Yargıtay Kararı 11. Ceza Dairesi 2014/15688 E. 2014/19372 K. 17.11.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 11. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2014/15688
KARAR NO : 2014/19372
KARAR TARİHİ : 17.11.2014

Tebliğname No : KYB – 2014/223947

Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 10.06.2014 gün ve 2013-11682/40043 sayılı kanun yararına bozma istemine atfen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 18.06.2014 gün ve KYB. 2014/223947 sayılı ihbarnamesi ile;
213 sayılı Vergi Usul Kanunu’na aykırılık suçundan şüpheliler C.. C.., M.. S.., Y.. T.., E.. Y.., S.. İ.., İ.. D.., G.. M.., A.. S.. ve H.. A.. haklarında yapılan soruşturma evresi sonucunda, Denizli Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen 23/05/2013 tarihli ve 2013/7662 soruşturma, 2013/7155 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yönelik itirazın reddine ilişkin, mercii Nazilli 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 14/08/2013 tarihli ve 2013/795 değişik iş sayılı kararını kapsayan dosyanın incelenmesinde;
1- 213 sayılı Vergi Usul Kanunu’na muhalefet suçu yönünden zarar gördüğü ve açık bir hakkının zedelendiğine ilişkin delil bulunmayan şikayetçinin şüpheliler hakkında bu suç yönünden de verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararına karşı vaki itirazının sıfat yokluğu nedeniyle usulden reddi yerine işin esasına girişilerek itirazın reddine karar verilmesinde,
2- 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160. maddesinde yer alan “Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. Cumhuriyet savcısı, maddi gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adli kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.” şeklindeki düzenleme karşısında, Cumhuriyet savcısının soruşturma yapmak zorunda olduğu, Maliye Bakanlığı Vergi Denetim Kurulu Başkanlığı Denizli Küçük ve Orta Ölçekli Mükellefler Grup Başkanlığının 26/04/2013 tarihli ve 48595303/3292 sayılı cevabi yazılarında belirtildiği üzere, “değerlendirme formunda SGK tarafından gerekli denetim ve işlemlerinin yapılarak, denetimler sonucunda stopaj gelir vergisini ilgilendiren bir durumun tespit edilmesi durumunda konunun Grup Başkanlığımızca değerlendirilmesi gerekmektedir denildiğinden” başvurunun Denizli Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğüne gönderildiğinin bildirildiği, akabinde incelemeye esas evrakların alınması için Burdur Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğüne yazı yazıldığı ancak inceleme sonucu beklenilmeksizin ve dolayısıyla vergi suçu oluşup oluşmadığına ilişkin yeniden mütalaa verilip verilmeyeceği tespit edilmeden şüpheliler hakkında kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verildiği dikkate alındığında, ortada 5271 sayılı Kanun’a uygun bir soruşturmanın bulunmadığı bir durumda, anılan Kanun’un 160. maddesi ve diğer maddeleri uyarınca soruşturma yapmasını sağlamak maksadıyla itirazın kabul edilmesi gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde reddine karar verilmesinde, isabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca, anılan kararın bozulması istenilmiş olmakla, Dairemize gönderilen dosya incelenerek gereği görüşüldü
Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın yargısal denetimi “CMK’nun “Cumhuriyet savcısının kararına itiraz” başlığı altında 173. maddesinde düzenlenmiş olup, maddeye göre; suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın tebliğinden itibaren onbeş gün içinde, kararın verildiği yargı çevresine en yakın ağır ceza mahkemesine, bu karar aleyhine itiraz edebilir. Her ne kadar maddede yasa yolu itiraz olarak adlandırılmışsa da ortada dar ve teknik anlamda bir hakim kararı bulunmadığı için, vaki başvuru teknik olarak itiraz olmayıp, öğretide “kovuşturma davası” olarak da adlandırılan, idari bir makamın kararına karşı açılan tali bir ceza davası niteliğinde bulunmaktadır.
Bu aşamada kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itiraz edebilecek olan “suçtan zarar görenin” kim olduğu hususunun da açıklanması gerekmektedir. Suçtan zarar gören kavramı, başta Ceza Muhakemesi Kanunu olmak üzere pek çok Kanunda yer almış, fakat açıklanmış değildir. Gerçekten “suçtan zarar gören” kavramıyla, suçtan sadece doğrudan zarar gören mi, yoksa dolaylı zarar görenlerin mi kastedildiği kanun metninden anlaşılamamaktadır.
Her suçtan az veya çok gerçek kişiler de zarar görür. Devletten ayrı topluluklar, bakanlık gibi resmi makamlar, yabancı devletler ve uluslararası örgütler ile kuruluşlar da bu anlamda fert olarak sayılmaktadır. Ceza Muhakemesi Hukukunda genel olarak zarar gören; “mağdur”, “şikayetçi” veya “suçtan zarar gören şahıs” olarak adlandırılmıştır. Her zaman zarar gören ferdin tespiti mümkün olmamakla birlikte, bu durum onun mevcut olmaması demek değildir.
Öğretide, suçtan doğrudan doğruya zarar görenin, yani suçun maddi unsuruna muhatap olanın ve bu nedenle suç ile korunan hukuksal yararı zedelenen kişinin, dar anlamda suçtan zarar gören olduğu, bir başka deyişle suçun mağduru olduğu ileri sürülmüştür. Buna karşılık, bir kimsenin haklı çıkarı, işlendiği iddia olunan suç ile ağır biçimde zedelenmiş olması durumunda, bu haklı çıkarı zedelenmiş kişinin geniş anlamda suçtan zarar gören kişi olduğu, hakimin, böyle bir ölçütü somut olaya uygun olarak, genel yaşam tecrübelerine dayanarak değerlendirmesi gerektiği açıklanmıştır. Bu nedenle suçtan doğrudan doğruya zarar görmenin dar, dolayısıyla zarar görmenin ise geniş anlamda suçtan zarar görmeyi ifade ettiği belirtilmiştir.
Zarar gören fert durumunda kimin olacağı, bir başka ifade ile suçtan zarar görenin nasıl belirleneceği önem arz etmektedir. Çoğu kez “tecavüz olunan şahıs”, “suçtan zarar gören kimse” veya “mağdur veya şikâyetçi” olarak adlandırılan zarar gören ferde, ceza muhakemesinde bazı haklar tanınmış, ödevler verilmişken, her hak veya ödevde kanun koyucunun değişik ölçütler ile davranması olanaklıdır. Mesela; şikayet hakkı tanınırken veya kamu davasına katılma hakkı verilirken değişik ölçütlerin kullanılması mümkündür. Gerçekten de “suçtan zarar gören” kavramı ihtiyaca göre belirlenmelidir. Örneğin; hakimin davaya bakamayacağı halleri düzenleyen CMK’nun 22. maddesinin söz konusu olması durumunda, hâkimlerin objektifliğini en iyi sağlama amacı, en geniş yorumu gerektirir. Buna karşın kamu davasına katılmanın sakıncalarını aza indirmek içinse dar yorum yolu seçilmelidir. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu da 15.07.2008 gün ve 2008/9-95 Esas, 2008/195 Karar sayılı ilamında; hakimlerin, “bir olayda suçtan zarar göreni belirlerken, sanığa yüklenilen ve cezalandırılması istenilen fiille haklı bir çıkarı zedelenen kişinin ceza kovuşturması konusundaki isteğini göz önünde tutmak ve bu haklı görüldüğünde kişiye suçtan zarar görme niteliği tanımak durumunda” olduğunu vurgulamıştır.
Bu açıklamalar ışığında incelenen dosya içeriğine göre; 213 sayılı Vergi Usul Kanununa muhalefet suçlarında zarar görenin hazine olduğu, açık bir hakkının zedelendiğine
ilişkin delil bulunmayan şikâyetçi Eyup Ural’ın, şüpheliler hakkında bu suç yönünden verilen kovuşturmaya yer olmadığı kararına karşı vaki itirazının sıfat yokluğu nedeniyle usulden reddi yerine işin esasına girişilerek itirazın reddine karar verilmesinde isabet bulunmadığı anlaşılmakla, kanun yararına bozma istemine atfen düzenlenen ihbarnamedeki (1) nolu istem yerinde görüldüğünden, Denizli Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 23.05.2013 tarih ve 2013/7662 soruşturma, 2013/7155 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karara karşı yapılan itirazın reddine ilişkin mercii Nazilli 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 14.08.2013 tarih ve 2013/795 değişik iş sayılı kararının CMK’nun 309. maddesi uyarınca BOZULMASINA, müteakip işlemlerin mahallinde ikmaline, ihbarnamedeki (1) nolu istem yerinde görüldüğünden, (2) nolu istem hakkında karar verilmesine yer olmadığına, dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına İADESİNE, 17.11.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.