Yargıtay Kararı 10. Hukuk Dairesi 2016/11737 E. 2019/439 K. 29.01.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : 10. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/11737
KARAR NO : 2019/439
KARAR TARİHİ : 29.01.2019

Mahkemesi :Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi

Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın reddine karar verilmiştir.
Temyiz talebinin reddine dair ek kararın ve kararın, davacı kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1) Dava dosyası incelendiğinde, 04.03.2016 tarihinde karar verildiği, kararın davacı kurum vekilinin dava dilekçesinde belirttiği adrese tebliğ edilmeden farklı bir adresteki davacı Kurum personeline 15.04.2016 tarihinde tebliğ edildiği, davacı kurum vekili tarafından sonradan tebliğden haberdar olunduğunun belirtilerek 04.05.2016 tarihinde kararın temyiz edildiği anlaşılmaktadır. Mahkemece, temyiz süresinin 25.04.2016 tarihinde dolduğu, temyiz başvurusunun süresinde olmadığı gerekçesi ile temyiz talebinin reddine dair ek karar verildiği, ek kararın ve kararın süresi içinde temyize getirildiği görülmekle; 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8. maddesi hükmüne göre, iş mahkemelerinden verilmiş bulunan nihai kararların 8 gün içinde temyiz olunması gerektiği, gerekçeli kararın davacı kurum vekiline yöntemince tebliğ edilmediği anlaşılmakla; 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 321.maddesinin 2.fıkrasına göre; kararın tefhimi için hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanamadığı ve bu nedenle zorunlu olarak hüküm özetinin tefhim edildiği hallerde, gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir. Bu hüküm doğrultusunda, hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilmediği hallerde gerekçeli kararın taraflara tebliği zorunludur (Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nın (İkinci Bölüm) 20.03.2014 gün ve 2012/1034 başvuru sayılı kararı da aynı yöndedir).
Mahkemece, taraflara tefhim edilen kısa kararda (hüküm özeti) hükmün tüm unsurları yer almakla birlikte kararın gerekçesinin tefhim edilememesi halinde temyiz süresi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlar. Ancak, hüküm tüm unsurları ve gerekçesi ile birlikte tefhim edilmiş ise artık hükmün HMK’nın 321/2 maddesine göre usulüne uygun ve eksiksiz bir biçimde tefhim edildiği kabul edilir ve temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren başlar. 5521 sayılı Kanun‘un 8.maddesinde yer alan ve temyiz süresinin başlangıcına esas alınan tefhim kavramının “hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklandığı hal“ olarak anlaşılması zorunludur.
Tarafların, gerekçeli karar tebliğ edilmeden önce, temyiz süre tutum dilekçesi veya gerekçeli temyiz dilekçesi sunmak suretiyle kararı temyiz ettikleri hallerde dahi, kararın gerekçesini dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine dayanmaları mümkün olduğundan, bu gibi hallerde bile gerekçeli kararın taraflara tebliği gerekir.
Davanın tümden kabulü yada reddi söz konusu olsa bile tarafların kararın gerekçesini temyiz etmekte hukuki yararları bulunabileceğinden, bu gibi durumlarda bile gerekçeli kararın yöntemince taraflara tebliği zorunludur.
Yukarıda yer alan açıklamalar doğrultusunda; Mahkemece, her ne kadar temyiz başvuru süresinin 25.04.2016 tarihinde dolduğundan bahisle 04.05.2016 tarihinde yapılan temyiz başvurusunun süresinde olmadığı gerekçesiyle 04.03.2016 tarihli ek karar ile temyiz talebinin reddine karar verilmiş ise de, gerekçeli kararın davacı kurum vekiline usulünce tebliğ edilmediği anlaşılmakla, temyiz talebi süresinde olduğundan, Mahkemenin, 04.03.2016 tarihli Ek kararının kaldırılmasına karar verilerek işin esasının incelenmesine geçildi.
2) İşin esasının incelenmesine gelince;
Dava, 09.08.2008 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucu vefat eden kazalının hak sahiplerine yapılan ödemelerden oluşan kurum zararının 1479 sayılı Kanunun 63. maddesi uyarınca rücuan tahsili istemine ilişkin olup Mahkemece davanın yasal dayanağının 5510 sayılı Kanunun 39. maddesi olarak gösterilmesi isabetsiz olmuştur.
Davanın yasal dayanağı olan 1479 sayılı Yasanın 63. maddesine göre, “Üçüncü bir kimsenin suç sayılır hareketi ile bu Kanunda sayılan yardımların yapılmasını gerektiren bir halin doğmasında, Kurum, sigortalı veya hak sahiplerine gerekli bütün yardımları yapar.
Ancak, Kurum, yapılan bu yardımların ilk peşin değeri için üçüncü kişilere, istihdam edenlere ve diğer sorumlulara rücu eder. Bu kimselerin hak sahiplerine yaptıkları ödemeler dolayısıyla Kurumun zarara uğraması halinde, hak sahiplerine rücu hakkı saklıdır.
Eldeki davada, kaza tarihi 09.08.2008 olup, davanın yasal dayanağının 1479 sayılı Kanunun 63. maddesi olduğu gözetildiğinde, mahkemece yanılgıya düşülerek 5510 sayılı Kanunun 39. maddesi esas alınarak karar verilmesi isabetsiz bulunmuştur. Mahkemece söz konusu mevzuat hükümleri uyarınca araştırma ve irdeleme yapılarak varılacak sonuca göre hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O hâlde, davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 29.01.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.