YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2022/6706
KARAR NO : 2022/12557
KARAR TARİHİ : 17.10.2022
Mahkemesi :İş Mahkemesi
No :
Dava, ödeme emrinin iptali ve menfi tespit istemlerine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
5510 sayılı Kanunun 88. maddesinde “Kurumun sigorta primleri ve diğer alacakları haklı bir sebep olmaksızın bu Kanunda belirtilen sürelerde ödenmez ise kamu idarelerinin tahakkuk ve tediye ile görevli kamu görevlileri, tüzel kişiliği haiz diğer işverenlerin şirket yönetim kurulu üyeleri de dâhil olmak üzere üst düzeydeki yönetici veya yetkilileri ile kanuni temsilcileri Kuruma karşı işverenleri ile birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.” hükmüne, 6183 sayılı yasanın 58. maddesinde “Kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs, böyle bir borcu olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı hakkında tebliğ tarihinden itibaren 15 gün (değişiklikten önce 7 gün) içinde alacaklı tahsil dairesine ait itiraz işlerine bakan vergi itiraz komisyonu nezdinde itirazda bulunabilir” hükmüne yer verilmiştir.
6183 sayılı Kanun’un 58. maddesinde düzenlenen 7 günlük hak düşürücü sürenin amacı kamu alacağının bir an önce tahsil edilmesidir. 7 gün gibi çok kısa bir süre olarak düzenlenen hak düşürücü sürenin varlığı kamu alacaklarını her ne pahasına olursa olsun tahsil etmek değil, sadece süreci hızlandırmaktır. Ancak bu kısa sürenin geçirilmesi durumunda ayrı bir menfi tespit davası açılıp açılamayacağı 6183 sayılı Kanun’da açıklanmamıştır. 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 72. maddesinde koşut bir düzenlemeye yer verilmemiş olması nedeniyle, kanunda öngörülen 7 günlük itiraz süresini geçiren kamu alacağı borçlusunun, aynı konuda yeni bir menfi tespit davası açamayacağını kabul etmek ve sorumlu olmadığı bir borcu ödemeye zorlamak, genel hukuk ilkeleriyle çelişmektedir. Önemle vurgulamak gerekir ki, kanunda da menfi tespit davası açılmasını yasaklayan bir hüküm de bulunmamaktadır (…; Sosyal Güvenlik Kurumunun 6183 Sayılı Yasaya Göre Ödeme Emri Ve İptali Davaları, Sicil İş Hukuku Dergisi, S:31, Yıl:2014, s. 101-102).
6183 sayılı Kanun’da menfi tespit davasına, “Üçüncü şahıslardaki menkul malların, alacak ve hakların haczini” düzenleyen 6183 sayılı Kanun’un 30.3.2006 tarihli ve 5479 sayılı Kanun ile değişik 79. maddesinde “…Herhangi bir nedenle itiraz süresinin geçirilmesi hâlinde üçüncü şahıs, haciz bildirisinin tebliğinden itibaren bir yıl içinde genel mahkemelerde menfi tespit davası açmak ve haciz bildirisinin tebliğ edildiği tarih itibarıyla amme borçlusuna borçlu olmadığını veya malın elinde bulunmadığını ispat etmek zorunda…” olduğuna ilişkin düzenleme ile üçüncü şahıslar yönünden yer verilmiş ise de, bu olanak, kamu alacağı borçluları yönünden öngörülmemiştir. Salt 6183 sayılı Kanun’da açık bir düzenleme bulunmadığı gerekçesi ile hak düşürücü süreyi kaçıran 3. şahıs için menfi tespit davası imkânını kabul etmemek büyük hak kayıplarına neden olabilecektir.
Uyuşmazlığın çözümü yönünden üzerinde durulması gereken diğer bir nokta ise, hak arama hürriyetinin kısıtlanmamasıdır. Anayasa’nın 36. maddesinde hak arama hürriyeti düzenlenmiş olup kişilerin borçlu olmadığı bir miktarı sırf takip hukuku yönünden belli bir sürenin geçirilmesi sonucu kesinleşmesi nedeniyle ödemek zorunda bırakılması Anayasa’nın belirtilen hükmüne aykırılık teşkil eder. Kaldı ki, menfi tespit istemi hukuk sistemi içerisinde her zaman başvurulabilecek bir dava yolu olup kanunda açıkça bu hakkın tanınmadığı yönünde bir ifade yoksa menfi tespit davası açılabilmelidir (…, s. 101-102).
Hakkında takip konusu alacakla ilgili şahsi sorumluluğa dair yasal koşullar gerçekleşmeyen kimse, Kurumun işlemine rağmen hukuken borçlu değil, üçüncü kişi konumundadır ve salt hak düşürücü süreyi geçirmesi nedeniyle, Kanunda açık düzenleme bulunmadığı gerekçesiyle borçlu olmadığını ispat yollarından mahrum bırakılması hukuka uygun kabul edilemez. Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, 3. şahsın sorumlu olmadığı borcu sadece hak düşürücü süreyi geçirdiği için ödemek zorunda bırakılmaması, hukukun toplumsal yaşamı düzenleme ve ilişkilerden doğacak sorunları giderme görevine uygun bir çözüm anlayışı olduğu gibi, Anayasal hak arama özgürlüğü de zedelenmemiş olacaktır.
Yukarıda belirtilen esaslar dahilinde somut olay incelendiğinde dava, ödeme emrinin iptali ile borçlu olmadığının tespiti istemine ilişkindir. Mahkeme, kanundaki 7 günlük hak düşürücü sürenin geçirildiği gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Ancak davacının anonim şirketteki üst düzey yöneticilik görevi 26.11.2012 tarihinde sona ermiş olup davaya konu 2013 yılı 11 ve 12. aylarındaki şirket borçlarından dolayı kamu borçlusu sıfatını taşımamaktadır. Hal böyle olunca 6183 sayılı yasanın 58. maddesi kapsamında bir davanın bulunmadığı bu halde eldeki davanın menfi tespit olarak kabulü ile yargılama yapılması gerektiği gözetilmeksizin yazılı gerekçelerle davanın reddi yönündeki hüküm tesisi isabetsizdir.
Kabule göre de; mahkemece işin esasına girilmeksizin 7 günlük hak düşürücü sürenin geçirilmesi nedeniyle ret kararı verilmesi karşısında, %10 haksız çıkma tazminatı verilmemesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırıdır.
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde ilgilisine iadesine,17.10.2022 gününde oybirliğiyle karar verildi.