Yargıtay Kararı 11. Hukuk Dairesi 2015/2062 E. 2015/7433 K. 01.06.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 11. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/2062
KARAR NO : 2015/7433
KARAR TARİHİ : 01.06.2015

MAHKEMESİ : YOZGAT 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
(TİCARET MAHKEMESİ SIFATIYLA)
TARİHİ : 19/12/2013
NUMARASI : 2010/765-2013/694

Taraflar arasında görülen davada Yozgat 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 19/12/2013 tarih ve 2010/765-2013/694 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin davalı şirketten hisse senedi aldığını, müvekkiline yüksek kar payı verileceği ve şirkete para yatırması durumunda istediği zaman parasını geri alabileceği söylenerek müvekkilinden para tahsil edildiğini, davalıdan defalarca istemesine rağmen parasını geri alamadığını ileri sürerek müvekkilinden tahsil edilen miktarın fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000,00 TL’sinin; 16.12.2013 havale tarihli ıslah dilekçesi ile, önceki talebinin kabulünü aksi halde bilirkişi raporunda hesaplanan 2000, 2001 ve 2002 yıllarına ait kâr paylarının davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı vekili, davacının müvekkili şirketlerin ortaklarından olduğunu, 6762 sayılı TTK’nın 405/2. maddesi gereğince anonim şirket ortaklarının şirkete sermaye olarak verdikleri parayı geri isteyemeyeceklerini, davacının taleplerinin zamanaşımına uğradığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, davacının 03/03/1998, 28/09/1998, 11/11/1998 ve 19/09/1998 tarihlerinde hisse devri almak yoluyla şirkete ortak olduğu, 6762 sayılı TTK’nın 405/2. maddesi gereğince davacının dava konusu talepte bulunamayacağı, bir an için davacının davalı şirkette usulünce hissedar yapılmadığı ve ortaklığının geçerli olmadığı düşünülse bile, bu durumda davalının eyleminin haksız fiil niteliğinde olduğu ancak davacı tarafından bu hususun ispat edilemediği, davalı vekilinin süresinde zamanaşımı def’i ileri sürdüğü, 2308 sayılı Kanun gereğince beş yıl içerisinde dağıtılmayan kâr payının zamanaşımına uğrayarak hazineye gelir kaydedilmesi gerektiği, davacının kâr payı talebinin zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dava, geçerli şekilde ortaklık ilişkisinin kurulmadığının tespiti, hukuka aykırı şekilde kurulan yatırım ilişkisinin hükümsüzlüğü ve davalı tarafından tahsil edilen paranın istirdadı istemine ilişkindir.
Dairemizden geçen emsal dosyalardan anlaşılacağı üzere, davalı şirket hakkında düzenlenen SPK raporlarında, hisse senetlerinin izinsiz halka arz edildiği, sermaye artırım kararı verilmesine ilişkin genel kurul toplantısından önce halka arz işlemine başlandığı, Y. Grubu şirketleri tarafından yasal kayıtlara aktarılması zorunlu hususların yerine getirilmediği, muhasebe kayıtlarında gerçeğe aykırı kayıtlar bulunduğu, kâr ve zarar kalemlerinin gerçeği yansıtmaktan uzak olduğu, hisse devir sözleşmelerinde bazı kişilerin ortaklık pay defterinde gözükmediği, kanun dışı yollardan para toplandığı belirtilmiş, bu kapsamda içinde davalı şirket yöneticisinin de bulunduğu sanıklar hakkında Yozgat 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2006/253 Esas sayılı davasında ihraç edilecek hisse senetlerinin SPK’ya kaydettirilmesi aşaması tamamlanmadan halka arz işlemine başlandığı, pay bedellerinin usulsüz tahsil edildiği belirlenerek mahkumiyet kararı verildiği, Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin 13.06.2007 tarihli ilamı ile onandığı, Yozgat 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 2006/121 esas sayılı dosyasında SPK’dan izin alınmadan hisse senetleriyle ilgili aracılık faaliyetinde bulunulduğu iddiasıyla dava açıldığı, sanıklar hakkında verilen mahkumiyet kararlarının Yargıtay 7. Ceza Dairesi’nin ilamı ile zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırıldığı, yine usulüne uygun olarak defterlerin tutulmaması nedeniyle davalı şirket yöneticisi hakkında mahkumiyet kararı verildiği anlaşılmıştır.
Taraflar arasında geçerli bir sözleşmenin kurulabilmesi için sözleşme ehliyeti, hukuka, ahlaka, adaba uygunluk, ifa imkansızlığının bulunmaması, irade ile beyan arasında uyum, geçerlilik şeklinin arandığı hallerde bu şekle uygunluk gerekmekte olup, bu unsurlardan birinin eksikliği halinde ortada irade açıklaması bulunmasına rağmen, bu irade bir borç doğurmayacaktır. (Bkz. Prof Dr. Ahmet Kılıçoğlu Borçlar Genel Hukuku Genel Hükümler, 2. baskı, sayfa 50)
Mülga 818 sayılı BK’nın 28. maddesine göre hile, diğer tarafta sözleşme yapma düşüncesini uyandıran ya da bu düşünceyi güçlendiren gerçeğe aykırı eylem ve davranışları ifade eder. Hile nedeniyle sözleşmenin geçersiz sayılabilmesi için kişide aldatma kastının bulunması gerekir. Buna göre kişinin ileri sürdüğü ya da açıklanan zorunluluğu bulunmadığı halde susmuş olduğu nitelikler, karşı tarafı sözleşme yapmaya ikna etme veya sözleşme düşüncesini pekiştirme amacıyla ortaya konulmuş olmaktadır. Kişi bu eylem ve davranışlarda bulunmasaydı diğer tarafın bu sözleşmeyi yapmayacağı bilinç ve düşüncesinde olmalıdır. Aldatma kastında, kişiyi gerçek dışı eylem ve davranışlarda bulunmak suretiyle sözleşme yapmaya ikna etme düşüncesi vardır. Bir başka ifadeyle, sözleşmenin yapılması ile aldatma eylemi arasında illiyet bağı bulunmalıdır. Hileye uğrayan kişinin iradesi sakatlanmıştır. Bu nedenle sözleşmeyi iptal etme hakkına sahiptir. Sözleşmenin iptali halinde tarafların aldıklarını iade yükümlülüğü doğacaktır.
Somut olayda, mahkemece yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş ise de, öncelikle davacının sahih bir şekilde davalı şirkete ortak olup olmadığının belirlenmesi gerektiğinden mahkemece bilirkişi kuruluna davalının tüm ticari defter ve kayıtları ve ayrıca hisse devir tarihinden dava tarihine kadar davalı şirketin yapmış olduğu genel kurullara ait tutanaklar ve hazirun cetvelleri incelettirilmek suretiyle davacıya verilen hisse senedinin bir değerinin bulunup bulunmadığı, bu hisselerin davalı şirketin sermayesinde temsil edilip edilmediği, davacının hissesini devraldığı kişinin devir tarihi itibariyle davalı şirkette ortak olup olmadığı, genel kurullarda sermayenin ne şekilde temsil edildiği hususlarının yeterince ve denetime elverişli bir şekilde açıklığa kavuşturulması gerektiği açıktır. Bu bağlamda mahkemece davacının hissesini devraldığı şahsın paylarının davalı şirketin sermayesi içinde temsil edilip edilmediği, hissesini devreden kişinin devir tarihi itibariyle hisselerini devrettiği şirketin ortağı olup olmadığı yeterince incelenmediği gibi, davalı şirketin sicil dosyaları tümü ile dosyaya ibraz edilmediğinden belirtilen hususun denetimi de yapılamamıştır.
Bu itibarla, mahkemece bilirkişi kuruluna, davalının tüm ticari defter ve kayıtları üzerinde inceleme yapılarak, davalı şirketin devir tarihleri itibariyle sicil dosyaları ile davalı şirket yöneticileri hakkındaki ceza dosyalarının birer suretleri getirtilerek, davacıya devredilen hisselerin davalı şirketin sermayesinde temsil edilip edilmediği, davacının söz konusu hisseleri devraldığı şahsın devir tarihi itibariyle davalı şirketlere ortak olup olmadığı, genel kurullarda sermayenin ne şekilde temsil edildiği hususları açıklığa kavuşturularak, bu inceleme sonucunda davacının ortaklığının sahih olmadığı anlaşıldığı taktirde, davacının zararından davalıların haksız fiil hükümleri uyarınca sorumluluklarının bulunup bulunmadığı üzerinde durularak, haksız fiil, hile ve aldatma olgusunun tespiti yapılırken de yukarıda bahsi geçen SPK, TBMM ve MASAK raporları, davalı şirketin yöneticileri hakkındaki ceza dosyaları, bu dosyalardaki tanık beyanları da nazara alınarak, davalının hukuki durumu buna göre tayin ve takdir edilerek, sonucuna göre bir karar verilmek gerekirken belirtilen yönler yeterince tartışılmadan düzenlenen bilirkişi kurulu raporuna göre hüküm kurulması doğru görülmemiş, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.
2-Bozma sebep ve şekline göre, davacı vekilinin kâr payına ilişkin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün temyiz eden davacı yararına BOZULMASINA, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin bu husustaki temyiz itirazının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemesine, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 01.06.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.