Yargıtay Kararı 11. Ceza Dairesi 2008/20280 E. 2010/341 K. 01.02.2010 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 11. Ceza Dairesi
ESAS NO : 2008/20280
KARAR NO : 2010/341
KARAR TARİHİ : 01.02.2010

MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ : Dolandırıcılık

Türk … Kuvvetleri … Vakfı’nda işçi statüsünde çalışan sanığın, maliye şube müdürlüğünde çalıştığı dönemde yetki ve görevi dâhilinde, yardım şube müdürlüğünde çalıştığı dönemde ise haksız olarak bilgisayar ağı üzerinden, yardım planı kapsamında ödeme yapılacak kişilerin özlük bilgileri, banka hesap numaraları ve hak ettikleri ödeme miktarlarının kayıt edildiği … isimli bilgisayar programına yardım alma hakkı bulunmayan, hakkında verilen beraat kararı temyizen incelenmeyen arkadaşı sanık …’ın bilgilerini de girip bu şekilde oluşturduğu sahte ödeme listesinin, programdaki düzensizlik, ödeme yapılan kişi sayısı ve miktarlarını fazlalığı nedeni ile yaşanan denetim güçlüğü sonucu yeterince kontrol edilememesinden de istifade ederek, vakıf yöneticileri tarafından onaylanmasını, verdikleri yazılı talimatla da vakfın bankadaki hesabından …’ın hesaplarına oradan da kendi hesabına havale yapılmasını sağlamaktan ibaret eyleminin, sanığın hileli davranışları ile vakıf yöneticilerini aldatıp ödeme listesinin onayını sağlayarak vakfın banka hesaplarından yapılan havale işlemleri ile haksız menfaat elde ettiği, suçtan zarar gören vakfın kamu yararına çalışan hayır kurumlarından bulunduğu, ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 07.02.2006 gün ve 129/13 sayılı kararında açıklandığı üzere suç işlenirken banka kayıtları ve belgelerinden yararlanıldığı, 5237 sayılı TCK.nunda dolandırıcılık suçunun kamu yararına çalışan hayır kurumlarının zararına olarak işlenmesinin nitelikli hal olarak düzenlenmediği gözetildiğinde, suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK.nun 504/3-7-son maddelerinde düzenlenen “kamu yararına çalışan hayır kurumlarının zararına olarak ve banka vasıta kılınmak suretiyle dolandırıcılık” ve sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK.nun ise 158/1-f maddelerinde düzenlenen “bilişim sistemleri ve banka vasıta kılınmak suretiyle dolandırıcılık” suçunu oluşturduğu, mahkemenin suç niteliğinin kabulünde bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla tebliğnamedeki eylemin hizmet nedeni ile emniyeti suiistimal suçunu oluşturduğuna ilişkin düşünceye iştirak edilmemiştir.
Sanık hakkında dolandırıcılık suçundan hüküm kurulurken tayin olunan temel adli para cezasının nisbi nitelikte olmadığı ve anılan yasanın 43. maddesi uyarınca teselsül eden fiilleri nedeniyle hapis cezası yanında adli para cezasının da teselsülden dolayı arttırılması gerektiğinin ve 5237 sayılı TCK.nun lehe kabul edilip uygulanması halinde dolandırıcılık suçu yanında anılan yasanın 212.maddesi delaletiyle özel evrakta sahtecilik suçundan da hüküm kurulması gerektiğinin gözetilmemesi aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
Hükmolunan cezanın süresine göre karar tarihinden sonra yürürlüğe giren 5278 sayılı Yasa ile değişik 5271 sayılı CMK.nun 231/5. maddesinden yararlanamayacağı anlaşılan sanık hakkında yapılan yargılama sonunda toplanan deliller karar yerinde incelenip, yüklenen suçun sübutu kabul, oluşa, soruşturma ve kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin, cezayı artırıcı sebebin nitelik ve derecesi azaltıcı bir sebebin ise takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 7 ve 5349 sayılı Kanunla değişik 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 9. maddeleri uyarınca 765 ve 5237 sayılı Yasa hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların denetime imkan verecek şekilde gösterilip birbiriyle karşılaştırılması suretiyle lehe yasa belirlenerek sonucuna göre karar verilmiş ve incelenen dosyaya göre kurulan hükümde bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık müdafiinin bir sebebe dayanmayan ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine; ancak:
5237 sayılı Yasanın 53. maddesinin 1. fıkrasının c bendinde yer alan hak yoksunluğunun, aynı maddenin 3. fıkrasına göre koşullu salıverilen hükümlünün kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından koşullu salıverilmeye kadar uygulanabileceği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması,
Yasaya aykırı ise de; yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususta 5320 sayılı Yasanın 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı Yasanın 322. maddesi gereğince karar verilmesi mümkün bulunduğundan; hüküm fıkrasından 5237 sayılı Yasanın 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölümün çıkartılarak, yerine, “53. maddenin 1. fıkrasının c bendinde yer alan kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından koşullu salıverilme tarihine, diğer bentlerde yazılı haklardan, cezanın infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına” denilmek suretiyle sair yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 02.02.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.