Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2021/8307 E. 2022/14189 K. 15.11.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2021/8307
KARAR NO : 2022/14189
KARAR TARİHİ : 15.11.2022

Bölge Adliye
Mahkemesi : Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi
No :

Dava, iş kazasından sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın kısmen kabul ve kısmen reddine dair verilen karara karşı, davalı vekilinin istinafa başvurması üzerine, Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesince istinaf istemlerinin esastan reddine dair karar verilmiştir.
Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesince verilen karar davalı vekili tarafından süresi içerisinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
I- İSTEM:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin 07.08.2016 tarihli iş kazası neticesinde sürekli iş göremezliğe uğraması nedeniyle fazlaya ilişkin talep hakkı saklı kalmak üzere 1.000,00 TL maddi ve 75.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davalıdan tahsilini talep etmiştir. Talep artırım dilekçesiyle maddi tazminat istemini 264.700,96 TL’ye artırmıştır.
II- CEVAP:
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; öncelikle davanın zamanaşımı bakımından reddini talep ettiklerini esasa ilişkin beyanlarında ise davalı idarenin kusursuz sorumluluğu bulunmadığını, Samsun 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2016/26 D. İş dosyasında kazanın meydana gelmesinde araçtaki teknik bir arızanın etkili olup olmadığı konusunda tespit talebinde bulunulduğunu, bu dosyadaki rapora göre, fren balatalarının normal olduğu, imdat freninin de çalışır olduğu, aracın bütün revizyon ve bakımlarının yapıldığı, fren balata kalınlıklarının normal olduğu araçta mekanik bir arıza bulunmadığı, kazanın %5 iniş eğimli uzun mesafe yüksek nitelikte inilmesi neticesi fren balatalarının ısınması ve frenin tutmamasından kaynaklandığının tespit edildiğini, kazada davacının kusuru olduğunu, kaza yapan araçta meydana gelen hasarın davacının kusuru neticesi oluştuğunu, araçta yaklaşık 6.000,00 TL hasar oluştuğunu belirtmiş tüm bu sebeplerle davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
III- MAHKEME KARARI:
A-İLK DERECE MAHKEME KARARI
İlk Derece Mahkemesi kararında özetle; “1-Maddi tazminat davasının kabulüne, 264.700,00 TL maddi tazminat bedelinin kaza tarihi olan 07/08/2016 tarihinden işleyecek yasal faiz ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
2-Manevi tazminat davasının kısmen kabulüne, takdiren 35.000,00 TL manevi tazminat bedelinin kaza tarihi olan 07/08/2016 tarihinden işleyecek yasal faile ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine,” karar verilmiştir.
B-BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI:
Bölge Adliye Mahkemesi kararında özetle; “İlk derece mahkemesinin kararının yasal ve hukuksal gerekçeleri ile dayanağı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığından davalı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK ‘nın 353/1-b-1. maddesi gereğince esastan reddine” karar verilmiştir.
IV-TEMYİZ KANUN YOLUNA BAŞVURU VE NEDENLERİ:
Davalı vekili temyiz dilekçesinde özetle: yerel mahkeme kararının hukuka aykırı olduğunu, yerel mahkeme kararının dayanak yapıldığı bilirkişi raporlarında davacı tarafa %60 müvekkili idareye de %40 oranında kusur izafe edilmiş ve tüm hesaplamaların da bu oranlar üzerinden yapıldığını, ancak bu oranların neye göre belirlendiğinin açıkça gösterilmemiş olduğunu, müvekkili idarenin davaya konu iş kazasında hiçbir kusuru bulunmadığını, karara dayanak alınan raporların denetime elverişli olmamakla birlikte karar vermeye uygun nitelikte de olmadığını, kabul anlamına gelmemekle birlikte raporlardaki tüm hesaplamalarda hem kusur oranı hem de tazminat hesaplarının fahiş oranda yanlış olduğu kanaatinde olduklarını, hesaplamaların yanlış olduğunu belirterek kararın bozulmasını talep etmiştir.
V-İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE İNCELEME:
İnsan yaşamının kutsallığı çevresinde işverenin, işyerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü olduğu 4857 sayılı İş Kanunu’nun 77. maddesinin açık buyruğu iken, 4857 sayılı Kanun’un 77. ve devamı bir kısım maddeleri 30.06.2012 tarih ve … sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 37. maddesiyle, 01.01.2013 tarihinde yürürlüğe girmek üzere yürürlükten kaldırılmış olup, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, işverenin sağlık ve güvenlik önlemlerini alma yükümünü daha ayrıntılı bir biçimde düzenlemiştir.
Buna göre, 6331 sayılı Kanun’un “İşverenin Genel Yükümlülüğü” kenar başlıklı 4. maddesinde:
“İşveren, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olup bu çerçevede;
a)Mesleki risklerin önlenmesi, eğitim ve bilgi verilmesi dahil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapar.
b)İş yerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulup uyulmadığını izler, denetler ve uygunsuzlukların giderilmesini sağlar.
c)Risk değerlendirmesi yapar ve yaptırır.
ç)Çalışana görev verirken, çalışanın sağlık ve güvenlik yönünden işe uygunluğunu gözönüne alır.
d)Yeterli bilgi ve talimat verilenler dışında ki çalışanların hayati ve özel tehlike bulunan yerlere girmemesi için gerekli tedbirleri alır.” hükmü düzenlenmiştir.
Aynı Kanun’un 5. maddesinde de risklerden korunma ilkeleri düzenlenmiştir. Buna göre maddede, “İşverenin yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde aşağıdaki ilkeler göz önünde bulundurulur:
a)Risklerden kaçınmak,
b)Kaçınılması mümkün olmayan riskleri analiz etmek,
c)Risklerle kaynağında mücadele etmek,
ç)İşin kişilere uygun hale getirilmesi için iş yerlerinin tasarımı ile iş ekipmanı, çalışma şekli ve üretim metotlarının seçiminde özen göstermek, özellikle tekdüze çalışma ve üretim temposunun sağlık ve güvenliğe olumsuz etkilerini önlemek, önlenemiyor ise en aza indirmek,
d)Teknik gelişmelere uyum sağlamak,
e)Tehlikeli olanı, tehlikesiz veya daha az tehlikeli olanla değiştirmek,
f)Teknoloji, iş organizasyonu çalışma şartları, sosyal ilişkiler ve çalışma ortamı ile ilgili faktörlerin etkilerini kapsayan tutarlı ve genel bir önleme politikası geliştirmek,
g)Toplu korunma tedbirlerine, kişisel korunma tedbirlerine öncelik vermek,
ğ)Çalışanlara uygun talimatlar vermek.” hükmü yer almaktadır.
Görüldüğü üzere, işverenin çalışanlarla ilgili sağlık ve güvenliği sağlama yükümünün genel çerçevesi, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 4. maddesinde çizilmiştir. Bu çerçevede işverenin, “çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü” olduğu belirtildikten sonra, yapacağı ve uymakla yükümlü bulunacağı birtakım esaslara yer verilmiştir. Bunun gibi 5. maddede, işverenin anılan yükümlülükle gerçekleştireceği korunma sırasında uyacağı ilkeler belirlenmiştir. 10. maddede ise, işyerinde sağlık ve güvenlik sağlanırken, işverenin yapacağı risk değerlendirmesi çalışmasında dikkate almakla yükümlü bulunduğu hususlar belirlenmiştir (Hukuk Genel Kurulu’nun 09.10.2013 tarih 2013/21-102 Esas 2013/1456 sayılı kararı).
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 4. ve 5. maddeleri ile bunu uygun olarak çıkarılan iş güvenliği yönetmelikleri hükümleri, işverenin sorumluluğunu objektifleştiren kriterler olarak değerlendirilmelidir. Bu sebeple mevzuatta yer alan teknik iş güvenliği kurallarına uyulmaması işverenin kusurlu davranışı olarak kabul edilmelidir. Ancak, işveren sadece anılan yazılı kurallara değil, yazılı olmayan ve teknolojinin gerekli kıldığı önlemlere aykırı davrandığında da kusurlu görülerek oluşan zararı karşılamalıdır.
Öte yandan, objektifleştirilen kusur, kusur sorumluluğunu kusursuz sorumluluğa yaklaştırsa da, onu kusursuz sorumluluk haline dönüştürmez. Çünkü, bu halde dahi işverenin sorumluluğu için kusurun varlığı şarttır. Kusurun objektifleştirilmesi kriterinin yanısıra, Türk Borçlar Kanunu’nun 417/2. maddesinin, Anayasa hükümleri ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 4. maddesi kapsamında yorumlanması da işverenin sorumluluğunu oldukça genişletecektir.
Yukarıda belirtilen açıklamalar doğrultusunda; işvereni zararlandırıcı olay nedeniyle sorumluluk halinden kurtaracak olan durum iş sağlığı ve güvenliği alanındaki ihmalleri ile oluşan zarar arasındaki uygun nedensellik bağının kesildiğini ispat etmekten ibarettir. Hukuk Genel Kurulu’nun 20.03.2013 tarih 2012/21-1121 E. 2013/386 sayılı kararında da belirtildiği üzere uygun nedensellik bağı üç durumda kesilebilir. Bunlar mücbir sebep, zarar görenin kusuru ve üçüncü kişinin kusurudur. Bu hallerden birinin varlığı halinde işverenin sorumluluğuna gidilmesi mümkün değildir.
İş kazası hukuki sebebine dayalı tazminat davalarında olayın gerçekleşme şeklinin tarafların gösterdiği deliller dikkate alınarak her türlü şüpheden uzak bir şekilde ortaya konulması ve giderek kusur oranlarının bu olaya uygun şekilde belirlenmesi gerektiği açıktır.
Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelere göre; mahkemece hükme esas alınan bilirkişi heyetinin 27.06.2018 tarihli kök ve 06.11.2018 tarihli ek bilirkişi raporlarında davacının %60, davalının ise %40 oranında kusurlu olduğu belirtilmiş ve davalıya verilen kusur oranının gerekçesi olarak özetle; davalı tarafından davacı sigortalıya tahsis edilmiş olan aracın periyodik muayene ve bakımlarının yapılmamış olmasına işaret edilmiş ise de; bu eksikliğin iş kazasının meydana gelmesinde ne şekilde etkili olduğunun rapor yerinde açıkça ortaya konulmadığı gibi, kazanın hemen sonrasında yapılan delil tespitinde araçtaki fren sisteminin çalışır, disk ve kampanalarının standartlara uygun olduğunun belirlenmiş olduğu anlaşılmaktadır. … Müfettişi tarafından düzenlenen tahkikat raporunda da delil tespitindeki bulgulara itibarla sigortalının iş kazasının gerçekleşmesinde %100 oranında kusurlu olduğunun belirtilmiş olmasına göre, bilirkişi heyet raporuyla … müfettişi tarafından düzenlenen raporlar arasındaki çelişkinin trafik iş kazası alanında uzman A sınıf iş güvenliği uzmanı bilirkişilerden oluşturulacak farklı bir heyetten alınacak raporla giderilmesi, böylece iş kazasının gerçekleşmesinde tarafların kusur oranının somut delillerle ilişkilendirilerek, iş sağlık güvenliği konusunda taraflara düşen yükümlülüklerin ihlali sebepleri açıkça gösterilerek kusur oranlarının belirlenmesi giderek, iş kazası ile davalı işveren arasındaki illiyet bağının bulunup bulunmadığının tespiti gerekmektedir.
O halde mahkemece, davalı işverenin kusurunun varlığı ve illiyet bağının kesilmediğinin kabulü halinde; davacı tarafın karara karşı kanun yoluna müracaat etmemesi nedeniyle davalı taraf lehine oluşan usuli kazanılmış hakkın gerek kusur oranın tayininde, gerekse de tazminat oranlarının tespiti noktasında gözetilmesi gerektiği göz önünde bulundurularak özellikle hesap bilirkişiden alınan 10.11.2019 tarihli hesap raporunda işlemiş (bilinen) devre sonu tarihini dikkate alarak hesap yapmak (bu tarihten sonra yürürlüğe giren asgari ücretteki değişiklikleri rapora yansıtmamak), sonucuna göre davanın esası hakkında davacının maddi ve manevi tazminat istemleri yönünden oluşan usuli kazanılmış hakları da gözeterek bir karar vermekten ibarettir.
2- Öte yandan (kabule göre) 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 55. maddesi kapsamında maddi tazminatın hesabında, kurumca davacıya bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değeri ile geçici iş göremezlik ödeneğinin iş bu dava dosyasında tespit edilecek davalının kusuru oranında rücuya kabil kısmını tenzil edilmesi gerektiğini gözetmekten ibarettir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin, eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve bu aşamada davalı vekilinin temyiz itirazlarının sair yönleri incelenmeksizin Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin kararının kaldırılarak İlk Derece Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi kararının HMK’nın 373/1. maddesi gereğince kaldırılarak temyiz edilen İlk Derece Mahkemesi hükmünün yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının sair yönleri bu aşamada incelenmeksizin BOZULMASINA, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, Üye …’ın muhalefetine karşı, Başkan …, Üyeler …, … ve …’nın oyları ve oy çokluğuyla 15.11.2022 gününde karar verildi.

(M)

KARŞI OY GEREKÇESİ

1. Çoğunluk ile aradaki temel uyuşmazlık “tazminata esas kusur oranı” yönünde bozulması nedeni ile ilk derece mahkemesinin bozmadan sonra hesaplanacak ve hüküm altına alınacak tazminatı, davacının temyiz etmediği dikkate alınarak önceki raporun bilinen ve bilinmeyen dönem başlangıç ve bitiş tarihlerini değiştirmesinin davalı yararına lehine usulü kazanılmış hak olup olmayacağı, buna göre yeniden değerlemenin son karar tarihine yakın tazminata esas değerlere taşınıp taşınmayacağı” noktasında toplanmaktadır.
2. Dairemizin 2021/6262 Esas, 2022/6811 Karar sayılı ilamında yazılı karşı oy gerekçelerinde açıklandığı üzere özellikle maddi tazminatın karar tarihine yakın verilerle hesaplanması gerektiğinden ve bu durum usulü kazanılmış hakkın istisnası olması nedeni ile çoğunluğun usulü kazanılmış hak teşkil ettiği” görüşüne katılınmamıştır. Zira;
3. Maddi tazminat hesapları yapılırken, en son bilinen ücret unsurlarının hesaplamada gözetilmesi gerektiğinden, hüküm gününe en yakın güne kadar yürürlüğe giren tüm asgari ücretlerin uygulanması gerekir. Daha önce bir veya birkaç hesap raporu verilmiş olsa bile, dava bitinceye kadar yürürlüğe giren asgari ücretlerden dolayı yeniden değişen değerler nedeni ile ek rapor alınması zorunludur.
4. Maluliyet oranı gibi zararın hesaplanmasına ilişkin diğer bir unsur da ücrettir. Asgari ücretin artması halinde, karar tarihine yakın ücrette değişeceğinden, bu ücrete göre zararın hesaplanması gerekmektedir. Zira asgari ücret, kamu düzeni ile ilgili olduğundan, davanın her aşamasında uygulanması zorunludur. Bozmadan sonra dahi asgari ücretlerde artış olmuşsa, yeniden tazminat hesabı yapılması gerekir. Yargıç, bir istek olmasa dahi, yargılamanın her aşamasında asgari ücret artışlarını doğrudan dikkate almakla yükümlüdür. Davacı, bilirkişi raporuna itiraz etmemiş olsa dahi, sonradan yürürlüğe giren asgari ücretlerin uygulanması kamu düzeni gereği ve zorunlu olduğundan, davalı yararına usulü kazanılmış hak oluşmaz.
5. Somut uyuşmazlıkta davacı tarafın itiraz etmediği hesap, karar tarihine en yakın bilinen ücret üzerinden hesaplanmıştır. Bozmadan sonra karar tarihine yakın veriler alındığında, hesabın unsurları değişeceğinden, tazminat miktarı da elbette değişecektir. Davacı taraf bozmadan önceki ilk kararda bilinen ücret üzerinden hesaplanan tazminata itiraz etmemiştir. Ancak bu bilinen ücret bozmadan sonra değişecektir. Bir tarafın ilerde değişecek diye kararı temyiz etmesi hayatın olağan akışına uygun olmayacaktır. Zira karar onanmış olsa idi hesaplama bilinen ücrete göre hesaplandığından sorun olmayacaktır. Ancak bozmadan sonra değişen durum nedeni ile daha önce doğmayan hesaba esas unsur olan ücrete itiraz etmeme usulü kazanılmış hak oluşturmayacaktır. Sayın çoğunluğun bu yöndeki bozma nedenine katılınmamıştır.