YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/18324
KARAR NO : 2019/3853
KARAR TARİHİ : 25.04.2019
Mahkemesi :Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi
KARAR
Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
506 sayılı Yasa’nın 26. maddesinde sigortalıya ya da ölümü halinde hak sahiplerine bağlanan gelirler ile yapılan harcama ve ödemelerin işverenden rücuan tahsili koşulları düzenlenmiş olup; işverenin sorumluluğu için, zarara uğrayanın sigortalı olması, zararı meydana getiren olayın iş kazası veya meslek hastalığı niteliğinde bulunması, zararın meydana gelmesinde işverenin kastının veya sigortalının sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir hareketinin ve bu hareket ile meydana gelen iş kazası ve meslek hastalığı arasında illiyet bağının bulunması gerekir.
1479 sayılı Kanunun 63. maddesine göre; “Üçüncü bir kimsenin suç sayılır hareketi ile bu Kanunda sayılan yardımların yapılmasını gerektiren bir halin doğmasında, Kurum, sigortalı veya hak sahiplerine gerekli bütün yardımları yapar. Ancak, Kurum, yapılan bu yardımların ilk peşin değeri için üçüncü kişilere, istihdam edenlere (…) ve diğer sorumlulara rücu eder…” düzenlemesiyle, üçüncü kişinin sorumluluğu yoluna gidilebilmesi için, “suç sayılır hareketi” ile yardımların yapılmasına neden olma koşulu öngörülmüştür. “Rücu edilebilmesi için üçüncü kişinin suç sayılır hareketinin, 1479 sayılı Kanunda yazılı yardımların yapılmasını gerektirecek nitelikte olması gerekmektedir… Kurumun yapmış olduğu yardımları sorumlulara rücu edebilmesini sağlayan üçüncü kişinin suç sayılır hareketi, Türk Ceza Kanunu kapsamında değerlendirilmelidir. Dolayısıyla bu kavramın içine hem cürüm hem de kabahat suçları girmektedir…”(Levent Akın, Bağ-Kur Sigorta Yardımları, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 1996, s.197) “Bu yön, zararla üçüncü kişinin eylemi arasında uygun neden-sonuç bağlantısının varlığını zorunlu kılmaktadır. Eğer böyle bir bağlantı yoksa, üçüncü kişinin yardımlardan sorumlu tutulması düşünülemez. Madde hükmünün öngördüğü “suç”la çerçevelenmiş sınırlı bir sorumluluk bulunduğu ortadadır.”(M.Çenberci, T.Uyar, Bağ-Kur Kanunu Şerhi, Olgaç Matbaası, Ankara 1979, s.263)
Dava konusu olayda öncelikle çözülmesi gereken husus, iş kazası nedeniyle oluşan Kurum zararının tahsili amacıyla, HMK’nın 107.maddesi uyarınca belirsiz alacak davası açılıp açılamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Belirsiz alacak davası ilk kez 6100 sayılı HMK ile düzenlenerek hukukumuza girmiştir. HMK’nın “Belirsiz Alacak ve Tespit Davası” başlıklı 107.maddesinde; ” Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.
Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir. Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” düzenlemesi öngörülmüştür.
HMK’nın 107.maddesi maddesinin açık hükmü karşısında; belirsiz alacak veya tespit davası açılması için, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarının yahut değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin; davacının kendisinden beklenilmemesi (gerçekten mümkün olmaması) veya bunun objektif olarak imkansız olmaması gerekir. HMK’nın 114. maddesinde davacının dava açmakta hukuki yararının bulunması, dava şartı olarak belirtilmiş olup, belirsiz alacak ve tespit davasında, kanun açıkça alacak miktarının veya değerinin belirlenememesi veya olanaksız olması halinde, davacının belirsiz alacak davası açmasında hukuki yararının varsayılacağını öngörmüştür. Açılacak davanın değeri veya miktarı biliniyor yahut belirlenebiliyor ise, belirsiz alacak ve tespit davası, hukuki yarar yokluğu nedeniyle açılamaz. Maddenin 2. fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı ve değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği belirtilmiştir. Bir davada başlangıçta belirtilen miktar ve ya değerin arttırılması, kural olarak iddianın genişletilmesi yasağına tabidir. Bunun nedeni, davacının dava açarken hakkını kötüye kullanmaması, daha özenle davranması, yargılamayı gereksiz yere uzatmamasıdır. Ancak, baştan miktar veya değeri tam olarak tespit edilemeyen bir alacak için, davacının böyle bir ihmal ya da kusurundan söz edilemez. Bu sebeple, belirsiz alacak veya tespit davası açıldıktan sonra, yargılamanın ilerleyen aşamalarında, karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delilerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin, bilirkişi ya da keşif incelemesi sonrası), baştan belirsiz olan alacak belirli hale gelmişse, başında belirtmiş olduğu talebini artırabilmesi mümkündür.
Belirsiz alacak ve tespit davası konusunda ayrıca, HMK’nun 109. maddesinde düzenlenen kısmi dava üzerinde de durmak gerekmekte olup, Anılan maddenin birinci fıkrasında; talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmının da dava yoluyla ileri sürülebileceği; ikinci fıkrasında ise; talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacağı belirtilmiştir. Davacı alacağı belirli değil ise belirsiz alacak ve tespit davası açabileceği gibi fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak kısmi dava da açabilecektir. Alacak miktarı belirli ise kısmi dava veya belirsiz alacak ve tespit davası açılamaz. Ayrıca talep konusunun miktarı taraflar arasında tartışmalı ise davacı kısmi dava açabilir.
Bu yasal düzenlemeler çerçevesinde; davanın açıldığı tarihte alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirleyemeyen davacı tarafından, dilerse belirsiz alacak davası, dilerse kısmi dava ile birlikte alacağın geri kalan kısmının tespiti, ve yine dilerse alacağın tümünün belirlenebilmesi için bir tespit davasının açılması mümkündür.
Bir alacağın davanın açıldığı anda belirli mi belirsiz mi, tartışmalı mı tartışmasız mı olduğunun nasıl belirleneceği hususuna gelince; Bu konudaki en önemli kriter alacağın likit olup olmadığıdır. Doktrinde; talep konusunun miktarının, tarafların anlaşmasına gerek kalmaksızın objektif olarak belirlenebilmesinde, İİK 67. madde hükmünde öngörülen icra inkâr tazminatına ilişkin “likit alacak” kavramının yol gösterici olabileceği ileri sürülmüştür.(Kuru/Budak, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Getirdiği Başlıca Yenilikler, İstanbul Barosu Dergisi, Cilt 85, Sayı, 2011/5, s. 11; Yılmaz Ejder, Hukuk Muhakemeleri Kanunu Şerhi, Ankara 2012 s.737 vd.). Genel bir kavram olarak, “likid alacak”; “tutarı belli (muayyen), bilinebilir, hesaplanabilir alacaktır.” Likit bir alacaktan söz edilebilmesi için; ya, alacağın gerçek miktarının belli ve sabit olması, ya da, borçlusu tarafından belirlenebilmesi için bütün unsurların bilinmesi veya bilinmesinin gerekmekte olması; böylece, borçlunun borç tutarını tahkik ve tayin etmesinin mümkün bulunması; başka bir ifadeyle, borçlunun yalnız başına ne kadar borçlu olduğunu tespit edebilecek durumda olması gerekir. Bu koşullar yoksa, likit bir alacaktan söz edilemez (YHGK 17.10,2012 gün ve 2012/9-838-715 sayılı ilamı).
Yargılama (tahkikat aşamasında) sırasında, davacının talep ettiği dava konusu alacağın hesaplanması için uzman kişilerden bilirkişi raporu alınması gerekiyorsa, alacak karşı tarafın vereceği bilgi veya belgelerle belirlenecekse, hakimin takdiri veya yasal nedenlerle indirim yapılarak alacak miktarı veya değeri belirlenecekse, alacak belirsiz kabul edilmelidir. (9 HD 27.02.2012 gün ve 2012/1757 Esas 2012/5742 Karar sayılı kararı).
Yukarıda yapılan açıklamalar uyarınca; iş kazası nedeniyle uğranılan Kurum zararları; tedavi giderleri, geçici iş göremezlik ödenekleri, bağlanan ilk peşin sermaye değerli gelir miktarının, zarara sebep olan kişilerden tazmini mümkün kısmının, bir başka ifade ile dava konusu alacağın değeri veya miktarının tahkikat aşamasında belirlenecek olması nedeniyle, Kurumun, davanın açıldığı tarihteki tazminat alacağı miktarını tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceğinin kabulü gerekir. İş kazası nedeniyle tazminat ve rücu istemli davalarının, kusur oranlarının ve tazminat miktarının belirsizliği nedeni ile belirsiz alacak davası olduğu kabul edilmelidir.
Mahkemece yukarıda belirtilen esaslara aykırı olarak, rücu davalarında davacı kurum tarafından zarar belirlenmiş olsa bile, dava açılırken kusur oranlarının bilinmemesinin, belirtilen alacaklara belirsiz alacak niteliği kazandırdığı gözetilmeksizin, yazılı şekilde kısmi alacak istemine ilişkin dava açma imkanı varken belirsiz alacak davası şeklinde dava açmanın hukuki yarar taşımadığı gerekçesiyle, davanın reddine hükmedilmiş olması isabetsizdir ve bozmayı gerektir.
O hâlde, davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 25.04.2019 gününde oybirliği ile karar verildi.