Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2019/1440 E. 2020/5474 K. 06.10.2020 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2019/1440
KARAR NO : 2020/5474
KARAR TARİHİ : 06.10.2020

Mahkemesi :İş Mahkemesi

Asıl ve birleşen davalar rücuan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, bozmaya uyularak asıl ve birleşen davaların kısmen kabulüne dair karar verilmiştir.
Hükmün, davacı Kurum ve davalılardan … Sigorta A.Ş. vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Eldeki davada, mahkemece ilk kez verilen 04.07.2012 tarihli karar, Dairemizin bozma ilamı ile özetle, güvence hesabının davada taraf olarak yer almamasına rağmen onun hakkında karar tesis edilmemesi gerektiği, davanın yasal dayanağının 5510 sayılı Yasanın 21’inci maddesinin dördüncü fıkrası olup, davalıların bağlanan gelir yönünden sorumluluğunun, gelirin ilk peşin değerinin yarısının kusur karşılığı ile sınırlı olduğu gözetilmeksizin hak sahipleri bakımından ayrı ayrı maddi zarar tavan hesabı yapılmaması gerektiği, tazminat dosyasında verilen kararın kesinleşmesi halinde güçlü delil sayılacağı hususu da dikkate alınarak tazminat dosyası celp edildikten sonra, kusur raporları arasındaki belirgin çelişkinin giderilmesi gerektiği, davacı Kurumun talebi açıklattırılarak hangi davalıdan yasal dayanakları da belirtilerek ne kadar miktarın talep edildiği ayrı ayrı belirlenmesi gerektiği, tedavi giderleri bakımından, 6111 sayılı Yasanın geçici 1. maddesi nedeniyle sigorta şirketlerinin ve …’nın, sürücünün ve işletenin, zorunlu olarak sigorta teminatına bağlanması nedeniyle yasadan ve sözleşmeden doğan bu yükümlülüğünün sona erdiğinin dikkate alınması gerektiği, bu anlamda sigorta şirketinin ödeme iddiasının araştırılması gerektiği ve Otobüs Zorunlu Koltuk Ferdi Kaza Sigorta poliçesi nedeniyle, öncelikle koltuk sigortasına gidilmesi ve bu kapsamda … Sigorta Şirketinin sorumlu olduğu miktarın belirlenmesi gereklerine işaret edilerek, bozulmuştur.
Mahkemenin, Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine, o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu; mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirdiği gibi, mahkemenin kararını bozmuş olan Yargıtay Hukuk Dairesince; sonradan, ilk bozma kararı ile benimsemiş olduğu esaslara usuli kazanılmış hakka aykırı bir şekilde, ikinci bir bozma kararı verilememektedir (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı, Hukuk Genel Kurulu’nun 12.07.2006 gün, 2006/9-508 E., 2006/521 sayılı kararı)
Yargıtay tarafından bozulan bir hükmün bozma kararının kapsamı dışında kalmış olan kısımları kesinleşir. Bozma kararına uymuş olan mahkeme kesinleşen bu kısımlar hakkında yeniden inceleme yaparak karar veremez. Bir başka anlatımla, kesinleşmiş bu kısımlar, lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak oluşturur. (04.02.1959 gün ve 13/5 sayılı YİBK)
Eldeki davada ise, bozma gereklerinin tam olarak yerine getirildiğinden bahsedilmesi mümkün değildir.
1- 6100 sayılı HMK’nın 166. maddesine göre ayrı ayrı açılmış davaların aralarında bağlantı bulunmaları halinde birleştirilerek bakılabilmeleri mümkündür. Ancak, birleştirme kararı, taraflar arasındaki uyuşmazlığı esastan çözümleyen bir karar değildir. Bu karar, sadece birleştirilen davaların yargılama safhalarının müşterek cereyan etmesi sonucunu doğurup, her dava, ayrı ayrı hükme bağlanmalıdır. Davaların birbirlerinin içerisinde erimesi, tek bir davaya dönüşmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Başka bir anlatımla, birleştirmeye konu davalar bağımsız kimliklerini korurlar.
Eldeki davada ise her dava bakımından davacı Kurum talepleri dikkate alınmalı ve ayrı ayrı infaza elverişli bir şekilde karar tesisi yerine tüm talepler toplanarak yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir.
2- Uyulan bozma ilamında da belirtildiği üzere, güvence hesabının davalı olarak kabul edilmesi ile aslen feri müdahil olan ve davaya katılma talebinde bulunmayan … hakkında yeniden karar tesisi isabetsizdir.
3- Usul hukuku alanında geçerli olan temel ilke, yargılamaya ilişkin kanun hükümlerinin derhal yürürlüğe girmesidir. Bu ilkenin benimsenmesinin nedeni ise usul hükümlerinin kamu düzeni ile yakından ilgili olmasıdır. Nitekim 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nin “zaman bakımından uygulanma” başlığını taşıyan 448. maddesi; “Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhal uygulanır.” hükmünü içermektedir. Mahkeme karar tarihi (26.03.2019) itibari ile 04.02.1948 tarihli ve 1944/10 Esas, 1948/3 Karar ve 06.05.2016 tarihli ve 2015/1 Esas, 2016/1 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararlarında da belirtildiği üzere bozmadan sonra ıslah yapılmasının mümkün olmadığı ve bu içtihadın değiştirilmesine gerek bulunmadığı kabul edilmiş olduğundan, bozma ilamından sonra yapılan ıslah geçerli olmayacaktır.
Dosya temyiz incelemesi aşamasında iken 6100 sayılı HMK’nin 177.maddesine 22.07.2020 tarihinde 7251 sayılı Kanun’un 18. maddesi ile eklenen fıkra ile bozmadan sonra da ıslah yapılabilmesinin önü açılmıştır. Buna göre; “Yargıtayın bozma kararından veya bölge adliye mahkemesinin kaldırma kararından sonra dosya ilk derece mahkemesine gönderildiğinde, ilk derece mahkemesinin tahkikata ilişkin bir işlem yapması hâlinde tahkikat sona erinceye kadar da ıslah yapılabilir. Ancak bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durum ortadan kaldırılamaz.”
Yapılan değişiklik ile kural olarak bozma ilamından sonra ilk derece mahkemesinde tahkikat ile ilgili bir işlem yapılması halinde iş bu tahkikat bitinceye kadar ıslah yapılması mümkün hale getirilirken iş bu kuralın istinası ise yapılacak ıslah ile bozma kararına uymakla ortaya çıkan hukuki durumun ortadan kaldırılamayacağıdır.
Eldeki davada ise, anılan yasal değişikliğin 28.07.2020 tarihi itibari ile yürürlükte olduğu ve bu tarihten önce tamamlanmış işlere uygulanma imkânının bulunmaması nedenleri ile davacının 17.03.2017 tarihli ıslah istemi dikkate alınmaksızın karar verilmesi yerine, yazılı şekilde karar tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
4- Davalılardan davanın yasal dayanağını 5510 sayılı Yasanın 21’inci maddesinin dördüncü fıkrası olduğuna göre davalılardan … Sigorta A.Ş.’nin de ödemesine dair belgelerin dosyaya alınması ile varsa ödemesinin düşülerek ve ilk peşin değerli gelirin yarısı esas alınarak bir karar verilmesi ile bu davalı hakkında bozmada belirtildiği şekilde 6111 sayılı Yasanın geçici 1. maddesi nedeniyle tedavi giderleri bakımından davanın konusuz kaldığının dikkate alınması gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
5- Uyulan bozma içeriğinde de belirtildiği üzere, birleşen davada vefat eden sigortalının hak sahiplerine bağlanan gelirler bakımından davanın yasal dayanağının 5510 sayılı Yasanın 21’inci maddesinin dördüncü fıkrası olup, davalıların bağlanan gelir yönünden sorumluluğunun gelirin ilk peşin değerinin yarısının kusur karşılığı ile sınırlı olduğu gözetilmeksizin, 12.12.2016 tarihli raporu esas almak yerine, hak sahipleri bakımından ayrı ayrı maddi zarar tavan hesabı yapan bilirkişi raporu esas alınarak karar tesisi de isabetsizdir.
Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgulara göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme sonucunda yazılı şekilde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
O hâlde, davacı Kurum ve davalılardan … Sigorta A.Ş. vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve kararı temyiz etmeyen diğer davalılar hakkında davacı Kurum lehine oluşan usuli kazanılmış hakların dikkate alınması suretiyle yeniden bir karar verilmek üzere, hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalılardan … Sigorta A.Ş.’ye iadesine, 06.10.2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.