Yargıtay Kararı 11. Hukuk Dairesi 2014/1227 E. 2014/20045 K. 18.12.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 11. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/1227
KARAR NO : 2014/20045
KARAR TARİHİ : 18.12.2014

MAHKEMESİ : ANKARA 4. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ
TARİHİ : 26/04/2013
NUMARASI : 2008/402-2013/160

Taraflar arasında görülen davada Ankara 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 26/04/2013 tarih ve 2008/402-2013/160 sayılı kararın duruşmalı olarak incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenmiş olup, duruşma için belirlenen 16.12.2014 günü hazır bulunan asıl ve birleşen davada davacı vekili Av. H.. A.., asıl ve birleşen davada davalı vekilleri Av. J.. K.., Av. R.. Ö.. ve Av. D.. S.. dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi arafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, asıl ve birleşen davalarda, müvekkilinin Bodrum’da faaliyet gösteren ve döviz alım satım işleri yapan bir şirket iken faaliyet izninin Hazine Müsteşarlığı’nın 17.05.2005 tarihli yazısı ile iptal edildiğini, bu nedenle şirketin amaç ve unvan değişikliğine gittiğini, davalının müvekkilinin ilk ortaklarından olup hisselerini diğer ortaklara devrettiğini, taraflar arasında düzenlenen 17.11.1998 ve 14.01.1999 tarihli protokollere göre davalının protokol tarihine kadar mevcut olan her türlü borcu ödemekle sorumlu olacağını, ancak bu protokollere rağmen davalının şirketin borçlusu olduğu 80.000 Alman Markı tutarındaki senedi düzenleyip üçüncü bir şahsa verdiğini, davalının bu haksız ve kötü niyetli davranışı sonucu müvekkilinin bu borcu ödemek zorunda kaldığını, bunun da şirketin faaliyet izninin durdurulmasına kadar vardığını, davalının belirtilen davranışları nedeniyle tüm zararlardan sorumlu olduğunu ileri sürerek, asıl davada şimdilik 10.000 TL’nin yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini istemiş, 18.05.2011 tarihli ıslah dilekçesi ile istemini 66.000 TL’ye yükseltmiş, birleşen davada, 80.000 Alman Markı tutarındaki borç senedinin müvekkili tarafından ödemesi nedeniyle girişilen icra takibine davalının itirazının iptali ile %40 icra inkar tazminatının davalıdan tahsilini istemiş, 18.05.2011 tarihli ıslah dilekçesi ile davayı alacak davası olarak ıslah edip 80.000 Alman Markı’nın dava tarihindeki karşılığı 78.872 TL’nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, asıl ve birleşen davaların reddini savunmuştur.
Mahkemece, toplanan kanıtlara dayanılarak, davalının yetkili olduğu dönemde davacı şirketin ticari defter ve kayıtlarına almadığı bir senetle şirketi borçlandırdığı, bu borcun ödenmesindeki sorumluluğun 14/01/1999 tarihli protokol çerçevesinde kendisinde olmasına
rağmen borcu ödenmediği, senedin lehtarı A.. D.. tarafından yapılan icra takibi sonucu konulan hacizler nedeni ile davacı şirketin döviz bürosu işletme yetkisinin Hazine Müsteşarlığı’nca iptal edildiği, davalının eylemi ile oluşan zarar arasında illiyet bağının bulunduğu, ancak davacı şirketin de A.D. tarafından yapılan icra takibinde ödeme emri 31/01/2000’de tebliğ edilmesine, Hazine Müsteşarlığı’nın uyarı yazısının 06/03/2000’de kendisine gönderilmesine ve bu yazıda haczin sonuçlarının belirtilmesine rağmen gerekli girişimlerde bulunmayıp geç dava açarak, özellikle %115 teminatla ihtiyati tedbir istemeyip bankadaki teminat hesabından alacak miktarı kadar paranın icra dosyasına aktarılmasını önleyemediğinden zararın oluşumunda müterafik kusurunun bulunduğu, asıl davada zararın 51.289,88 TL olduğu, davalının kusur oranı olan %80’e tekabül eden kısmının 41.031,91 TL olduğu, birleşen davada davalının, A. D..’ya yaptığını beyan ettiği ödemeler konusunda geçerli bir belge ibraz edemediği, öte yandan senedin de davacının elinde olduğu, davacının A. D.. ile yaptığı protokol çerçevesinde senetten doğan borcunu ödediği, karşılığında da davadan feragat ettiği, bunun üzerine A.. D..’nın da takipten feragat ettiği, böylece senedin davacıya A..D.. tarafından iade edildiğinin düşünüldüğü, 18/05/2000 tarihli protokolün 3. maddesinin son paragrafında belirtilen hükmün de bu maddi olgu karşısında geçerli olmadığı gerekçesiyle asıl davada davanın kısmen kabulü ile 41.031,91 TL’nin 09.10.2007 dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, birleşen davada, davanın kabulü ile 78.872 TL.’nin 05.11.2008 dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.
1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davacı vekilinin tüm ve davalı vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan ve yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Ancak asıl dava, davalının ödemesi gereken 04.01.2000 vadeli (80.000) DM bedelli bononun davacı tarafından ödenmesi dolayısıyla uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini, birleşen dava ise davacı tarafından ödenen bu bono bedelinin tahsili istemlerine ilişkin olup, davacı vekilince sunulan 16.02.2009 tarihli dilekçe ile asıl davadaki tazminat taleplerinin, eski ortak olan davalının düzenlemiş bulunduğu senetten dolayı müvekkilinin yetkili döviz bürosu çalışma izninin iptal edilmesi sonucu ortaya çıkan zararın tazmininden ibaret olduğu bildirilmiştir.
Gerçekten de dosyaya sunulan bilgi ve belgelerin incelenmesinden, 04.01.1999 keşide tarihli, 18.05.2000 vadeli bu bononun lehtarı dava dışı A.. D..tarafından, keşideci davacı O.. Kuyumculuk A.Ş. aleyhine, Ankara 17. İcra Müdürlüğü’nün 2000/100 E. sayılı dosyasında girişilen icra takibi sonucunda, davacının Ziraat Bankası A.Ş. nezdindeki hesabında, döviz bürosu olarak çalışabilmesi için bulundurması gereken paranın bir kısmına haciz konulup icra dosyasına ödendiği, bu nedenle de davacının faaliyet izninin Hazine Müsteşarlığı’nca iptal edildiği anlaşılmaktadır. Asıl davada taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacının uğradığı bu zarardaki kusur ve sorumluluğun kimde olduğu noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle asıl davada davacı şirket aleyhine girişilen icra takibine konu bononun, kural olarak keşidecisi bulunan davacı tarafından ödenmesi gerektiği belirtilmelidir. Zira senedin keşide tarihinde davacı şirketin yetkili temsilcisi olan davalı M.. M.. tarafından düzenlendiği konusunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmadığı gibi bu durumda anılan bononun davacıyı bağlayacağı ve onun tarafından ödenmesi gerektiği hususu, dosya kapsamı ile de sabittir. Dava konusu 17.11.1998 ve 14.01.1999 tarihli protokoller, ancak bononun vadesinde davacı şirketçe ödenmesinden sonra, davacı tarafından
davalı M.. M..’ın sorumlu tutulmasını sağlayabilir. Bu protokollerin üçüncü kişi olan dava dışı A.D..’ya karşı ileri sürülebilmesi mümkün değildir. Dolayısıyla bononun vadesinde ödenmemesi nedeniyle zarara uğranılması durumunda, davacı şirketçe anılan protokollere dayanarak, davalının sorumlu tutulabilmesi de mümkün değildir. Somut uyuşmazlıkta da davacı şirket, aleyhine girişilen 2000/100 E. sayılı icra takip dosyasında ödeme emrinin kendisine tebliğ edilmesine rağmen itirazda bulunmadığı gibi, Hazine Müsteşarlığı’nca kendisine gönderilen uyarı yazısına rağmen, gerekli yasal girişimlerde bulunmamış veya borcunu ödememiştir. O halde davacı şirket, asıl davada ileri sürdüğü zarara, tamamen kendi kusuruyla kendisi neden olmuştur.
Bir an için davalının 16.12.2008 tarihli oturumdaki beyanında, dava konusu bonoyu ödemesi gerektiğini ikrar ettiği, bu nedenle de bononun ödenmemesi nedeniyle oluşan zarardan sorumlu olduğu ileri sürülebilir ise de, anılan beyanında davalı tarafından, bononun ödenmemesinin nedeni, devir bedelinin kendisine ödenmemesi olarak açıklamıştır. Gerçekten de taraflar arasında düzenlenen 18.05.2000 tarihli protokolden dahi, davacı şirketin devir bedeli borcunu davalıya henüz ödemediği anlaşılmaktadır. Her ne kadar davacı vekilince bu protokolde adı geçen Muhsin Karse’nin, Ö.. B..nın vekili olmadığı, dolayısıyla anılan protokolün geçerli bulunmadığı ileri sürülmüşse de burada önemli olan Muhsin Karse’nin protokolü aynı zamanda davalı şirketi temsilen imzalamasıdır. Nitekim 09.03.1999 tarihli genel kurul toplantı tutanağı ve 11.03.1999 tarih ve 10 numaralı yönetim kurulu kararı uyarınca M.. K.., davacı şirketi münferit imzası ile temsile yetkilidir. Her ne kadar daha sonra davacı şirket vekilince, anılan protokoldeki M.. imzasının kendisine ait olmadığı ileri sürülmüşse de, bu protokolde kararlaştırıldığı üzere, davacı şirketçe davalılar M.. M.. ve A.. D.. aleyhine Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2000/171 E.-574 K. sayılı davadan da, davacı şirket adına M..K.. ve Ö.. B.. tarafından feragat edildiğinden, davacı vekilinin anılan beyanı iyiniyet kurallarına uygun bulunmamıştır. Dolayısıyla davalı M.. M..’a hisse devir bedeli alacağı ödenmediğinden, davalının anılan protokoller uyarınca 04.01.1999 keşide tarihli, 18.05.2000 vadeli bonoyu ödemesi gerektiği de ileri sürülemez.
Bu noktada davacı şirketin, davalılar M.. M.. ve A.. D… aleyhine Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açtığı 2000/171 E-574 K. sayılı davadan feragat etmesi nedeniyle de asıl davada tazminat talebinde bulunamayacağı belirtilmelidir. Zira anılan dosyada sunulan dava dilekçesinde, davacı şirket vekilince, davalılar M.. M.. ve A.. D..’nın kötüniyetle anlaşarak 04.01.1999 keşide tarihli bonoyu düzenleyip müvekkilini dolandırdığı, hisse devrinden önceki keşide tarihli bu bonoyu işbu davadaki protokoller gereği davalı M.. M..’ın ödemesi gerektiği ileri sürülmüş ve bu nedenle davalı A.. D.. tarafından girişilen Ankara 17. İcra Müdürlüğü’nün 2000/100 E. sayılı icra takibi nedeniyle borçlu bulunulmadığının tespiti istenmiş, daha sonra sunulan 22.06.2000 tarihli dilekçe ile de davalılarla haricen anlaşıldığı ve bu nedenle davadan feragat edildiği bildirilmiştir. Dolayısıyla anılan davadan feragat edilmesiyle artık aynı maddi vakıalara dayanılarak davalılardan tazminat talep edilemeyeceğinin de kabulü gerekir.
Bu durum karşısında mahkemece, açıklanan tüm bu gerekçelerle asıl davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamış, asıl davada verilen kararın, davalı yararına bozulması gerekmiştir.
3- Davalı vekilinin birleşen davada verilen hükme ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince; esasen asıl dava için yukarıda açıklanan ve davacının bu bono bedelini ödemekle yükümlü bulunduğuna ilişkin olan tüm gerekçeler, birleşen davanın reddi için de geçerli olmaktadır.
Ayrıca bir an için birleşen davada davacının dava konusu bono bedelini alacaklı A.. D..ya ödediği, bu nedenle de davalı M.. M..’tan talepte bulunabileceği ileri sürülebilir ise de Ankara 17. İcra Müdürlüğü’nün 2000/100 E. sayılı takip dosyasının incelenmesinden, davacının A.. D..’ya bir ödemede bulunduğu ve dava dışı A. D.nın bu nedenle anılan icra dosyasından feragat ettiği de anlaşılamamaktadır. Zira öncelikle anılan icra dosyasında her hangi bir davacı ödemesi kaydı gözükmemektedir. Bu durumun aksi davacı tarafça ispat da edilememiştir. Sadece bononun iptal edilmesi ve davacının elinde bulunması, bu bono bedelinin davacı tarafından ödendiğini göstermez. Dolayısıyla dava dışı A..D.. vekilinin 28.06.2000 tarihli feragati ivazsız bir feragattir. Diğer bir deyişle 21.06.2000 tarihli protokol nedeniyle dava dışı A.. D… anılan takipten, davacı şirket de Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açtığı 2000/171 E-574 K. sayılı davadan feragat etmiştir. Dava dışı Ziraat Bankası A.Ş. tarafından icra dosyasına ödenen para da iade edildiğinden, anılan icra dosyasında dava dışı A..D.. tarafından bu anlamda da tahsil edilen her hangi bir para yoktur.
Kaldı ki yukarıda da açıklandığı üzere, birleşen davanın konusunu oluşturan bono bedelini ödemesi gereken tarafın davacı olması, davacının anılan protokoller uyarınca dahi davalıya rücu imkanının bulunmaması ve davacı tarafça Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan 2000/171 E-574 K. sayılı davadan feragat edilmesi nedenleriyle dahi birleşen davanın reddi gerekmektedir.
O halde mahkemece birleşen davanın da açıklanan nedenlerle reddi gerekirken, yazılı şekilde kabulüne karar verilmesi de doğru olmamış, birleşen davada verilen kararın da davalı yararına bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin tüm ve davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) ve (3) numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile yerel mahkeme kararının davalı yararına BOZULMASINA, takdir olunan 1.100,00 TL duruşma vekalet ücretinin asıl ve birleşen dava davacısı O.. G.. Altın ve Kuyumculuk Tic. A.Ş’den alınıp davalı M.. M..’a verilmesine, aşağıda yazılı bakiye 26,10 TL temyiz ilam harcının temyiz eden asıl ve birleşen davada davacıdan alınmasına, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz eden asıl ve birleşen davada davalıya iadesine, 18.12.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.