Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2023/9174 E. 2023/8351 K. 19.09.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2023/9174
KARAR NO : 2023/8351
KARAR TARİHİ : 19.09.2023

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
KARAR : Kısmen kabul

Taraflar arasında İlk Derece Mahkemesinde görülen rücuan tazminat davasında verilen karar hakkında yapılan temyiz incelemesi sonucunda, Dairece ilk Derece Mahkemesi kararının bozulmasına karar verilmiştir.

İlk Derece Mahkemesince bozmaya uyularak yeniden yapılan yargılama sonucunda; davanın kısmen kabulüne dair, karar verilmiştir.

İlk Derece Mahkemesi kararı, davacı Kurum ve davalılardan … vekili tarafından temyiz edilmekle ve davalılardan … vekili tarafından da duruşma talep edilmesi üzerine dosya incelenerek, işin duruşmaya tâbi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 07.12.2021 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü duruşmalı temyiz eden davalı asil … ve adına Av. … ile davacı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı adına Av. … geldiler. Diğer davalı adına gelen yok. Duruşmaya başlanarak, hazır bulunan avukatın sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek; geri çevirme kararımız sonrasında kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verilerek aynı günde Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde, Kurum sigortalıs…’ın 10.12.2002 tarihinde geçirdiği trafik-iş kazası sonucunda %100 oranında malul ve bakıma muhtaç duruma düşmesi sebebiyle sigortalıya 138.373,02 TL peşin sermaye değerli gelir ve SYZ bağlandığını, 4.370,52 TL geçici iş göremezlik ödeneği ödendiğini ve 21.188,90 TL tedavi masrafı yapıldığını, toplam kurum zararının 163.932,44 TL’sına ulaştığını, olay nedeniyle düzenlenen kaza tespit tutanağında her bir davalının olayın gerçekleşmesinde 4/8 oranında kusurlu bulunduklarını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, kurum zararının şimdilik 131.145,95 TL’sının onay tediye ve sarf tarihlerinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsilini talep etmiştir.

II. CEVAP
Davalı … vekili cevap dilekçesinde müvekkilinin davacının sigortalısına çarpmadığını ve kazaya sebebiyet vermediğini, sigortalının Kartal 2. Asliye Hukuk Mahkemesinde 2003/94 E. sayılı dosya ile açtığı dava ile Kartal C. Başsavcılığının 2002/35010 hz sayılı dosyasının sonucunun beklenmesi gerektiğini, olayda karayollarının ve görevli zabıtanında kusurlarının bulunduğunu müvekkilinin kusursuz olduğunu, davanın … Sigorta A.Ş. ne ihbar edilmesi gerektiğini, dava süresi içinde açılmamışsa zamanaşımından reddinin gerektiğini ileri sürerek davanın reddini talep etmiştir.

Davalı … Şenkay yapılan tebligata karşın davaya cevap vermemiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 12.06.2014 tarihli ve 2004/1079 Esas, 2014/409 Karar sayılı kararıyla; davanın kısmen kabulüne,

Toplam 104.198,47 TL kurum alacağından 100.702,06 TL ilk peşin sermaye değerli bağlanan gelirin 20.10.2004 onay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müteselsilen alınarak davacıya ödenmesine…”, dair karar verilmiştir.

IV. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. İlk Derece Mahkemesinin 12.06.2014 tarihli ve 2004/1079 Esas, 2014/409 Karar sayılı kararına karşı süresi içinde davacı Kurum vekili ve davalılardan davalılardan … vekilleri tarafından temyiz isteminde bulunmuştur.
2. Dairemiz, kararın temyiz edilmesi üzerine; “….1-) Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, sair temyiz itirazlarının reddine;

3. 5510 sayılı Kanunun 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 21 inci maddesindeki; “ … İş kazası, meslek hastalığı ve hastalık, üçüncü bir kişinin kusuru nedeniyle meydana gelmişse, sigortalıya ve hak sahiplerine yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısı, zarara sebep olan üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara rücû edilir.” düzenlemesi getirilmiş ise de, söz konusu düzenlemenin, anılan Kanunda, yürürlüğü öncesinde gerçekleşen olaylardan kaynaklanan rücuan tazminat davalarında uygulanmasına imkan veren bir düzenleme bulunmadığı ve genel olarak Yasaların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralı sonucu olarak davanın yasal dayanağının 506 sayılı Kanun’un 26/2 nci maddesi olduğu belirgindir.

506 sayılı Kanun’un 26/2 nci maddesine göre, işkazası veya meslek hastalığı 3. bir kişinin kasıt veya kusuru yüzünden olmuşsa, Kurumca bütün sigorta yardımları yapılmakla beraber zarara sebep olan 3. kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara Borçlar Kanunu hükümlerine göre rücu edilir. Anılan madde kast/kusur sorumluluğuna dayanmakta olup, hükme dayanak alınan kusur oran ve aidiyetlerinin maddi olayla uyum içinde olması gerekir. Buna göre maddi olguyu tespit etmek hakime ait bir görev olup, öncelikle zararlandırıcı sigorta olayının ne şekilde oluştuğu dosya içeriğindeki tüm deliller takdir olunarak, varsa, çelişkiler ve eksiklikler giderilerek belirlenmeli ve kabul edilen maddi olgular doğrultusunda kusur oran ve aidiyeti konusunda bilirkişi incelemesine gidilmelidir.

Bu yönde gözetilmesi gereken Kartal 2. Asliye Ceza Mahkemesinde, taksirle yaralamaya neden olmak suçundan sanıklar … ve … haklarında açılan ceza davasında; suçta kusuru olmadığı belirlenen …’ın beraatine, (aleyhe temyiz olmadığından kesinleşmiştir); tam kusurlu olduğu belirlenen … hakkında ise mahkumiyet kararı verilen hükmün, … tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay’ın verdiği bozma kararı çerçevesinde yapılan değerlendirme sonucu … hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verildiği anlaşılmaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 01.02.2012 gün, 2011/639 Esas ve 2012/30 Karar sayılı ilamında ayrıntıları açıklandığı üzere; Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, aynen seçenek yaptırıma çevirme, erteleme kurumlarında olduğu gibi hükmün ve cezanın bireyselleştirilmesi kurumlarından birisidir. Özellikle ilk defa suç işleyen kimselerin hemen cezalandırılmasını ceza adaleti ile güdülen amaca uygun görmeyen Kanun koyucu, verilecek cezanın bireyselleştirilmesinde olduğu gibi kurulan hükmün açıklanıp açıklanmayacağı konusunda da hâkime takdir yetkisi vermeyi uygun görmüştür. Böylece hâkimin yetkisi arttırılarak, bir şansa daha ihtiyacı olan sanıkların hâkim tarafından durumlarının bir daha değerlendirilmesi imkânı getirilmiştir.

Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, doğurduğu sonuçlar itibariyle karma bir özelliğe sahiptir.

5271 sayılı Kanunun 231 inci maddesinde düzenlenen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, hukuki nitelikçe durma kararı niteliğinde değildir. Bu karar “koşullu bir düşme kararı” niteliğinde olup, anılan maddede yasa yolu da açıkça itiraz olarak öngörülmüştür. Koşulların gerçekleşmesi halinde 5271 sayılı Kanunun 223 üncü maddesinde belirtilen düşme kararı verileceğinden, ancak bu aşamada yani düşme kararı verildiğinde, hükümlere ilişkin yasa yolu olan, temyiz yasa yoluna başvurulabileceği kabul edilmiştir.

Yargılama sistemimizde temyiz yasa yolu, yalnızca hükümler bakımından kabul edilmiştir. Hükümler ise 5271 sayılı CMK’nın 223 üncü maddesinde sınırlı olarak sayılmış olup, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları bunlar arasında yer almadıklarından hüküm niteliğinde de değildir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 03.02.2009 gün ve 2009/4-13 E., 2009/12 K. sayılı ilamı).

CMK’nın 223 üncü maddesinde bu kararlardan hangilerinin hüküm olduğu açıklanmıştır.

Buna göre; “Mahkûmiyet, beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ve düşme kararları” birer hükümdür.

Yine “Adlî yargı dışındaki bir yargı merciine yönelik görevsizlik kararları” da yasa yolu bakımından hüküm sayılır.

Bunlardan mahkûmiyet, beraat, ceza verilmesine yer olmadığı ve güvenlik tedbirlerine hükmedilmesine dair hükümlerin uyuşmazlığı sona erdiren, davanın esasını çözen nitelikteki hükümler oldukları konusunda öğretide genel bir kabul bulunmaktadır.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ise, 5271 sayılı CMK’nın 223 üncü maddesinde belirtilen hükümlerden değildir. “Kurulan hükmün sanık hakkında hukuksal bir sonuç doğurmamasını” ifade eden hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu, davayı sonuçlandıran ve uyuşmazlığı çözen bir “hüküm” değildir. Bunun sonucu olarak, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararlar, CMK’nın 223. maddesinde sayılan hükümlerden olmadığından, bu tür kararların yasa yararına bozulması durumunda yargılamanın tekrarlanması yasağına ilişkin kurallar uygulanamayacağı gibi, davanın esasını çözen bir karar bulunmadığı için verilecek hüküm veya kararlarda lehe ve aleyhe sonuçtan da söz edilemeyecektir (Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 03.05.2011 gün ve 2011/4-61 E., 2011/79 K.; 06.10.2009 gün ve 2009/4-169 E., 2009/223 K. sayılı ilamları). Kaldı ki, CMK’nın 231/5. maddesinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmayacağı açıkça ifade edilmiştir.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile kurulan hüküm, belli bir süre sanık hakkında hüküm ifade etmemekte, her hangi bir sonuç doğurmamaktadır. Sanık bulunduğu hal üzere bırakılmakta, aynen yargılanan kimse durumunda kalmakta ve yapılan yargılama geçici bir süre askıda kalmaktadır. Askı süresi boyunca, yargılanan kimsenin sanık sıfatı devam eder ise de, hiçbir şekilde bu kimse hükümlü sayılamaz. Bu nedenle hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen kimse, hiçbir haktan yoksun bırakılamaz ve ayrıca bu karara dayanarak hiçbir hukuki statüden dışarıya çıkarılamaz.

Burada açıklanması gereken Borçlar Kanununun, Ceza Hukuku ile Medeni Hukuk arasında münasebet başlıklı 53 üncü (6098 sayılı Kanunun 74 üncü) maddesindeki, “Hakim, kusur olup olmadığına … karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamıyla bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraat kararıyla da mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez.” düzenlemesinden çıkan genel sonuç olan, hukuk hakiminin genelde ceza mahkemesinden verilen “hükümlülük” kararı ile bağlı olmasına göre, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilen ceza yargılamasında kesinleşmiş bir ceza mahkemesi kararı sözkonusu olmadığından, hukuk hâkimini bağlayacak bir ceza mahkemesi kararından söz etmenin mümkün olmayacağı sonucuna ulaşılacağı belirgindir.

Ayrıca belirtmek gerekir ki, HMK. 266 ve devamı (HUMK. 275 vd.) maddelerine göre takdiri kanıt olarak düzenlenen “bilirkişi”; görülmekte olan davada hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi imkanı bulunmayan ve özel, teknik bilgiyi gerektiren konuda/konularda oy ve görüşüne başvurulan, bu anlamda mahkemeye yardımcı olan üçüncü kişi olarak tarif edilmektedir. Konuluş sebepleri arasında hâkimlik mesleğinin niteliğini ve tarafları pahalı yargıdan korumak bulunan maddede, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren durumlarda bilirkişinin oy ve görüşünün alınması mahkemenin takdir yetkisi içerisinde kabul edilmiş olup, hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile tespiti/çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulması, emredici hükümle yasaklanmıştır. 04.06.1958 gün ve 15/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda da belirtildiği gibi, hakim, kanunları doğrudan doğruya uygulayarak iddia ve savunmadaki sonuç ve istemleri karara bağlamakla yükümlüdür. Bir davada yargı görevine giren konular için bilirkişi düşüncesi alınamaz, yargı görevi bilirkişiye aktarılamaz. Yargılama görev ve yetkisini elinde bulunduran hakimin hak ve adalete uygun karar vermek zorunluluğu bulunduğu gibi, davayı en az giderle ve en kısa sürede sonuçlandırmak için kendisinden beklenilen özeni gösterme yükümünün de varlığı tartışmasızdır.

Dosya içerisinde dava konusu maddi olgunun oluşu ile kusur oran ve aidiyeti açısından birbiriyle çelişkili çok sayıda tespit ve bilirkişi raporu olduğu görülmektedir.

Yapılan açıklamalar çerçevesinde, dosyadaki bilgi ve belgeler ile özellikle davalı …’nin 16.12.2002 tarihli şikayet dilekçesi, 16.03.2005 havale tarihli “kaza oluş beyanı” içerikleri dikkate alınarak; mahkemenin yapması gereken; 10.12.2002 tarihinde yağışlı havada saat 15:00 sularında tek yönlü, asfalt yolda sigortalının içinde bulunduğu ve davalı … yönetimindeki 34 BC 5425 plaka sayılı aracın, önündeki Metin Yıldırım yönetimindeki 06 VON 54 plaka sayılı araca çarparak neden olduğu maddi hasarlı trafik kazası sonrası; kazaya karışan araçların emniyet şeridinde park haline alındığı, akabinde görevli polislerin arkadan gelen araçları durdurmaya çalışırken davalı … yönetimindeki 34 GEF 96 plaka sayılı aracın direksiyon hakimiyetini kaybedip ekseni etrafında dönmek suretiyle dengesizce ilerleyip sol arka kısmıyla park halindeki 34 BC 5425 plaka sayılı aracın arkasına çarparak sigortalının yaralanmasına sebep olacak şekilde meydana gelen trafik iş kazasındaki, özellikle ceza davasında Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinden alınan 15.03.2006 tarihli raporun dikkate alındığı; gerçek kusur oran ve aidiyetinin tespiti için konuda ehil trafik uzmanı bilirkişisinden alınacak kusur raporu sonrası yapılacak değerlendirme sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, maddi olgunun belirlenmesinin bilirkişiye bırakıldığı ve maddi veri ile vakıalarla örtüşmeyen bilirkişi raporu dayanak alınarak yazılı şekilde karar verilmiş olması, usûl ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

3-)Borcu ortadan kaldırmamakla birlikte, yerine getirmekten kaçınma yetkisi veren zamanaşımı defi, ancak bunu ileri süren taraf yönünden sonuç doğurmakta, bir başka anlatımla, mahkemece kendiliğinden gözetilemeyen zamanaşımı defi, yasal süresinde ileri sürüldüğü takdirde değerlendirmeye alınabilmektedir. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 109 uncu maddesinde; motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin istemlerin, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrayacağı; tazminat yükümlüsüne karşı kesilen zamanaşımının, sigortacıya karşı da kesilmiş olacağı hüküm altına alınmıştır. Anlaşılacağı üzere maddedeki zamanaşımı süresi, zararın ve eylemi gerçekleştirenin (failin) öğrenildiği tarihten itibaren işlemeye başlamakta olup, Kurumca zararın öğrenilme tarihinin, gelirin onay, giderlerin sarf ve ödeme günü olduğu açıktır. Tazminat yükümlüsünün öğrenilme tarihine ilişkin olarak ise, Kurumun yetkili organının faili öğrendiği tarih esas alınmalıdır. Bu kapsamda; ceza mahkemesince yargılanıp hakkında cezalandırma kararı verilen üçüncü kişi yönünden, Kurumun, ceza kararının kesinleştiği tarihte faili öğrendiği kabul edilmeli, cezalandırma kararının söz konusu olmadığı durumlarda ise yöntemince yapılacak araştırma sonunda tazminat yükümlüsünün kim olduğunun öğrenilme tarihi açıklıkla saptanmalıdır. Önemle belirtilmelidir ki zamanaşımı süresinin, hem zararın, hem de tazminat yükümlüsünün öğrenildiği tarihten itibaren, bir başka anlatımla, ancak her iki olgu gerçekleştikten sonra işlemeye başlayacağı dikkate alınmalıdır. Uygulamada, devam eden ceza davasında verilen mahkûmiyet kararının kesinleşmesi, Kurum sigorta müfettişi veya Çalışma Bakanlığı iş müfettişi raporunun Kurumun yetkili makamlarına intikal tarihi ya da ilk rücu davasının açılma tarihi faile ıttıla tarihi olarak kabul edilmektedir.

Bu yasal çerçevede, davacının ıslah dilekçesiyle arttırdığı miktara ilişkin davalı … avukatının yasal süresinde yaptığı zamanaşımı itirazı dikkate alınarak değerlendirme yapılmaksızın yazılı şekilde karar verilmiş olması, usûl ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.” gerekçeleri ile karar bozulmuştur.

B. İlk Derece Mahkemesince Bozmaya Uyularak Verilen Karar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile, “…Davalılardan … yönünden yapılan incelemede davalının dava dışı 3.kişi Metin Yıldırıma çarpması sonucu oluşan ilk kazanın kaza tespit tutanağından da anlaşılacağı üzere maddi hasarlı trafik kazası olduğu, sonrasında trafik görevlilerinin ikazı sonucunda aracını emniyet şeridine çektiği, davalı …’nin durduğu esnada 2. kazanın ve yaralanmanın meydana geldiği dikkate alındığında Mete’nin bir kusurunun bulunmadığı anlaşılmış, bu davalı yönünden davanın reddine karar vermek gerekmiştir.

Diğer davalı …’nin ise davalı …’nin aracı ile beklediği esnada davalı …’nin aracına çarpması sonucu 2. kazanın meydana geldiği, bu kaza sonucunda davacıların yaralandığı, davadışı bir başka aracın trafik polislerinin uyarılarını dikkate alarak durabilirken davalı …’in yola vermesi gereken dikkat ve özen eksikliğinden dolayı kazaya sebebiyet verdiği anlaşılmakla ATK raporu ile sabit olduğu üzere %85 kusurlu olduğu anlaşılmıştır.

Davadışı Hanife Çağlak ve Hamide Gültekin’in 2. kaza aşamasında yaralandığı, ancak araç içerisinde emniyet kemerlerinin takılı olduğu hususunda somut delillerin bulunmadığı, emniyet kemeri takılması can güvenliği açısından önemli bir faktör olup, takılmaması halinde zararın meydana gelmesinde yaralanan kişilerin de kusurlu davranışının etkisi olduğu kanaatine varılmış, Hanife Çağlak ve Hamide Gültekin’in oluşan kazada %15 kusurlu oldukları anlaşılmış, %100 kusura göre hesaplanan 08.11.2013 tarihli bilirkişi raporunda 130.248,10 TL Kurum zararının %85’ni talep edebileceği anlaşılmakla davanın kısmen kabulüne dair aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.

Hüküm: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;

1-Davalı … yönünden açılan davanın reddine,

2-110.710,88 TL Kurum alacağından 106.995,94 TL ilk peşin sermaye değerli bağlanan gelirin 20/10/2014 onay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı …’den alınarak davacı tarafa ödenmesine,

3-3.714,94 TL geçici iş göremezlik nedeniyle tazminat alacağının 21/04/2004 sarf tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı …’denalınarak davacıya ödenmesine,

4-Tedavi giderleri talebinin reddine, dair karar verilmiştir.

V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde, davacı SGK Başkanlığı vekili ile Davalı … vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri
1.Davacı Kurum vekili temyiz dilekçesinde özetle; haklarındaki davaların reddine dair karar verilen diğer davalılarında meydana gelen olayın üzerinde etkileri ve dolayısıyla kusurlarının bulunduğunu belirterek aldırılan kusur ve hesap raporlarına itiraz ile verilen kararın bozulmasını talep etmiştir.

2.Davalılardan … de kararın bozulmasını talep etmiştir.

C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, 10.12.2002 tarihine meydana gelen iş kazası sonucu sürekli işgöremezlik durumuna giren sigortalıya bağlanan gelir ile yapılan masraf ve ödemelerden oluşan Kurum zararının davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili gerekip gerekmediğine ilişkindir.

2. İlgili Hukuk
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 369 uncu maddesinin birinci fıkrası ile 370 ve 371 inci maddeleri, mülga 506 sayılı Kanun’un 26. 39 ve 6111 Sayılı Kanunun geçici 1 inci maddesi hükümleridir.

3. Değerlendirme
1.Mahkemenin, Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine, o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu; mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirdiği gibi, mahkemenin kararını bozmuş olan Yargıtay Hukuk Dairesince; sonradan, ilk bozma kararı ile benimsemiş olduğu esaslara usuli kazanılmış hakka aykırı bir şekilde, ikinci bir bozma kararı verilememektedir (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı, Hukuk Genel Kurulu’nun 12.07.2006 gün, 2006/9-508 E., 2006/521 sayılı kararı)

2.Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur. (04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK)

3.Eldeki davada ise, uyulan bozma ilamı ve oluşan usuli kazanılmış hakkın gereği gibi yerine getirilmediği anlaşılmakta olup, öncelikle ilk bozma kararımız kapsamında, davalılardan Yener’in zaman aşımı defi hakkında irdeleme yapılması ile bu konuda bozma kararımızda yapılan açıklamalar irdelenerek bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

4. Diğer taraftan, hükme dayanak kılınan kusur oran ve aidiyetleri bakımından, meydana gelen kazada diğer bir sigortalının daha yaralandığı, bu sigortalının %17,2 oranında sürekli iş göremez hale geldiği ve diğer sigortalıya (Hamide Gültekin) yapılan sosyal sigorta yardımları nedeniyle davalılardan Yener aleyhine açılan rücuan tazminat davasının olduğu anlaşılmakta olup, bu davada esas alınan kusur oran ve aidiyetlerinin ise eldeki davada esas alınan kusur oranlarından farklı olması karşısında aynı kazadan dolayı farklı oranlarda kusur belirlenmesinin ve bu kusurlara göre farklı oranlara dayalı olarak sorumluluk tesisinin mümkün olmadığı dikkate alınarak, aralarında bağlantı olduğu anlaşılan iki dosyanın birleştirilmesi suretiyle, yargılamasının birlikte yapılarak kusur oranlarındaki çelişkilerin usulüne uygun şekilde giderildikten sonra oluşacak sonuca göre bir karar tesisi gerekirken, yazılı şekilde ve kusur raporları arasındaki çelişkiler giderilmeksizin karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
1. İlk Derece Mahkemesi kararının BOZULMASINA,

2. Davacı Kurum avukatı yararına takdir edilen 8.400,00 TL duruşma avukatlık parasının davalılardan …’ye yükletilmesine, davalılardan … avukatı yararına takdir edilen 8.400,00 TL duruşma avukatlık parasının davacı Kuruma yükletilmesine,

3.Peşin alınan temyiz karar harcının istek halinde ilgiliye iadesine,

Dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, gönderilmesine,

19.09.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.