeleri uyarınca bozulması gerekmiştir.
2-) Bozma sebep ve şekline göre, davalı vekilinin temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının re’sen BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, HMK’nın 372. maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davalıya iadesine, 08.02.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.