Yargıtay Kararı 11. Hukuk Dairesi 2017/535 E. 2018/6161 K. 09.10.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 11. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2017/535
KARAR NO : 2018/6161
KARAR TARİHİ : 09.10.2018

MAHKEMESİ :TİCARET MAHKEMESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA

Taraflar arasında görülen davada … 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 20/06/2016 tarih ve 2015/114-2016/478 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesinin davacı vekili tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava konusu meblağ 22,420 TL’nin altında bulunduğundan 6100 sayılı Kanun’un geçici 3/2. maddesi delaletiyle uygulanması gereken HUMK 3156 sayılı Kanun’la değişik 438. maddesi gereğince duruşma isteğinin reddiyle incelemenin dosya üzerinde yapılmasına karar verildikten sonra dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, tarafların … Day. Tük. Mal. Ltd. Şti. ortaklarından olduğunu, şirketin … ve Vergi borçlarının müvekkilince 6111 sayılı Yasa’dan faydalanılarak yapılandırıldığını, müvekkilinin yaptığı ödemelerle davalının sorumlu olduğu tutarın tahsili amacıyla icra takibi yaptığını, davalının takibe itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptalini istemiştir.
Davalı vekili, davacının şirket mallarını satarak şirketi zarara uğrattığını, şirketi yıllar boyunca tek başına idare ettiğini ve hiçbir kâr paylaşımı yapmadığını, şirket yetkilisi olarak şirketin mallarını sattığında satış bedelinden bu ödemeleri yapması gerektiğini, öncelikle şirkete başvurarak şirketten parayı alamamış olması gerektiğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, rücua konu kamu borçlarının davacı şirket müdürü ve ortağı tarafından ödendiğinin ve ödeme tarihi itibariyle amme borçlarının muhatap şirketten tahsili imkanı olmadığının usulen kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 4,50 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 09/10/2018 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞIOY
Dava, tarafların ortağı bulundukları şirketin amme borçlarının davacı tarafından ödendiği, iddiasına dayalı olarak açılmış olup davacının sermaye payına düşen miktarın sermaye payı oranında davalıdan tahsiline yönelik icra takibine vaki itirazın iptali istemine ilişkindir.
Uyuşmazlığın açıklanan bu niteliği uyarınca, 6183 sayılı Kanunun 35. maddesi ile ilgili bulunduğu açıktır. Söz konusu madde hükmünde, limited şirket ortaklarının, şirketin amme borçlarından, amme alacaklısına karşı sermaye payları oranında sorumlu oldukları belirtilmiş olmakla, ortaklar bakımından amme alacaklısına karşı kanundan kaynaklanan ve ortakların sermaye payı ile sınırlı bir müteselsil sorumluluk öngörülmüş olduğunda duraksanmamalıdır.
Mahkemece ödemenin davacı tarafından yapıldığının ve ödeme zamanında amme borçlusu şirketin mal varlığının bulunmadığının ispatlanamadığı kanısıyla davanın reddine karar verilmiştir.
Bilindiği gibi, 6100 sayılı HMK’nın 187. maddesi uyarınca, ispatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir. Davalı yan vekili, davaya cevabında ve diğer yazılı-sözlü beyanlarında ödemelerin davacı tarafından yapıldığı yolundaki iddiaya karşı çıkmamış, keza şirketin mal varlığının davacı yan tarafından haksız ve kötüniyetli iş ve işlemlerle elden çıkarıldığını, elde edilen hasılanın şirket kayıtlarına aktarılmadığını, davacının bu nedenle şirkete ve diğer ortaklara karşı sorumlu olduğunu ve bu yolda tahsil davası ikame edildiğini ileri sürmüştür.
Bu durumda, taraflar arasında davacının iddiasına konu vakıalar bakımından bir çekişmeden söz edilemeyeceğinden, açıklanan vakıaların ispatı için ayrıca delil ikamesine gerek bulunmamaktadır. Şu halde, mahkemenin ileri sürülen bu vakıaların ispat edilemediğine ilişkin gerekçesi yerinde değildir.
Öte yandan, dosya kapsamı uyarınca, davadışı şirketin yıllara sari ödenmeyen … primleri ve vergi borçlarından teşekkül eden amme borcunun bulunduğu sabittir. Bu durumda, 6183 sayılı Kanunun 35. maddesinde belirtildiği şekliyle, şirketten tahsil edilemeyen ve bu nedenle de yapılandırmaya tabi kılınan bir amme alacağının var olduğu açıktır. Davacı tarafından yapılan ödemelerin, amme alacaklısı tarafından davacı ve diğer ortaklar aleyhine girişilen bir takibat sonucu ödenip ödenmediği konusunda mahkemece bir araştırmaya gerek görülmemiş, şirketin davadışı ortağı … tarafından aynı borca ilişkin kendi payına düşen ödemenin gerçekleştirilmiş olmasının mahiyeti üzerinde durulmamıştır. Davalı yan vekilinin, söz konusu ödemelerin zamanında yapılmamasından müdür sıfatıyla davacının sorumluluğu bulunduğu yolundaki beyanları, 213 sayılı Kanun’un 10. maddesinin nazara alınmasını gerektirecek şekilde hüküm yerinde ve ayrıca değerlendirilmesi gereken bir savunma enstrümanı niteliğinde olup mahkemenin red gerekçesinde bu yolda bir değerlendirmeye de yer verilmiş değildir.
Açıklanan tüm bu hususlar, yerel mahkemece verilen kararın hatalı değerlendirme ve eksik incelemeye dayalı olduğunu ortaya koyar niteliktedir. Kararın bu nedenlerle davacı yararına bozulması görüşündeyim.