YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2021/3834
KARAR NO : 2022/5880
KARAR TARİHİ : 19.04.2022
Bölge Adliye
Mahkemesi : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 41. Hukuk Dairesi
No : 2019/3270-2020/1906
İlk Derece
Mahkemesi : İstanbul 17. İş Mahkemesi
No : 2014/560-2019/256
Dava, iş kazasından sürekli iş göremezliğe uğrayan sigortalının maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın kısmen kabul ve kısmen reddine dair verilen karara karşı, taraf vekilleri tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 41. Hukuk Dairesince davacının istinaf isteminin esastan reddine, davalının istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 41. Hukuk Dairesince verilen kararın, davacı vekili tarafından süresi içerisinde duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine, dosya incelenerek temyiz istemlerinin süresinde olduğu, işin duruşmaya tâbi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 19/04/2022 salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmiştir. Duruşma günü duruşmalı temyiz eden davacı adına Av. … ile davalı adına Av. … geldiler. Duruşmaya başlanarak, hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek aynı günde Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
I- İSTEM:
Davacı vekili 24.07.2014 tarihli dava dilekçesinde özetle; müvekkilinin 05.08.2004 tarihinde iş kazası geçirmesi nedeniyle asıl dava dosyasında fazlaya ilişkin talep hakkı saklı kalmak üzere 10.000,00 TL maddi ve 80.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden faiziyle davalıdan tahsilini talep etmiş, 21.02.2019 tarihli ıslah dilekçesiyle maddi tazminat istemini 260.900,00 TL’ye artırmıştır.
II- CEVAP:
Davalı vekili, cevap dilekçesinde özetle; Kazanın oluşunda müvekkili şirketin kusuru bulunmadığını, kaza yerinde her türlü güvenlik önlemlerinin alındığını, uyarı levhaları konulduğunu ve işçilerin çalışmasının sürekli olarak kontrol edildiğini, davacının Moskova’daki ve Türkiye’deki tüm tedavilerini müvekkili şirketin yaptırdığını, tedavinin ardından 2010 yılına kadar şirkette güvenlikçi olarak çalışmaya devam ettiğini, davacının dava açma hakkından feragat ettiğini, uğradığı maddi ve manevi zarara karşılık 30.000 Dolar ödeme yapıldığını, bu ödemenin taleplerini karşıladığını, davacının saat ücretinin 1,80 Dolar olduğunu, davacının davalı şirketi ibra ettiğini, talep edilen manevi tazminatın fahiş olduğunu belirterek davanın reddini istemiştir.
III- MAHKEME KARARI:
A-İLK DERECE MAHKEME KARARI
İlk derece mahkemesince; “Davacı tarafça davalı taraf aleyhine açılan davanın Kısmen Kabulü İle Kısmen Reddine,
A-) 1-Davacı tarafın maddi tazminat talebinin kabulü ile 260.900,00 TL’ nin olay tarihinden (05/08/2004) itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, 2-Davacı tarafın manevi tazminat talebinin reddine,” karar verilmiştir.
B-BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI:
Bölge Adliye Mahkemesince “I-Davacının istinaf başvurusunun HMK 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine,
II-Davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının,6100 Sayılı HMK’nun 353/1-b-2 bendi uyarınca kaldırılmasına,
Davanın kısmen kabulü ile kısmen reddine,
1-Davacının maddi tazminat talebinin kabulü ile 10.000 TL’ nin kaza tarihi olan 05/08/2004 itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, fazlaya yönelik istemin reddine,
2-Davacının manevi tazminat talebinin reddine,” karar verilmiştir.
IV-TEMYİZ KANUN YOLUNA BAŞVURU VE NEDENLERİ:
Davacı vekili temyiz dilekçesinde özetle; hesap bilirkişi raporunda terditli olarak asgari ücret TÜİK ve emsal ücret araştırmasına göre hesaplama yapıldığını, tanık anlatımları ve emsal ücret araştırmasına göre yapılan hesaplamaya göre ıslah yapıldığını, mahkemece salt TÜİK verilerinin esas alınarak yapılan hesaplamaya itibarla hüküm kurulduğunu, hiçbir gerekçe gösterilmeksizin TÜİK verilerinin esas alınmasının hakkaniyete ve işçi lehine yorum ilkesine aykırı olduğunu, müvekkilin yaşı, sağ ayağının zarar görmüş olması maluliyet oranının ve işverenin süreç bazında müvekkili kaderine terk etmiş olması hususları dikkate alındığında hükmedilen manevi tazminat miktarının da kabul edilebilir nitelikte olmadığını, kararın kaldırılmasını talep etmiştir.
V-İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE İNCELEME:
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı H.M.K. ile eda davası niteliğinde belirsiz alacak davası türü kabul edilmiştir. 107.maddeye göre “Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.”
Bu davadaki temel amaç ise alacağın belirsiz olması nedeni ile zamanaşımının tüm alacak için dava tarihi itibari ile kesilmesidir. Kanunun ilgili maddesindeki gerekçeye göre “Hak arama durumunda olan kişi, talepte bulunacağı hukukî ilişkiyi, muhatabını ve bu ilişkiden dolayı talep edeceği miktarı asgarî olarak bilmesine ve tespit edebilmesine rağmen, alacağının tamamını tam olarak tespit edemeyebilir.Özellikle, zararın baştan belirlenemediği, ancak bir incelemeden sonra tam olarak tespiti mümkün olan tazminat taleplerinde böyle bir durumla karşılaşılabilmesi söz konusudur. Hukuk sistemimiz içinde, böyle bir durumla karşılaşan kişinin hak araması bakımından birçok güçlük söz konusudur. Öncelikle kendisinden aslında tam olarak bilmediği bir alacak için dava açması istenmekte, ayrıca, daha sonra kendi talebinden daha fazla bir miktar alacağının olduğu ortaya çıktığında da bunu davayı genişletme yasağı çerçevesinde ileri sürmesi mümkün olabilmekteydi. Böyle bir durumda, gerçekten bilinmeyen bir alacak için dava açmaya zorlamak gibi, hak aramanın özüyle izah edilemeyecek bir yol ve aslında tarafın kendi ihmali ya da kusuru olmadığı hâlde bir yasakla karşılaşması gibi de bir engel söz konusuydu. Oysa, hak arama özgürlüğü, böyle bir sınırlamayı ve gerçek dışı davranmaya zorlamayı değil, gerçekten hakkı ihlâl edilen veya ihlâl tehlikesi altında olan kişiyi, mümkün olduğunca geniş şekilde korumayı amaçlamalıdır. Son dönemde, gerek mukayeseli hukukta gerekse Türk hukukunda artık salt hukukî korumanın ötesine geçilerek “etkin hukukî koruma”nın gündeme gelmiş olması da bunu gerektirir. Kaldı ki, miktar ya da değeri belirsiz bir alacak için dava açılması gerektiğinde birtakım sınırlamalar getirmek, dava içinde yeni taleplere veya o davanın dışında yeni davalara yol açarak, usûl ekonomisine aykırı bir durum da meydana getirecektir. Ayrıca, miktarı veya değeri bilinmeyen bir alacak için klasik kısmî davanın da tam bir çözüm üretmediği gerçektir. Esasen tam veya kısmi olmasına bakılmaksızın her edâ davasının temelinde bir külli tespit unsuru vardır. Başka deyimle edâ hükmünde tertip olunan her durumun arkasında sorumluluk saptanmasını içeren bir zorunlu ön tespit kabulü mevcuttur”
Bu doğrultuda H.M.K.’nın 107. maddesinde düzenlenen belirsiz alacak davasını açabilmesi için alacağının miktarını tam ve kesin olarak belirlemesinin objektif olarak mümkün olmaması gerekir. Alacak miktarı biliniyorsa ya da bilinebilecek durumda ise böyle bir dava açılamaz. Çünkü bu durumda her davada arandığı gibi hukuki yarar aranacak olup alacak miktarının biliniyor ya da bilinebilecek olması halinde davacının hukuki yararından söz edilemez.
Belirsiz alacak davasında yapılan yargılama sırasında alacağın miktarının tam olarak belirlenmesi ile davacı talebini iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın artırabilecektir. Alacağın belirli hale gelmesi sonrasında ortaya çıkan yeni talep eksik belirtilirse davacının bundan sonraki yeni artırma isteği iddianın genişletilmesi yasağıyla karşılaşacaktır. Çünkü böylesi bir durumda alacağın belirsizliği değil davacının kendi ihmalinden kaynaklanan bir durum söz konusudur.
Öte yandan HMK`nin 33.maddesine göre Hâkim, Türk hukukunu resen uygulamak zorundadır. Bir davada olayları belirtmek ve açıklamak taraflara, hukuki nitelendirme ise Hâkime aittir. Bu nedenle tarafların hukuki nitelendirmeyi doğru yapmak zorunluluğu yoktur. Başka bir ifade ile Hâkim, bildirilen hukuki sebeplerle bağlı olmayıp, hukuki sebebi kendiliğinden bulup uygulamakla sorumludur.
Bu açıklamalar doğrultusunda, davaya konu iş kazasından kaynaklı tazminat davalarında davacının maddi tazminat alacağının tespiti, yargılama sürecinde taraflarca gösterilecek delillere göre belirlenip hesap edilecek olmasına göre davanın açıldığı tarih itibariyle davacının maddi tazminat alacağını tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyecek olması nedeniyle ve hukuki nitelendirmenin Hakime olduğu hususu da dikkate alınarak davayı 6100 sayılı H.M.K’nun 107.maddesine dayalı belirsiz alacak davası olarak değerlendirerek dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerin de bu doğrultuda irdelenmesi, sonucuna göre yargılama sürecinde sunulan maddi tazminatın artırılmasına dair istemin de ıslah olarak değil; talep artırım talebi olarak değerlendirilmesi ve buna göre de zamanaşımının dava tarihi itibariyle tüm alacak yönünden kesildiğinin kabul edilerek talep artırıma yönelik dilekçeye yönelik zamanaşımı def’inin reddine karar verilmesi gerektiği açıktır.
Somut olayda ilk derece mahkemesince verilen kararda davanın niteliği ile ilgili bir değerlendirmeye yer verilmediği gibi, davacının talep artırımına yönelik davalının zamanaşımı def’i hakkında olumlu olumsuz bir karar verilmemiş olduğu, Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararda ise hatalı değerlendirme ile davanın talep artırım talebinin ıslah olarak kabulü ile bu isteme yönelik zamanaşımı def’inin kabul edilerek artırılan maddi tazminat isteminin reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesince bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin, hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve bu aşamada bozma sebebine göre sair temyiz itirazları incelenmeksizin Bölge Adliye Mahkemesince İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılarak yeniden esas hakkında verdiği hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 41. Hukuk Dairesi kararının yukarıda açıklanan nedenlerle HMK’nın 373/2 maddesi gereği, davacı vekilinin bu aşamada temyiz itirazlarının sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA, Dairemizde icra edilen duruşmada hazır bulunan davacı taraf kendisini vekille temsil ettirmiş olmaları nedeniyle 3.815,00 TL duruşma vekalet ücretinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, temyiz harcının istek halinde temyiz başvurusunda bulunan davacıya iadesine, 19.04.2022 gününde oybirliğiyle karar verildi.