Yargıtay Kararı 11. Hukuk Dairesi 2018/2385 E. 2019/3954 K. 20.05.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 11. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2018/2385
KARAR NO : 2019/3954
KARAR TARİHİ : 20.05.2019

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
(ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ SIFATIYLA)

TÜRK MİLLETİ ADINA

Taraflar arasında görülen davada Yozgat 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 05/05/2016 tarih ve 2013/696-2016/416 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesinin davalı … vekili tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili; tarafların %50 paylarla davalı şirkette ortak olduklarını, müvekkiline müdür olarak yetki verildiğini ancak bu durumun sözde kaldığını, davalı şirketin, davalı … ve eşi tarafından yönetildiğini, müvekkilinin şirket ortağı olduktan sonra davalı şirketin ihaleye girdiğini, ihale nedeni ile ödenen hakedişin bankadan çekildiğini, sonrasında davalı … ve eşinin şirket borçlarını ödeyeceklerini söyleyerek paranın tamamını müvekkilinden aldıklarını, ancak şirket borçlarını ödemek yerine şahsi borçlarını ödediklerini, müvekkilinin bu borçların bir kısmını cebri icra ile ödemek zorunda kaldığını, mağdur olan müvekkilinin diğer ortaklarla konuşmak istediğinde olumsuz cevap aldığını, müvekkilinin şirketten kâr payı almadığı gibi bütün borçları ödemek zorunda kaldığını ileri sürerek müvekkilinin haklı nedenle davalı şirket ortaklığından, payına tekabül eden bedelin ödenerek çıkmasına karar verilmesini talep ve dava etmiş, 25.03.2016 tarihli ıslah dilekçesi ile müvekkilinin çıkma payı ödenerek ortaklıktan çıkmasına, olmadığı takdirde şirketin tasfiyesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili; ihale bedellerinin çekilerek davalı şirket borçlarının ödendiğini, şirket kayıtlarında müvekkilinin eşine yapılan ödeme olmadığını, şirket borçlarının ödendiğini, davacının şirket müdürü olduğunu, müvekkilinin davalı şirketin devamı için gereken çabayı gösterdiğini, sorunların çözümü için bir araya gelindiğini, davacının şirketi zarara uğrattığını, şirketin devri yahut tasfiyesini kabul etmediğini savunarak çıkma talebinin reddini, davalı şirketin tasfiyesini talep etmiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; tarafların şirketi yürütemedikleri, davalı şirketin bilirkişi raporunda belirtildiği üzere 2011 yılı Haziran ayından itibaren faaliyette olmadığı, tarafların şirketi yönetmekte herhangi bir menfaatlerinin kalmadığı, davacının bu nedenle çıkma talep edemeyeceği, çıkma şartlarının oluşmadığı, davalı şirketin tasfiyesinin gerektiği gerekçesiyle çıkma talebinin reddine, davalı şirketin tasfiyesine, tasfiyeden kalan malvarlığının ortaklara hisseleri oranında paylaştırılmasına karar verilmiştir.
Kararı, davalı … vekili temyiz etmiştir.
1-Türkiye Cumhuriyeti Anayasası yargılamanın açıklığı ilkesini kabul etmiştir. Gerek mülga 1086 sayılı HUMK 382 ve devamı maddelerinde gerekse yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK’nın 294 ve devamı maddelerinde hükmün nasıl tesis edileceği ve sonrasında kararın nasıl yazılacağı etraflıca hükme bağlanmıştır. Yargılamanın açık bir şekilde yapılması ve tesis edilen hükmün açıkça belirtilmesi ilke olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle hükmün açık, anlaşılır ve şüpheye yer vermeyecek şekilde infazı kabil olarak kurulması ve de en önemlisi sonradan yazılacak gerekçeli kararın kısa karara uygun bulunması gerekir. Aksi halde, yargılamanın açıklığı ilkesi dolayısıyla kamu vicdanı zedelenmiş ve mahkeme kararlarına duyulan güven sarsılmış olacaktır. Kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki olmaması gerektiği gibi gerekçe ile hüküm fıkrası arasında da çelişki bulunmaması yasal bir zorunluluk olup, HMK’nın 298/2. maddesinde gerekçeli kararın tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamayacağı düzenlenmiştir. Kararların bu hususlara aykırı oluşturulması mahkeme kararlarına duyulan güveni sarsacağı gibi verilen kararların hukuki denetiminin yapılmasını da olanaksız kılmaktadır.
Somut olayda mahkemece, 05.05.2016 tarihli celsede verilen kısa kararda “Davacının davalı şirketten çıkma talebinin reddine, davalı şirketin TKK’na göre tasfiyesine, tasfiyeden artakalan mal varlığı olur ise davalı şirkete %50 hissesine sahip olan davacı ile diğer %50 hissesine sahip olan davalı …’ın hisseleri oranında paylaştırılmasına, Yozgat 1. İcra Müdürlüğünün tasfiye memuru olarak görevlendirilmesine ve derhal tasfiye memuruna müzekkere yazılmasına, tasfiye memuru için 500,00 TL ücret takdirine ve davacı tarafça karşılanmasına, ” ifadesi yer almasına rağmen, gerekçeli kararda “Davacının davalı şirketten çıkma talebinin reddine, davalı şirketin TTK’na göre tasfiyesine, tasfiyeden artakalan mal varlığı olur ise davalı şirkete %50 hissesine sahip olan davacı ile diğer %50 hissesine sahip olan davalı …’ın hisseleri oranında paylaştırılmasına, mali müşavir …’ın tasfiye memuru olarak görevlendirilmesine, tasfiye memuru için 500,00 TL ücret takdirine ve davacı tarafça karşılanmasına, ” ifadesine yer verilmek suretiyle kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki yaratır şekilde karar verilmesi doğru olmamış, kararın re’sen bozulması gerekmiştir.
2-Bozma sebep şekline göre davalı … vekilinin temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle kararın re’sen BOZULMASINA, (2) nolu bentte açıklanan nedenle davalı … vekilinin temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davalı …’a iadesine, 20/05/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.