YARGITAY KARARI
DAİRE : 11. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2012/30146
KARAR NO : 2014/21094
KARAR TARİHİ : 08.12.2014
Tebliğname No : 11 – 2011/154251
MAHKEMESİ : İzmir 7. Ağır Ceza Mahkemesi
TARİHİ : 30/12/2010
NUMARASI : 2009/159 (E) ve 2010/424 (K)
SUÇ : Memur olmayan kimsenin resmi belgede sahteciliği
Gerekçeli karar başlığına ‘31.09.2005’ olarak yanlış yazılan suç tarihinin, suça konu bononun icra takibine konularak kullanıldığı tarih olan ‘12.01.2005’ şeklinde mahallinde düzeltilmesi olanaklı görülmüştür.
1- Suça konu bononun süresinde ödenmemesi üzerine sanık tarafından 12.01.2005 tarihinde icraya konularak katılan hakkında takip yapıldığı, ödeme emrini alan katılanın, bonodaki kefil imzasının kendisine ait olmadığından bahisle şikayette bulunduğu, bono üzerinde yapılan bilirkişi incelemesi neticesinde, katılan adına atılan imzanın katılanın eli ürünü olmadığının tespit edildiği iddiasıyla ‘resmi belgede sahtecilik’ suçundan açılan kamu davasında sanığın; suçlamayı kabul etmeyerek, 2000 yılında M.. K..’a mutfak malzemesi sattığını, Mahmut’un kendisine S.. Z.. adlı şahıstan çek al dediğini, kendisinin de S.. Z..’den Mahmut’un talimatıyla çeki aldığını, katılan ile tanık Selahattin’in çok samimi arkadaş olduklarını ve kendisine ortak olduklarını söylediklerini, alınan çekin karşılıksız çıktığını, bunu kendilerine ilettiğinde yeni bir çek verdiklerini, bu çekin de karşılıksız çıktığını, Bodrum’da bulunan …Restauranta gittiğini, S.. Z..’le orada görüştüğünde, Selahattin’in kendisine, çeki ödeyemeyeceğini söyleyip süre istediğini, kendisinin de o zaman bana senet ver dediğini, güveni kalmadığından Mahmut’un imzasıyla alabilirim dediğini, bunun üzerine Selahattin’in kendisine “akşama bara gelir, imzalatırım. Sabahleyin de senedi alırsın” dediğini, ertesi sabah senedi doldurulmuş bir şekilde aldığını, zamanında ödenmeyince de avukatına vermek zorunda kaldığını, senet üzerinde herhangi bir sahtecilik yapmadığını, kendisinin senedi S.. Z..’den aldığını, ancak kendisinin huzurunda imzalanmadığını savunması, müdahilin ise savcılıkta alınan 04.10.2005 günlü ifadesinde; mutfak malzemeleri ile ilgili olarak sanık ile ticari ilişkisinin olduğunu, sanıktan mutfak araç gereçleri satın aldığını, karşılığında şirket müdürü S.. Z.. tarafından bono hazırlanıp sanığa verildiğini, bu mallar şirket adına alındığı için alışverişi de şirket adına şirket müdürü olan Selahattin’in yaptığını, suça konu bonoyu Selahattin’in imzaladığını, bu senedin karşılığını şirket olarak değişik kereler yaptıkları havaleler ve elden ödemelerle ödediklerini, senedin karşılıksız kaldığını, ancak sanığın, senedin ödenmediğinden bahisle ve senette kefil yazılı olan yere
kendisinin adı ve soyadı ile adresini yazarak, imzasını da atıp icraya verdiğini, bu suretle Selahattin’in yanı sıra kendisini de borçlu gösterdiğini beyan etmesi, tanıklar S.. Z.. ve S.. Ç..’nın, soruşturma aşamasında alınan beyanlarında katılanın iddiaları doğrultusunda ifade vermeleri, ancak yargılama aşamasında tanık Selçuk’un bu kez sanığın savunması doğrultusunda ifade verip, diğer tanık Selahattin’in ise bulunamayarak ifadesinin alınamaması, soruşturma aşamasında Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesinden alınan ve sahteliği iddia olunan kefil imzasının katılana ait olmayıp, atan şahsın tanı unsurlarını sanık açısından teşhise yeter oranda yansıtmadığından sanığın eli ürünü olup olmadığının tespit edilemediği hususlarına ilişen 12.11.2007 tarihli rapor hep birlikte değerlendirildiğinde;
Öncelikle, bahsi geçen Adli Tıp Kurumu Fizik İhtisas Dairesi Raporunun, sadece suça konu bonoda bulunan ve sahteliği iddia olunan katılana atfen atılı imzanın sanık ya da katılanın eli ürünü olup olmadığı hususu ile sınırlı olduğu görülmekle, sanığın, katılanın ve tanık Selahattin’in suç tarihinden öncesine ait samimi mukayese el yazıları ve imzalarını içeren belge asıllarının temin edilerek, suça konu bononun kefil bölümünde bulunan el yazılarının sanık, katılan veya tanık Selahattin’in; katılana atfen atılan imzaların ise tanık Selahattin’in eli ürünü olup olmadığı hususunda Adli Tıp Kurumundan yeniden rapor alınması, katılanın savcılık beyanı da dikkate alındığında, senette borçlu olarak görünen ve katılana ait şirkette müdür olarak görev yapan tanık Selahattin’in, şirket adına alınan mallardan tek başına şahsen sorumlu olduğu ve bu alışverişten dolayı katılanın herhangi bir hukuki sorumluluğunun bulunmadığına ilişkin kabulün hayatın olağan akışına uygun düşmediği de gözetilerek, dosya içinde bulunan makbuz ve dekont suretlerinin sıhhati ve sebebi araştırılıp, sanığa da gösterilerek, suça konu senetten dolayı oluşan borcun ödenmesine ilişkin olup olmadığı hususunun kesin olarak belirlenmeye çalışılması, hükme esas alınan en önemli delillerden olan tanık Selçuk’un savcılık beyanı ile yargılama sırasındaki anlatımı arasında çelişki bulunduğu ve tanıktan bu çelişkinin sebebinin sorulmadığı görülmekle, tanığın tekrar dinlenerek, çelişkinin giderilmeye çalışılması, sanığın sorumluluğuna gitmeyi haklı kılacak şekilde suça konu bononun kefil yönünden sahteliğinin belirlenmesi durumunda, suç tarihinde sanığın senet bedeli kadar katılandan alacaklı olup olmadığının, yani sahte de olsa suça konu senedin gerçek bir hukuki ilişkiyi temsil edip etmediğinin araştırılarak, suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK’nun 347 ve suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nun 211. maddelerinin uygulanma koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin tartışılması ve tüm deliller toplandıktan sonra tanıkların aşamalarda verdikleri ifadeler de dahil olmak üzere tüm beyanların ayrı ayrı değerlendirilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerektiğinin gözetilmemesi,
2- Kabule göre de;
Sanığın eylemine uygun bulunan resmi belgede sahtecilik suçunun yaptırımının, 765 sayılı TCK’nun 342. maddesinin 1. fıkrasında 2 yıldan 8 yıla kadar ağır hapis olup, 5237 sayılı TCK’nun 204. maddesinin 1. fıkrasında 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası öngörüldüğü, 765 sayılı TCK’nun 29. maddesinde yer alan ölçütlerin 5237 sayılı TCK’nun 61. maddesinde bu suçla ilgili olarak değişmediği, mahkemece karşılaştırma sırasında 765 sayılı Yasa uygulanırken 2 yıldan 8 yıla kadar olan ceza içinden 2 yıl 6 ayın tercih edildiği, bu halde 5237 sayılı Yasa ile üst sınırın aşağı çekilmesi ve temel cezanın tayinindeki ölçütlerin değişmemesi nedeniyle daha az bir cezanın takdir ve tayin olunması gerektiğinin düşünülmemesi,
Yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 08.12.2014 gününde oybirliği ile karar verildi.