Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2021/9483 E. 2022/2394 K. 23.02.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2021/9483
KARAR NO : 2022/2394
KARAR TARİHİ : 23.02.2022

Mahkemesi : … Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesi
No : 2019/1581-2021/746
İlk Derece
Mahkemesi : Kırklareli İş Mahkemesi

Dava, vefat eden oğlundan dolayı ölüm aylığı almakta olan davacının, aynı zamanda kocasından dolayı da ölüm aylığı almaya hak kazandığının, aksi halde yüksek olan oğlundan dolayı ölüm aylığının ödenmesi gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın kısmen kabulüne dair verilen karara karşı davalı … Başkanlığı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, … Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesince istinaf başvurusunun kabulüne, İlk Derece Mahkemesinin kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmiştir.
… Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesince verilen kararın, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
I-İSTEM
Davacı vekili, müvekkilinin oğlu …’ün 01.01.2008 tarihinde vefat ettiğini, oğlundan dolayı aylık bağlandığını, aylığı 2012 yılı Mart ayı dahil almaya devam ettiğini, eşinin 23.02.2009 tarihinde vefat ettiğini, kurum tarafından aylık bağlandığını, hem eşi hem oğlundan aylık almakta iken aylığının Bağ-Kur’a tabi hizmetlerinden dolayı emekli olduğundan bahisle kesildiğini, 25.03.2009- 24.04.2012 arası yersiz ödemelerin talep edildiğini, müvekkilinin Bağ-Kurdan emekli olmadığını, bağlanan maaşın eşinin Bağ-Kur hizmetlerinden kaynaklandığını, kuruma başvurarak eşinden dolayı bağlanan aylığın kesilmesini istediğini, bu kez eşden dolayı bağlanan aylığın ancak yeniden evlenme halinde kesilebileceği belirtilerek talebin reddedildiğini, kurum işleminin hukuka aykırı olduğunu belirterek, müvekkilinin hem eşinden hem oğlundan aylık almaya devam etmesine, bu mümkün olmadığı taktirde vefat eden eşinden almakta olduğu aylığın kesilerek, oğlundan dolayı yeniden aylık bağlanarak devamına, müvekkilinin kesilen aylığından dolayı kendisinden istenen fazla ve yersiz ödemelere ilişkin kararın iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

II- CEVAP
Davalı SGK vekili, davacıya vefat eden eşinden dolayı aylık bağlandığını, davacının bağlanmış olan aylıktan vazgeçme, feragat etme hakkı bulunmadığını, 01.10.2008 sonrası ölen sigortalıların hak sahiplerine kanun hükümlerine göre aylık bağlandığını 2013/26 sayılı genelge hükümlerine göre eşinden dolayı aylık bağlanan davacıya oğlundan bağlanan aylığın kesildiğini, aylıkların birleşmesinin söz konusu olmadığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.
III- MAHKEME KARARI:
A-İLK DERECE MAHKEME KARARI
İlk derece mahkemesi tarafından; davanın kısmen kabulü ile;
a-Davacıya oğlundan dolayı bağlanan ölüm aylığının kesilmesine ve ödenen ölüm aylıklarının yersiz ödeme olduklarından bahisle geri alınmasına dair davalı Kurum işlemlerinin ayrı ayrı iptaline,
b-Davacıya oğlundan dolayı ölüm aylığı ödenmesine devam edilmesine ve kesilen ölüm aylıklarının ödenmesi gereken tarihlerden işleyecek yasal faizi ile birlikte davacıya iadesine,
c-Davacıya eşinden dolayı ölüm aylığı ödenmesi işleminin iptaline ve ödenen ölüm aylıklarından dolayı davacının dava tarihi (15.06.2016) itibariyle 4.514,67 TL borçlu olduğunun tespitine karar verilmiştir.
B- BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI
Bölge Adliye Mahkemesince; “1-Davalının istinaf başvurusunun kabulüne, 2-Kırklareli İş Mahkemesinin 2016/149 Esas 2019/83 Karar sayılı 19.03.2019 tarihli kararının Kaldırılmasına, 3-Davanın reddine,” karar verilmiştir.
IV- TEMYİZ KANUN YOLUNA BAŞVURU VE NEDENLERİ:
Davacı vekili tarafından sunulan temyiz dilekçesi ile Hukuk güvenliği ilkesinin sağlanması bakımından kazanılmış hak kavramının önemli bir mekanizma olduğu, dava konusu Kurum işleminin bu bakımdan müvekkilimin kazanılmış hakkına ve hukuki güvenlik ilkesine aykırı olduğu, müvekkilime her iki aylığın birlikte bağlanmasına kanunen imkan bulunmadığı takdirde hukuk devleti ilkesi gereğince müvekkilimin kanuni koşullarını sağladığı iki ölüm aylığı arasında tercih yapma hakkı olduğu belirtilerek kararının bozulmasına karar verilmesi talep olunmuştur.
V- İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE İNCELEME:
Eldeki dosya kapsamından; davacının oğlu …’ün 01.01.2008 tarihinde vefat ettiği davacıya müteveffa oğlundan dolayı 506 sayılı Yasanın 66/c bendi gereği 01.04.2008 tarihinden geçerli olarak ölüm aylığı bağlandığı, davacının eşi …ün ise 23.02.2009 tarihinde vefat ettiği, davacı tarafından 27.07.2011 tarihinde davalı Kurum kayıtlarına intikal eden dilekçesi ile oğlundan dolayı aylık aldığını, eşinden dolayı da aylık alıp alamayacağının bildirilmesini talep ettiği, daha sonra davacı tarafından 12.09.2011 tarihli tahsis talep dilekçesi ile eşinden dolayı da ölüm aylığı talebinde bulunulması üzerine davacıya 26.11.2011 onay tarihli 01.03.2009 tarihinden geçerli olarak aylık bağlandığı, ancak davalı kurumun 14.12.2012 tarihli yazısına göre davacının eşinden dolayı aylık aldığından oğlundan dolayı aldığı aylığın 01.03.2009 tarihinden itibaren kesildiği ve yapılmış ödemelerin yersiz ödeme olarak talep edildiği, davacının 13.03.3013 tarihli dilekçesi ile eşinden bağlanmış olan aylığı kesilmesini, oğlundan dolayı kesilen aylıkların yeniden bağlanmasını talep ettiği, kurumun 12.04.2013 tarihli yazısı ile eşlerin ölüm aylıklarının yasa gereği ancak evlenmeleri durumunda kesildiğini, bu nedenle talebinin kabul edilmediğinin bildirildiği, bunun üzerine, vefat eden oğlundan dolayı ölüm aylığı almakta olan davacının, aynı zamanda kocasından dolayı da ölüm aylığı almaya hak kazandığının, aksi halde yüksek olan oğlundan dolayı ölüm aylığının ödenmesi gerektiğinin tespiti istemine ilişkin dava açıldığı anlaşılmaktadır.
Davacının 506 sayılı Kanun kapsamında sigortalı olan oğlunun ölümü üzerine, bu Kanuna göre ölüm aylığı bağlanmıştır. Ana-babaya aylık bağlanmasını düzenleyen 506 sayılı Kanun m.69/1 fıkrasına göre; sigortalının ölümü halinde artan hisse olursa, eşit olarak, sosyal güvenlik kurumlarında çalışmayan veya 2022 sayılı Kanuna göre bağlanan aylık hariç olmak üzere bu kurumlardan her ne ad altında olursa olsun gelir/aylık almayan ana-babaya aylık bağlanır. Ölüm aylığının kesme sebepleri de 29.07.2003 tarihli 4958 sayılı Kanunla 506 sayılı Kanuna eklenen Ek 46’ncı maddede düzenlenmiştir. Davanın yasal dayanağı olan 506 sayılı Yasaya 4958 sayılı Kanunun 06.08.2003 tarihi itibariyle yürürlüğe giren 53. maddesiyle eklenen ek 46.maddesinde ” Bu maddenin yürürlüğe girmesinden sonra ölen sigortalıların anne ve babalarına bağlanan gelir ve aylıklar sosyal güvenlik kuruluşlarına tabi olarak çalışmaya başladıkları veya 01.07.1976 tarihli ve 2022 sayılı Kanuna göre bağlanan aylık hariç olmak üzere, bunlardan her ne ad altında olursa olsun gelir veya aylık almaya başladıkları tarihi takip eden ödeme dönemi başından itibaren kesilir.” hükmünü amirdir. Buna göre; sigortalıların ana-babasına bağlanan gelir ve aylıklar, sosyal güvenlik kuruluşlarına tâbi olarak çalışmaya başlamaları veya 2022 sayılı Kanuna göre bağlanan aylık hariç, buralardan her ne ad altında olursa olsun gelir/aylık almaya başlamaları halinde kesilecektir.
Davacının eşinin ölüm tarihi olan 23.02.2009 tarihinde 5510 sayılı Yasa yürürlükte olduğundan davacıya eşinden dolayı bağlanacak ölüm aylığının tahsisinde 5510 sayılı Yasa hükümlerinin aranması gerekecektir. Bu kapsamda dul olan davacının her hâlükârda eşinden dolayı ölüm aylığına hak kazandığı açıktır. Bu yönüyle her iki aylık yönünden de hak sahibi olduğu açık olan davacının bu aylıkların her ikisini de talep etme hakkı bulunup bulunmadığının incelenmesi gerekecektir.
5510 sayılı Yasanın “Aylık ve gelirlerin birleşmesi” başlıklı 54. maddesinde:
“Bu Kanuna göre bağlanacak aylık ve gelirlerin birleşmesi durumunda;
a) Uzun vadeli sigorta kollarından;
1) Hem malûllük hem de yaşlılık aylığına hak kazanan sigortalıya, bu aylıklardan yüksek olanı, aylıklar eşitse yalnız yaşlılık aylığı,
2) Malûllük,vazife malullüğü veya yaşlılık aylığı ile birlikte, ölen eşinden dolayı da aylığa hak kazanan sigortalıya her iki aylığı,
3) Ana ve babasından ayrı ayrı aylığa hak kazanan çocuklara, yüksek olan aylığın tamamı, az olan aylığın yarısı,
4) Birden fazla çocuğundan aylığa hak kazanan ana ve babaya en fazla ödemeye imkân veren ilk iki dosyadan yüksek olan aylığın tamamı, düşük olan aylığın yarısı,
5) (Değişik: 17/4/2008-5754/34 md.) Hem eşinden, hem de ana ve/veya babasından ölüm aylığına hak kazananlara, tercihine göre eşinden ya da ana ve/veya babasından bağlanacak aylığı,
6) (Ek: 17/4/2008-5754/34 md.) Bu Kanuna göre vazife malûllüğü aylığı almakta iken, tekrar sigortalı olanlardan hem vazife malûllüğüne hem de malûllük aylığına hak kazananlara bu aylıklardan yüksek olanı, aylıkları eşitse yalnızca vazife malûllüğü aylığı, bunlardan hem vazife malûllüğü hem de yaşlılık aylığına hak kazananlara, bu aylıkların her ikisi,
7) (Ek: 17/4/2008-5754/34 md.) Evliliğin ölüm nedeniyle sona ermesi durumunda sonraki eşinden de aylığa hak kazananlara tercih ettiği aylığı,
b) Kısa vadeli sigorta kollarından;
1) Sürekli iş göremezlik geliriyle birlikte ölen eşinden dolayı da gelire hak kazanan eşe her iki geliri,
2) Ana ve babadan ayrı ayrı gelire hak kazananlara, yüksek olan gelirin tamamı, az olanın yarısı,
3) (Değişik: 17/4/2008-5754/34 md.) Birden fazla çocuğundan gelire hak kazanan ana ve babaya, en fazla ödemeye imkân veren ilk iki dosyadan yüksek olan gelirin tamamı, düşük olan gelirin yarısı,
4) (Değişik: 17/4/2008-5754/34 md.) Hem eşinden, hem de ana ve/veya babasından ölüm gelirine hak kazananlara, tercihine göre eşinden ya da ana ve/veya babasından bağlanacak geliri,
5) (Ek: 17/4/2008-5754/34 md.) Evliliğin ölüm nedeniyle sona ermesi durumunda sonraki eşinden de gelire hak kazananlara tercih ettiği geliri, bağlanır.
c) (Değişik: 17/4/2008-5754/34 md.) Malûllük, yaşlılık, ölüm sigortaları ve vazife malûllüğü ile iş kazası ve meslek hastalığı sigortasından hak kazanılan aylık ve gelirler birleşirse, sigortalıya veya hak sahibine bu aylık veya gelirlerden yüksek olanın tamamı, az olanın yarısı, eşitliği halinde ise iş kazası ve meslek hastalığından bağlanan gelirin tümü, malûllük, vazife malûllüğü veya yaşlılık aylığının yarısı bağlanır. Birinci fıkradaki sıralamaya göre yapılacak değerlendirmeler sonucunda, bir kişide ikiden fazla gelir veya aylık birleştiği takdirde, bu gelir ve aylıklardan en fazla ödemeye imkân veren iki dosya üzerinden gelir veya aylık bağlanır, diğer dosya veya dosyalardaki gelir ve aylık hakları durum değişikliği veya diğer bir dosyadan gelir veya aylığa hak kazanıldığı tarihe kadar düşer.” şeklinde düzenleme mevcuttur.
Görüldüğü üzere ölüm aylıklarının birleşmesiyle ilgili 54’üncü maddede, somut olaydaki konuyla ilgili düzenleme yoktur. Maddede ana ve babadan çift ölüm aylığı alınması hâlinde yüksek olanın tamamı ile düşük olanın yarısını alabilecekleri; birden fazla çocuğundan ölüm aylığı alınması hâlinde en fazla ödemeye imkân veren iki dosyadan yüksek olanın tamamı düşük olanın yarısını alabilecekleri; hem eşten hem ana-babadan ölüm aylığı bağlanması hâlinde tercih edeceği aylığın alınabileceği; iki eşinden birlikte ölüm aylığı alınması hâlinde de tercih ettiği aylığın alınabileceği düzenlenmiştir. Somut olayda ise oğlundan ölüm aylığı alan kişiye, daha sonra eşinden ölüm aylığı bağlanması hâli söz konusu olup bu konuda düzenleme yoktur.
Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular ışığında; ülkemiz sosyal güvenlik hukuku genel ilkeleri gereği ve Kanunun genel sistematiğinde kural olarak tek aylık bağlanması gerektiği ve davacıya oğlundan dolayı ölüm aylığı bağlanmasına engel bir hüküm bulunmadığı gözetilerek, 506 sayılı Kanun uyarınca oğlundan dolayı daha önce tarihli bağlanan ölüm aylığı miktarının daha yüksek olmasına göre, hukuki kazanımlara saygı gösterilmesi ve bunların korunması hukuk devleti ilkesinin gereği olarak davacı yönünden yüksek miktarlı ölüm aylığı kazanılmış hak kabul edilmelidir. Davacının talebi miktar olarak daha yüksek olan oğlundan dolayı ölüm aylığı bağlanması yönünde olduğundan, eşinden dolayı daha düşük miktarda ölüm aylığı bağlamak suretiyle oğlundan dolayı bağlanan yüksek miktarlı aylığın kesilmesi, kazanılmış hakkın ihlali niteliğindedir. Bu nedenle davacının oğlundan dolayı 506 sayılı Kanun m.69’a göre, bağlanan ölüm aylığının devamına karar verilmesi, eşinden dolayı ödenen aylıkların ise iadesine karar verilmesi gerekirken; oğlundan aldığı aylığın kesilmesine karar verilmesi hukuka uygun görülmemiştir.
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve … Bölge Adliye Mahkemesi 33. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun kabulüne ilişkin kararı kaldırılarak verilen hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: … Bölge Adliye Mahkemesi 33.Hukuk Dairesi kararının, yukarıda açıklanan nedenlerle HMK’nun 373/2. maddesi gereği BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde ilgilisine iadesine, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, Üye …’ın farklı bozma gerekçesine karşı sonuç itibariyle oybirliğiyle, 23.02.2022 gününde karar verildi.

KARŞI OY GEREKÇESİ

1.Çoğunluk ile aradaki temel uyuşmazlık “506 sayılı Kanun kapsamında 01.01.2008 tarihinde ölen oğlundan 506 sayılı Kanun’un 66/c maddesi uyarınca aylık almakta iken ve 23.02.2009 tarihinde 5510 sayılı Kanun kapsamında (4/b) sigortalı olan eşinin ölümü nedeni ile hak sahibi olarak eşinden bağlanan dul aylığının 5510 sayılı Kanun’un 54. maddesi kanun uyarınca oğlundan aldığı aylığın kesilmesine yönelik Kurum işleminin yerinde olup olmadığı” noktasında toplanmaktadır.
2.İlk Derece Mahkemesince “davacıya 01.01.2008 tarihinde vefat eden sigortalı oğlu …’den dolayı kanuna uygun olarak ölüm aylığı bağlandığı, davacının eşi …ün ise 23.02.2009 tarihinde vefat ettiği, davacıya eşinden dolayı 03.11.2011 tarihinde ve 01.03.2009 tarihinden geçerli olarak aylık bağlandığı, bu durum itibariyle davacı hakkında yapılan işlemlerin 5510 sayılı Kanuna tabi olduğu, bu Kanunda davacıya oğlundan dolayı ölüm aylığı bağlanmasına engel bir hüküm bulunmadığı, bu nedenle davacı hakkında 506 sayılı Kanunun aykırı hükümler içeren ek 46 ncı maddesinin uygulanamayacağı, davacıya oğlunun ölümünden dolayı bağlanan ölüm aylığının davacı yönünden kazanılmış hak teşkil ettiği, davacıya her iki aylığın birlikte bağlanmasına kanunen imkan bulunmamakla birlikte hukuk devleti ilkesi gereğince davacının kanuni koşullarını sağladığı iki ölüm aylığı arasında tercih yapma hakkının ortadan kaldırılamayacağı, davacıya oğlundan dolayı bağlanan ölüm aylığının kesilmesine ve ödenen ölüm aylıklarının yersiz ödeme olduklarından bahisle geri alınmasına dair davalı Kurum işlemlerinin ayrı ayrı iptaline, davacıya oğlundan dolayı ölüm aylığı ödenmesine devam edilmesine ve kesilen ölüm aylıklarının ödenmesi gereken tarihlerden işleyecek yasal faizi ile birlikte davacıya iadesine, davacıya eşinden dolayı ölüm aylığı ödenmesi işleminin iptaline ve ödenen ölüm aylıklarından dolayı davacının dava tarihi borçlu olduğunun tespitine” gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, kararın istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince “Davacının 4/b sigortalısı eşinin vefat tarihi itibariyle 5510 sayılı Yasa yürürlükte olup yasanın 54. maddesinde çocuğundan dolayı aylık almakta olan hak sahibine eşinin de ölümü halinde hangi aylığın bağlanacağına dair bir düzenleme olmadığı, davacının sigortalı çocuğunun vefatı tarihinde yürürlükte olan 506 sayılı Yasanın 69. maddesine göre ana veya babaya aylık bağlanabilmesi için sosyal güvenlik kuruluşlarından gelir ve aylık alınmamasının şart olduğu, davacıya eşinden dolayı aylık bağlanması sebebiyle çocuktan dolayı aylık koşulunu yitirdiği, davacının çocuktan dolayı aldığı aylığın kesilmesi yönündeki kurum işleminin yerinde olduğu, kurumun her iki aylığı bağlamasının 5510 sayılı Yasanın 96.maddesinin şumulünü etkilemekte olup işbu davanın konusunu oluşturmadığı, mahkemenin kabulünün yerinde olmadığı” gerekçesi ile kurumun istinaf isteminin kabulüne, ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına ve davanın esastan reddine karar verilmiştir.
3.Kararın davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine çoğunluk görüşü ile “5510 sayılı Kanunun Ek 46. maddesi ve 5510 sayılı Kanunun 34. maddesine atıf yapılarak “davacıya oğlundan dolayı ölüm aylığı bağlanmasına engel bir hüküm bulunmadığı, yukarıda anılan 5510 sayılı Yasa’nın 34. maddesi gereğince ölen oğlundan aylık alan davacıya kocasından dolayı aylık bağlanamayacağı, ölen kocasından dolayı bağlanan aylığın, ölen oğlundan dolayı bağlanan aylığın mevcut olmasından dolayı kesilmesi gerektiği” gerekçesi ile bozulmasına karar verilmiştir.
4.Önceye etki yasağı:
Somut uyuşmazlıkta önceye etki yasağından söz etmek gerekecektir. Kanunlar kural olarak yürürlüğe girdikleri tarihten itibaren, yürürlükte bulundukları dönem içinde ortaya çıkan olay ve ilişkilere uygulanırlar. Hukuki güvenlik ilkesi, herkesin bağlı olacağı hukuk kurallarını önceden bilmesi, tutumunu ve davranışlarını buna göre güvenle düzene sokabilmesi anlamına gelir. Kişilerin davranışlarını düzenleyen kurallar onlara güvenlik sağlamalıdır. Bu güvenliğin sağlanabilmesi her şeyden önce, devletin kendi koyduğu hukuk kurallarına kendisinin uymasına bağlıdır.
Hukuk devletinde devlet, hukuk güvenliğini sağlamakla yükümlüdür. Hukuki güvenlik ilkesi kural olarak yasaların geriye yürütülmemesini gerekli kılar. “Yasaların Geriye Yürümezliği İlkesi” uyarınca yasalar kural olarak yürürlük tarihlerinden sonraki olay, işlem ve eylemlere uygulanmak üzere çıkarılırlar. Yürürlüğe giren yasaların geçmişe ve kesin nitelik kazanmış hukuksal durumlara etkili olamaması hukukun genel ilkelerinden “‘Kazanılmış Hakların Korunması” ilkesinin gereğidir.
Yasa koyucuyu önceye etkili kural getirmekten engelleyen genel bir hukuk kuralı bulunmamaktadır.
Önceye etki kavramı, yasaların yürürlüğe girmelerinden önceki zamana uygulanabilirliği konusu ile ilgilidir. Önceye etki özgürlükçü bir anayasanın temel koşullarına, hukuk düzeninin güvenilirliğine aykırı düşer ve bu yüzden kural olarak caiz değildir. Kişiler hukuka uygun davranışlarından dolayı daha sonra zarar görmeyeceklerinden emin olmalıdırlar. Önceye etki yasağı hukuk güvenliği ve vatandaş için güveninin korunmasını sağlar. Kazanılmış olan haklara saygı ancak bu şekilde gerçekleşir. Önceye etki yasağı, yaşamları Anayasal garanti altında olan fertlerin beklenmedik hak kayıplarına uğramasını engellemek için tanınmıştır. (Sözer, A. N. Kanunların Önceye Etki Yasağı: Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme. https://journal.yasar.edu.tr/wp-content/uploads/2014/01/9 s: 2477 vd). Anayasadaki “hukuk devleti ilkesi” yasa koyucuya bir yasanın kabulünden önceki zaman bakımından aleyhe sonuçlar doğuran bir yasa kabulü için dar sınırlar çizmektedir (Özekes Muhammet, Özel Hukuk-Kamu Hukuku ve Yargılama Hukuku Bakımından Kanunların Zaman İtibariyle Uygulanması, Prof. Dr. Fırat Öztan’a Armağan, C:II, …, 2010, 2759-2875).
Çıkarılan Yasa önceden oluşan güveni sağlıyor, kazanılmış hakları koruyorsa açık hüküm olmasa da istisna olarak geçmişe uygulanmalıdır. Önceye etki yasağında istisna için gerekli sebep, hukuki işlemin inşası sırasında mevcut olmalıdır. Kişi yeni düzenleme ile daha iyi bir konuma getirilmekte ise önceye etki kabul edilmelidir.
Mülkiyeti koruma kapsamına, edime hak sağlayan sigorta olayları dahildir. Önceden doğmuş bir sigorta olayının edim sağlayıcı etkisi kolaylıkla ortadan kaldırılamaz. Sosyal Sigortalar Hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar (Sözer, A. N. Kanunların Önceye Etki Yasağı: Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme. Https://journal. yasar.edu.tr/wp-content/uploads/2014/01/9 s: 2477 vd).
Getirilen kuralın önceye etkili olmasında, sigortalı lehine yorum, amaca uygunluk yorumu, Sosyal Güvenlik Hukuku’nun kamusal nitelikte olması, maddi hukukun yetersizliği (her zaman, hayatın değişen sosyal akışı içinde gelişen tüm olayları ve ayrıntıları kurallaştırma gücüne sahip olmaması), çıkarlar dengesi ve adalet duyguları gerekçe olarak dikkate alınmalı, ayrıca, süregelen uyuşmazlıklarda, tamamlanmamış (ucu açık) hukuki durumlara yeni kanunun derhal uygulanması esası ölçü olarak alınmalıdır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.12.2019 tarih ve 2016/21-396 Esas, 2019/1125 Karar sayılı karar gerekçesinde de belirtildiği gibi “5510 sayılı Kanun’un “Malullük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümleri” başlıklı 17.04.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5754 sayılı Kanun’un 68. maddesi ile değişik geçici 1. maddesine göre:
“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu ile 2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunu’na tabi olanlar, bu Kanunun 4’üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında, 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu ve bu Kanunla mülga 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunu’na tabi olanlar, bu Kanunun 4’üncü maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi kapsamında; 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’na tabi olanlar, bu Kanunun 4’üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kabul edilir.
17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanılan aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1’inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümleri uygulanır.
Bu Kanunun 4’üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (b) bentlerine göre sigortalı sayılanlara ve bunların hak sahiplerine bağlanmış olan aylık ve gelirler, 55’inci maddenin ikinci fıkrasına göre artırılır…” şeklinde bir düzenleme içermektedir.
Kanun koyucu tarafından anılan geçici madde ile 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğünden önce sosyal güvenlik kanunları uygulanmak suretiyle hak sahiplerine bağlanan gelir veya aylığın, durum değişikliği sebebine bağlı olarak kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, yine anılan hükümlerin esas alınması gerektiğinin benimsendiği anlaşılmaktadır. Söz konusu kanunlarda, boşanılan eşle fiili olarak birlikte yaşama olgusu, gelirin veya aylığın bağlanması engeli veya kesilmesi nedeni olarak öngörülmediğinden, 56. maddenin zaman bakımından uygulanması hususu da çözüme kavuşturulmalıdır.
Toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve özellikle kanunlara karşı güveni sağlamak ve hatta, kanun koyucunun keyfi hareketlerine engel olmak için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre, gerek özel Hukuk ve gerekse kamu Hukuku alanında, kural olarak her Kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; o tarihten önceki zamana rastlayan olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Hukuk güvenliği bunu gerektirir.
Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralının istisnalarını kamu düzeni ve genel ahlâka ilişkin kurallar oluşturmaktadır. Beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur.
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki sosyal sigortalar hukukunda kazanılmış (müktesep) haklar dinamik nitelik taşırlar. Değinilen özellikleri gereği dış etkiye açık olan, güncellenen kazanımlardır. Sürekli iş göremezlik geliri ve aylıklar bu özellikleri taşırlar. Çünkü, onlar bir kere tanınmış olmakla alacaklının dış alemle (edim borçlusu ile kendi alacaklıları ile) ilişkisi son bulmamakta aksine yeni başlamakta, sunum koşulları ortadan kalkıncaya kadar mevcudiyetlerini sürdürmektedirler. Dolayısıyla, yaşayan birer varlık olarak haklarında güncellenmeleri (maaş artışları), korunmaları (üçüncü şahıslara karşı) amacıyla yeni düzenlemeler yapılması mümkündür. Önceden doğmuş olmaları yeni düzenlemelerden etkilenmeyecekleri anlamına gelmemektedir (Sözer, A.N.: Kanunların Önceye Etki Yasağı Sosyal Sigortalar Hukuku Bakımından Bir Değerlendirme, Journal of Yaşar University, Cilt 8, Ocak 2013, s. 2529).
5. Sigortalı Lehine Yorum İlkesi ve Sosyal Güvenlik Hakkı:
İş ve Sosyal Güvenlik Hukukunun temel ilkelerinden birisi de, işçi-sigortalı lehine yorum ilkesidir. İş hukukunun temel prensipleri arasında yer alan işçinin korunması ilkesinin bir sonucu olan işçi lehine yorum ilkesi, sosyal güvenlik hukukunda kendini sigortalı lehine yorum şeklinde göstermektedir. Sosyal güvenlik hukukunda genel amaç, bu haktan olabildiğince fazla kesimin yararlanabilmesi yani kapsamının genişletilmesidir. Diğer bir ifadeyle bu hukukun uygulanmasında esas alınacak temel ilkelerden birisi de şartlar elverdiği ölçüde sigortalı lehine yorum yapılmasıdır.
Sosyal devlet; bireylere belirli bir sosyal güvenlik hakkı ve asgari gelir düzeyi öngören, sağlık ve refah hizmetlerinden serbestçe yararlanma ve belirli bir yaşa kadar eğitim olanağı sunan, bir takım sosyal riskleri önleyici tedbirler alan devlet anlayışıdır. Sosyal devlet olmanın bir gereği ve sonucu da, sosyal güvenlik hakkının tüm bireylere sağlanması ve güvence altına alınmasıdır. Dolayısıyla, hukuk kuralı uygulanırken anayasada güvence altına alınan en temel haklardan biri olan sosyal güvenliğin esas ilkelerinden (sosyal güvenliğinin kapsamının ve uygulama alanının kişiler ve riskler açısından genişletilmesi) hareket ederek sigortalı lehine yoruma başvurulması yanlış olmayacaktır. Bu kapsamda, yorum yöntemi seçilirken tek bir yorum yönteminden hareket etmek yerine; bu hukuk dalının genel niteliği ve amacı da göz önüne alınarak yoruma başvurmak daha sağlıklı sonuçlar verecektir. Değişik tarihlerde verilen yargı kararlarına bakıldığında; sigortalı lehine yorum ilkesinin uygulamaya geçirildiği görülmektedir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1990 yılında verdiği bir kararda (Y.H.G.K 14.2.1990 E. 1989/10-391 K. 1990/83); “Kanunun çok açık olmasına karşın yine de kuşkulu bir durumun varlığı iddia edildiği taktirde şüphenin sigortalının lehine yorumlanacağı ise iş ve sosyal güvenlik hukukunun temel ilkelerindendir” diyerek bunu vurgulamıştır(Prof. Dr. Nurgül Emine Barın, Türk Sosyal Güvenlik Hukuku’nda Sigortalı Lehine Yorum İlkesi. Internatıonal Conference On Eurasıan Economıes 2016 s: 236 vd).
6.Belirtmek gerekir ki yararlanıcının herhangi bir maddi katkısı bulunmayan sosyal yardımlar ile hizmetler ve yararlanıcının maddi katkısı bulunan sosyal sigortalar olarak ikiye ayrılan sosyal güvenlik, özünde hukuki koşulları gerçekleştiğinde bu araçlardan gelecek parasal karşılığı/ödenceyi talep hakkı olarak tanımlanabilir. Sosyal güvenlik ödenceleri parasal bir karşılığa tekabül ettiği için, anayasal mülkiyet hakkının temel ölçütü olan ekonomik bir değer teşkil etmektedir. Bu yönüyle, sosyal güvenlik hakkı değil ama içinde bulunulan sosyal güvenlik pozisyonundan kaynaklanan maddi talepler mülkiyet hakkı kapsamında korunmaktadır. Parayla ölçülebilen neredeyse her değeri kapsayan ve dolayısıyla devasa bir uygulanabilirlik spektrumu bulunan anayasal mülkiyet hakkının koruduğu değerler arasında kişilerin sosyal güvenlik hukukundaki (mevcut ya da beklenen) statüleri de yer almaktadır. Hukuki koşulları gerçekleştiğinde, sosyal yardımlar ile hizmetler ve sosyal sigortalar kapsamında hak edilen ödemeleri talep hakkı doğar. AYM ve AİHM anayasal mülkiyet hakkı kapsamında bu talep hakkını korumaktadır. (Mülkiyet Hakkı. Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru El Kitapları Serisi-6. s: 42-43-85, Yasemin Mutlu Başvurusu, No. 2013/1426, 25/3/2014, para. 38; Emel Kavas Başvurusu, No.2013/8032, 09.09.2015, para. 29; Ferda Yeşiltepe Başvurusu, Genel Kurul, No. 2014/7621, 25/7/2017, para. 46.).
Miras, miras bırakanın ölümü anında kendiliğinden mirasçılara geçer. Mirasçılar ve tereke, ölüm anına göre belirlenir(4721 sayılı TMK. Mad. 575). Kısaca miras hakkı, murisin ölümü ile doğar. Bu nedenle mirasçının bu hakkı kullanması, ölüm ile gerçekleşir. Anneden dolayı yetim aylığı, babanın ölümü ile doğar, ancak bağlanmanın hukuki koşulları sonradan gerçekleşebilir. Bu hukuki koşullardan biri ise hak sahibi kızın … olması, evli ise boşanması veya eşinin ölmesidir.
7. Davanın yasal dayanağını oluşturan yasal mevzuata gelince;
506 sayılı SSK.’un 66. maddesinde ölüm sigortasından aylık bağlama düzenlenmiş ve davacıya 5510 sayılı Kanun öncesi ölen oğlundan dolayı, hak sahibi olarak ölüm aylığı bağlanmıştır. Anılan kanunda devam eden maddelerde, hak sahibinin eşinin ölmesi halinde aylık kesileceğine dair bir düzenleme bulunmamaktadır.
Çoğunluğun gerekçede belirttiği “506 sayılı Yasaya 4958 sayılı Kanunun 06.08.2003 tarihi itibariyle yürürlüğe giren 53. maddesiyle eklenen ek 46. maddesi olan ” Bu maddenin yürürlüğe girmesinden sonra ölen sigortalıların anne ve babalarına bağlanan gelir ve aylıklar sosyal güvenlik kuruluşlarına tabi olarak çalışmaya başladıkları veya 1.7.1976 tarihli ve 2022 sayılı Kanuna göre bağlanan aylık hariç olmak üzere, bunlardan her ne ad altında olursa olsun gelir veya aylık almaya başladıkları tarihi takip eden ödeme dönemi başından itibaren kesilir.” hükmünün ise kendisinden kaynaklanan gelir ve aylık ile 506 sayılı Yasadan kaynaklanan gelir ve aylık bağlanmadığı için uygulama yeri bulunmamaktadır.
Diğer taraftan davacının 4/c kapsamında ölen eşinden dolayı bağlanan ölüm aylığının kesilmesinde de 5510 sayılı Kanunun 34. maddesinin uygulama olanağı yoktur. Zira açıklandığı gibi çalışma olgusu ile kendi sigortalılığı nedeni ile herhangi bir gelir veya aylık almamaktadır. Oğlundan gelir bağlanmaktadır. Dolayısı ile davacı hak sahibi olarak eşinden aylık almalıdır.
Öte yandan, malüllük, yaşlılık ve ölüm sigortasına ilişkin bazı geçiş hükümlerini düzenleyen 5510 sayılı Yasanın geçici 1. maddesinin 2. bendine göre, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı Kanunlara göre bağlanan veya hak kazanan; aylık, gelir ve diğer ödenekler ile 8/2/2006 tarihli ve 5454 sayılı Kanunun 1 inci maddesine göre ödenmekte olan ek ödemenin verilmesine devam edilir. Bu gelir ve aylıkların durum değişikliği nedeniyle artırılması, azaltılması, kesilmesi veya yeniden bağlanmasında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan ilgili kanun hükümlerinin uygulanacağı düzenlenmiştir.
8.Belirtmek gerekir ki “sigortalılık hakkı veya sigortalılıktan kaynaklanan yaşlılık aylığı hakkı veya ölüm aylığı hakkı, asla tamamen hak düşürücü süreye tabi olmadığı gibi zamanaşımına da uğramaz. T.C. Anayasasının 10. maddesine göre “Herkes …Kanun önünde eşittir. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde Kanun önünde eşitlik ilkesine uygun hareket etmek zorundadırlar”. Çeşitli yasal değişiklikler nedeniyle hak sahipleri açısından ölüm tarihlerine göre dört ayrı dönemin ikisi yönünden aylık bağlanması diğer iki dönem yönünden aylık bağlanmaması gerektiği yönündeki yorum açıkça T.C. Anayasasında yer alan eşitlik kuralına aykırı olduğu gibi genel hukuk ilkelerine de aykırıdır”.
9.Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu benzer dosyalarda 5510 öncesi ölen baba ile 5510 sonrası ölen eş ayrı statüde sigorta kanunu kapsamlarında ise (baba 1479, eş 506 sayılı kanun kapsamında) çift maaş alacaklarına karar vermiştir(2021/10-228 E, 2021/10-146 E, 2021/10-165 E, 2021/10-408 E, 2021/459 E).
10.Hak sahibi anne olarak davacının 4/a kapsamında sigortalı olan oğlu 01.01.2018 tarihinde yılında ölmüştür. 4/c kapsamında eşi ile 2009 yılında ölmüş ve davacıya bu aylığı da 5510 sayılı Kanun kapsamında bağlanmıştır. Her iki aylık da uzun vadeli sigorta kollarından bağlanmıştır. Oğlundan aylık bağlanma 5510 sayılı kanun öncesidir. Eş ise 5510 sayılı Kanun sonrası 4/c kapsamında iken ölmüştür. Farklı sigorta türü sözkonusu olduğundan ve 5510 sayılı Kanundan bağlanan aylık engel durum oluşturmayacağından, eşten de aylık bağlanması gerekir. 5510 sayılı Kanunun 54. maddesinin somut olayda uygulanması için hak sahibi sıfatı ile ölüm aylığı talep edebilecek her iki sigortalılık durumunun 01.10.2008 tarihinden sonra olması gerekir. Hak sahibi sıfatı ile davacı kadın 01.10.2008 den önce aylık almaya başlamıştır. Farklı statüye tabi eş ise 2009 yılında ölmüştür. 5510 sayılı Yasanın geçici 1. maddesine göre, ölüm aylıklarının bağlanmasında vs. yürürlükten kalkan 506 sayılı Yasa hükümleri uygulanacağından, 5510 sayılı Yasanın 54. maddesinin de somut uyuşmazlıkta uygulama yeri yoktur. Önceye etki yasağı ve geçici madde uyarınca davacı kadının eşinden de dul aylığı bağlanması gerekeceğinden kurum işlemi hatalıdır. Kararın bu gerekçe ile bozulması gerekir. Çoğunluğun sadece tek aylık alabileceği gerekçesi ile bozma gerekçesine katılınmamıştır.